Sigara
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Amerika Birleşik Devletleri’nde sigara tüketimi azalıyormuş. Orada sigara aleyhine devamlı bir propaganda kampanyası varmış. Buna mukabil bizde ve üçüncü dünya ülkelerinde sigara alışkanlığı teşvik ediliyor,
sigara bağımlısı olması,
sağlanıyormuş.
Bizde bilhassa kırsal bölgelerde, köylerde, gecekondu muhitlerinde sigara çok yaygındır. Köy yollarında külüstür arabalara binmiş, ağzında bir sigara olduğu halde lâubali bir şekilde şoförlük yapan kişileri sıkça görebilirsiniz.
Renkler uçmuş, suratlar balmumu gibi olmuştur. Dişler sararmıştır. Ciğerler kurum ile dolmuş, nefes darlığı başlamıştır.
Dev yabancı şirketlerin sigaraları ne kadar fazla satılır ve tüketilirse halkımızın sağlığı o derecede fazla bozulmaktadır.
Sigara tiryakiliği bize çok pahalıya mal olmaktadır.
Bunlar insan vücudunda neler yapmaz. Üstelik hava kirli, su kirli, gıdalar boyalı ve kimyalı.
Madem ki, ABD’de sigara tüketimi azalıyor, tütün ile mücadele ediliyor, bizde niçin aynı şey yapılmıyor?
Madem bu meret içilecektir, niçin bizim
da, yabancı sigaralar içiliyor, paralarımız dışarıya gidiyor?
Aşağı tabakalarda
görülüyor. Liselerimizde öğrencilere sigara içme alışkanlığı aşılanıyor.
Tiryakilerin trilyonları duman oluyor, sağlıkları duman oluyor.
Baharat ve şifalı bitkiler satan bir dostumun dükkanında oturmuş sohbet ediyorduk. Laf arasında bir projemden bahsettim. Dedim ki: “Bir iki dönümlük bir tarlaya şifalı bitkilerden on onbeş cinsini ektireceğim, bunların ortasına da yüz kadar arı kovanı koyduracağım. Arıların bu bitkilerin çiçeklerinin usarelerinden yapacakları balın da şifalı olacağını sanıyorum. Her halde kilosu on milyon liraya satılır.” Dükkan sahibi: “Böyle bir bal olursa, ben onun kilosunu on milyona değil, otuz milyona satarım” cevabını verdi.
İşin uzmanı değilim. Arıcılıktan anlamam. Şifalı bitkiler ekilmiş bir tarlada, benim tahayyül ettiğim bal üretilir mi, onu da bilmem. Aklıma esmiş, düşünmüşüm. Ancak böyle şeyler denenmelidir.
Uzakdoğudan, Hong Kong’tan, Çin’den, Hindistan’dan yarı kıymetli taşlar ithal ediliyor. Bunlardan kadınlar için takılar, süs eşyası, tesbih yapılıyor.
Biz niçin kendi ülkemizde böyle çiçekçilik, kaktüsçülük yapıp da dışarıya ihraç edemiyoruz? Hindistan’dan, Çin’den
Biz niçin bu gibi ürünler meydana getirip ihraç edemiyoruz, turistlere satamıyoruz?
Bizim halkımız bu konuda niçin başarılı ve becerikli değil? Niçin, Beyazıt meydanında Türkiye’de yapılmış toprak ve seramik eşya satılmıyor?
Açık pazarlarda
Niçin Türk yastıkları yok?
Kahrolasıca bir zihniyet
Eskiden bazı
bundan zevk alırlar, böyle bir meşguliyetle iftihar ederlermiş.
Şimdi çiçekçilik, kaktüsçülük, çömlekçilik, el dokuması üretim, şifalı bitkiler toplamak konusunda propaganda yapsanız fazla ilgilenen çıkmaz. Lakin “Filan yerde büyük bir define varmış…” diye bir laf edecek olursanız kulaklar kirişte dinlenir ve ardından kafileler halinde defineyi aramaya gidilir.
Yılbaşı yaklaşıyor. Yine piyango bileti satan dükkanların önünde uzun kuyruklar oluşacaktır.
On kişilik odacılık veya bekçilik için bir stadyum dolusu gencin imtihana girdiği görülüyor.
Bilgisayarlı bir dikiş ve nakış makinası birkaç yüz milyon liraya taksitle alınabilir. Bir kursa gidip, eski Türk nakışlarını yapmayı öğrenip, bir makina edinip evinin bir köşesinde böyle işler yapıp da para kazanmak isteyen var mı? Sokakta tanımadığım biri beni durdurdu. İşsizmiş, benim Belediye’de tanıdıklarım varmış, ona bir iş bulmalıymışım. Milyonlarca işsize Belediye’de, resmî sektörde iş bulmak mümkün mü?
Bu memlekette küçük işletmeleri teşvik etmek gerek. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce, hattâ milyonlarca evin bir köşesinde küçük tezgâhlar olmalı, oralarda yüzlerce konuda el işi üretim yapılmalı, bunlar satılıp aile bütçesine ilâvede bulunulmalı. Devlet, aydınlar, idareciler, ülke çobanları böyle şeyleri niçin teşvik etmiyor, bunun eğitim sistemini kurmuyor, kredisini temin etmiyor? Bu memleketi popülist politikacılar mahvetti. Fikirsiz, idealsiz, ufuksuz politikacılar.
Akıllarını cami helalarıyla, meşrutalarla, hoparlörle, saçma sapan cami tezyinatıyla bozan dindar kesim her caminin yanına küçük bir sanat ve zenaat kursu, büyük yerlere meslek liseleri, dindar kesimin evlerine el tezgâhları kurdurmuş olsaydı ne büyük bir fütuhat ve inkişaf olurdu.
Tâğutî bir zihniyet Türkiye’yi batırmak için elinden geleni yapıyor. Emek, çalışkanlık, alnının teriyle yaşamak horlanıyor, onun yerine faiz, rant, bedavadan yaşamak sistemi getirilmek isteniyor. İsraf, lüks, aşırı tüketim körüklendikçe körükleniyor. Bir şey üretmek, küçük bir ticaret yapmak isteyenlere bin türlü zorluk çıkartılıyor. Sigara, içki, fuhuş, zina, eğlence, tembellik teşvik ediliyor. Peki bu durumda Türkiye nereye gidiyor? Bazılarına sorarsanız “Nurlu ufuklara gidiyor”, bana sorarsanız bu gidiş iyi değildir. 13 Kasım 1998 Cuma
Din-Devlet Kavgası
İSLÂM dininin iki çeşit düşmanı ve zarar vericisi var. Birinciler dindar geçinen kesimdendir. Bunlar da ikiye ayrılır:
1. İyiniyetli ve samimî olmakla birlikte câhil ve görgüsüz oldukları için kaş yapayım derken göz çıkartan, kötü temsil eden, başkalarını dinden nefret ettirenlerdir.
2. Bir miktar kültürü olmakla birlikte samimiyetsiz, ahlâksız, faziletsiz, arivist, soytarı, yiyici, hortumlayıcı din sömürücüleridir. Bunların verdiği zararı haçlı orduları bile verememiştir.
İslâm’ın ikinci büyük düşman cephesi dinsizlerdir. Onlar, bu dine karşı bazı iyiniyetli papazlar ve müsteşrikler (oryantalist) kadar insaflı olamıyor. Batı dünyasında Louis Massignon, Louis Gardet, M. Watt gibi Hıristiyan oryantalistler İslâm’ı anlamaya çalışmış, insaflı ve iz’anlı olmuş, sempatiyle bakabilmiştir de; Müslüman ülkelerdeki İslâm düşmanları onların tersine kıpkızıl, insafsız, iftiracı saldırganlar olarak dini yıkmaya çalışmışlardır.
Din çok büyük bir kuvvettir. İslâm dinine dayanmamış olsaydı, Osmanlı devleti bu kadar büyür, bu kadar uzun yaşar mıydı?
Komşumuz ve hasmımız küçük Yunanistan’a bakınız. Orada din ve devlet uyum ve işbirliği içindedir. Bu onlara güç vermektedir.
İsrail’e bakınız. Orada din, devlet, kimlik, kültür içiçedir. Hafta tatili, Musevî dininin gereği olarak cumartesi günüdür. Bütün ülkede, yine dine uymak için domuz beslenmez, domuz eti satılmaz ve yenilmez, evlenme ve boşanma işleri hahamlara bırakılmıştır, din partileri serbestçe açılmakta ve faaliyet göstermektedir.
İngiltere’de din ve devlet birliği vardır. Hükümdar aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin başıdır.
ABD’de, çeşitli dinler ve kiliseler mevcut olduğu için devlet bunlardan biriyle işbirliği yapmaz, lakin hepsine hürriyet, serbestlik, imkan tanır. Yeni bir başkanın yemin töreninde belli başlı din temsilcileri hazır bulunur, kendi âyinlerini ve dualarını icra eder. Bu ülkede Müslümanların sayısı çoğaldığı için Clinton’un yemin merasiminde Müslüman temsilcisi de bulunmuş ve Kur’an okumuştur.
Artık hiçbir medenî, ciddî, ileri Batı ülkesinde din ve devlet çatışması, dindar milletle, dinsiz azınlıkların kavgası yoktur. Bunlar mâzide, tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır.
Yazık ki, bazı İslâm ülkelerinde, Batı’da 19’uncu asırda görüldüğü gibi din-devlet savaşı cereyan ediyor. Tunus’a bakıyorsunuz, görülmemiş bir zulüm ve eziyet var. Namaz kılmak neredeyse suç. Kadınlar başlarını sokakta da örtemiyor. Dindar halkı ve aydınları baskı altında tutmak için küçücük devletin 250 bin kişilik kolluk ordusu bulunuyor. Zindanlar inançlarından ve görüşlerinden dolayı hapsedilmiş dindarlarla dolu. Müslümanların bir kısmı da yurt dışına kaçmış, muhacir olmuş.
Mısır’ın anayasasında “Devletin dini İslâm’dır” diye yazılı ama, orada da, Tunus’taki kadar olmasa bile dine ve dindarlara baskı var. Orada da zindanlarda Müslümanlar inletiliyor.
Özbekistan, Sovyet işgalinden kurtuldu, fakat yeni kurulan beyaz idare dine baskı yapmakta, dindarların hürriyetlerini kısıtlamada Stalin’i aratmıyor. Ruslar gittikten sonra açılan on binlerce yeni mescid ve cami kapatıldı, ezan okumak yasak edildi, kadınların tesettüre girmesi engellendi.
Cezayir’in halini görüyoruz. Orada, din düşmanlarının Müslümanlara yaptığı zulmü eski sömürgeciler yapmamıştı.
ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Avrupa ülkelerinde kolejlere, üniversitelere kız öğrencilerin başörtüsüyle girmesi serbest. ABD üniversitelerinde kampüslerinde büyük cemaatlerle cuma namazı kılınıyor. İngiltere’de, bazı kolejlerin kiliselerinde Müslüman öğrencilerin namaz kılmasına, dua etmesine izin veriliyor.
Bütün medenî dünyada dine, dindarlara anlayış gösteriliyor, hürriyet veriliyor, hürmet ediliyor.
İleri ve medenî ülkelerde bir kişi “Ben Müslümanım, benim dinimin gerekleri böyledir” dediği vakit akan sular duruyor ve onun dinini ve inancını yaşaması ve hayata tatbik etmesi için bütün kolaylıklar gösteriliyor.
Bizdeki din devlet kavgası ülkeyi çökertiyor. İki yıldan beri sanki bütün işlerimiz bitmiş gibi faydasız, yıpratıcı, tahrip edici bir savaş yaşıyoruz. Resmî ideoloji ülke çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara, kendi inançlarına ve kimliklerine göre yaşamak, inandıkları ilkeleri hayata tatbik etmek hususunda zorluk çıkartıyor, onlara hayat hakkı tanımıyor.
Üniversitelerimizde yaşanan başörtüsü zulmü nedir? Böyle bir zorbalık dünyanın hangi medenî, hukuka dayanan, insan haklarına riayet eden sisteminde vardır?
Birçok ülkelerdeki farmasonlar, bulundukları ülkenin dini ile savaşmaz. ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da masonlar Hıristiyanlıkla, Musevilikle uğraşmaz. Bizdekiler ise Fransız masonlarının ateist kısmının peşinden giderek İslâm ile, Müslümanlar ile bitmez tükenmez bir savaşa girmişlerdir. Bu savaşı kaybetmeye mahkum olduklarını bilmiyorlar mı?
Aydın geçinenlerimizin bir kısmı, modern Don Kişot’lar kesilmişler, dur durak bilmeden din ile savaşmaya yeltenmektedir. Günlük gazetelerde, haftalık dergilerde, televizyonlarda birtakım köşe yazarları, yorumcular dine hakaret etmeyi, dindarlara saldırmayı ilericilik sanıyorlar. Bunlar ne kadar geri, ne kadar sefil mahluklardır. Onlara ayıp olarak kendi ülkelerinin ve halklarının dini ile savaşmaları yetmez mi?
Din medeniyetin, kültürün, insanlığın temelidir. Dinsiz sistemler hep batmıştır. Sovyetler Birliği’nin resmî ideolojisi dinsizlik, Allahsızlık üzerine kuruluydu. Bezbojnik dernekleri halkı dinden uzaklaştırmak için yetmiş sene boyunca aralıksız, azgın ve kuduz bir propaganda yapmıştı. Sonunda ne oldu? Kızıl küfür rejimi yıkıldı, din ve dindarlar yine hür oldu. Kızıl meydanda Stalin’in yıktırttığı büyük kilise tekrar yapıldı.
Arnavutluk’ta kızıl ekfer Enver Hoca 1966’dan sonra dini, inancı yasak etmiş, bütün camileri, kiliseleri, havraları kapatmış, yüzde doksan dokuzunu yıktırmıştı. Namaz kılan hapse atılıyordu. Küçük çocukları gizlice vaftiz eden papazlar kurşuna diziliyordu. Sonunda ne oldu? O rejim de yıkıldı ve din hürriyeti tekrar hâkim oldu. Fakat, büyük tahribat meydana gelmiş olduğu için olan Arnavutluğa, onun halkına olmuştu.
Allah Türkiye’nin devletine, milletine, ülkesine zeval vermesin. Bizdeki kısa akıllı, fanatik dinsizlere insaf ve iz’an nasip eylesin. Memleketimizi dinsiz egemen azınlıkların şerrinden korusun.
Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır. Türkiye Müslümanları ABD’de, İnglitere’de, Almanya’da, İsveç’te yaşayan din kardeşleri kadar hür olacaktır.
Din iklim gibi, coğrafî şartlar gibi temel bir unsurdur. İnsan gücü güneşin doğmasını, yazın gelmesini, suların yukarıdan aşağıya doğru akmasını önleyemediği gibi dini de önleyemez. Dinsizler bunu bir idrak edebilseler ve başlangıçta kaybetmiş oldukları savaşa bir son verebilseler.
14.11.1998Din-Devlet Kavgası
İSLÂM dininin iki çeşit düşmanı ve zarar vericisi var. Birinciler dindar geçinen kesimdendir. Bunlar da ikiye ayrılır:
1. İyiniyetli ve samimî olmakla birlikte câhil ve görgüsüz oldukları için kaş yapayım derken göz çıkartan, kötü temsil eden, başkalarını dinden nefret ettirenlerdir.
2. Bir miktar kültürü olmakla birlikte samimiyetsiz, ahlâksız, faziletsiz, arivist, soytarı, yiyici, hortumlayıcı din sömürücüleridir. Bunların verdiği zararı haçlı orduları bile verememiştir.
İslâm’ın ikinci büyük düşman cephesi dinsizlerdir. Onlar, bu dine karşı bazı iyiniyetli papazlar ve müsteşrikler (oryantalist) kadar insaflı olamıyor. Batı dünyasında Louis Massignon, Louis Gardet, M. Watt gibi Hıristiyan oryantalistler İslâm’ı anlamaya çalışmış, insaflı ve iz’anlı olmuş, sempatiyle bakabilmiştir de; Müslüman ülkelerdeki İslâm düşmanları onların tersine kıpkızıl, insafsız, iftiracı saldırganlar olarak dini yıkmaya çalışmışlardır.
Din çok büyük bir kuvvettir. İslâm dinine dayanmamış olsaydı, Osmanlı devleti bu kadar büyür, bu kadar uzun yaşar mıydı?
Komşumuz ve hasmımız küçük Yunanistan’a bakınız. Orada din ve devlet uyum ve işbirliği içindedir. Bu onlara güç vermektedir.
İsrail’e bakınız. Orada din, devlet, kimlik, kültür içiçedir. Hafta tatili, Musevî dininin gereği olarak cumartesi günüdür. Bütün ülkede, yine dine uymak için domuz beslenmez, domuz eti satılmaz ve yenilmez, evlenme ve boşanma işleri hahamlara bırakılmıştır, din partileri serbestçe açılmakta ve faaliyet göstermektedir.
İngiltere’de din ve devlet birliği vardır. Hükümdar aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin başıdır.
ABD’de, çeşitli dinler ve kiliseler mevcut olduğu için devlet bunlardan biriyle işbirliği yapmaz, lakin hepsine hürriyet, serbestlik, imkan tanır. Yeni bir başkanın yemin töreninde belli başlı din temsilcileri hazır bulunur, kendi âyinlerini ve dualarını icra eder. Bu ülkede Müslümanların sayısı çoğaldığı için Clinton’un yemin merasiminde Müslüman temsilcisi de bulunmuş ve Kur’an okumuştur.
Artık hiçbir medenî, ciddî, ileri Batı ülkesinde din ve devlet çatışması, dindar milletle, dinsiz azınlıkların kavgası yoktur. Bunlar mâzide, tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır.
Yazık ki, bazı İslâm ülkelerinde, Batı’da 19’uncu asırda görüldüğü gibi din-devlet savaşı cereyan ediyor. Tunus’a bakıyorsunuz, görülmemiş bir zulüm ve eziyet var. Namaz kılmak neredeyse suç. Kadınlar başlarını sokakta da örtemiyor. Dindar halkı ve aydınları baskı altında tutmak için küçücük devletin 250 bin kişilik kolluk ordusu bulunuyor. Zindanlar inançlarından ve görüşlerinden dolayı hapsedilmiş dindarlarla dolu. Müslümanların bir kısmı da yurt dışına kaçmış, muhacir olmuş.
Mısır’ın anayasasında “Devletin dini İslâm’dır” diye yazılı ama, orada da, Tunus’taki kadar olmasa bile dine ve dindarlara baskı var. Orada da zindanlarda Müslümanlar inletiliyor.
Özbekistan, Sovyet işgalinden kurtuldu, fakat yeni kurulan beyaz idare dine baskı yapmakta, dindarların hürriyetlerini kısıtlamada Stalin’i aratmıyor. Ruslar gittikten sonra açılan on binlerce yeni mescid ve cami kapatıldı, ezan okumak yasak edildi, kadınların tesettüre girmesi engellendi.
Cezayir’in halini görüyoruz. Orada, din düşmanlarının Müslümanlara yaptığı zulmü eski sömürgeciler yapmamıştı.
ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Avrupa ülkelerinde kolejlere, üniversitelere kız öğrencilerin başörtüsüyle girmesi serbest. ABD üniversitelerinde kampüslerinde büyük cemaatlerle cuma namazı kılınıyor. İngiltere’de, bazı kolejlerin kiliselerinde Müslüman öğrencilerin namaz kılmasına, dua etmesine izin veriliyor.
Bütün medenî dünyada dine, dindarlara anlayış gösteriliyor, hürriyet veriliyor, hürmet ediliyor.
İleri ve medenî ülkelerde bir kişi “Ben Müslümanım, benim dinimin gerekleri böyledir” dediği vakit akan sular duruyor ve onun dinini ve inancını yaşaması ve hayata tatbik etmesi için bütün kolaylıklar gösteriliyor.
Bizdeki din devlet kavgası ülkeyi çökertiyor. İki yıldan beri sanki bütün işlerimiz bitmiş gibi faydasız, yıpratıcı, tahrip edici bir savaş yaşıyoruz. Resmî ideoloji ülke çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara, kendi inançlarına ve kimliklerine göre yaşamak, inandıkları ilkeleri hayata tatbik etmek hususunda zorluk çıkartıyor, onlara hayat hakkı tanımıyor.
Üniversitelerimizde yaşanan başörtüsü zulmü nedir? Böyle bir zorbalık dünyanın hangi medenî, hukuka dayanan, insan haklarına riayet eden sisteminde vardır?
Birçok ülkelerdeki farmasonlar, bulundukları ülkenin dini ile savaşmaz. ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da masonlar Hıristiyanlıkla, Musevilikle uğraşmaz. Bizdekiler ise Fransız masonlarının ateist kısmının peşinden giderek İslâm ile, Müslümanlar ile bitmez tükenmez bir savaşa girmişlerdir. Bu savaşı kaybetmeye mahkum olduklarını bilmiyorlar mı?
Aydın geçinenlerimizin bir kısmı, modern Don Kişot’lar kesilmişler, dur durak bilmeden din ile savaşmaya yeltenmektedir. Günlük gazetelerde, haftalık dergilerde, televizyonlarda birtakım köşe yazarları, yorumcular dine hakaret etmeyi, dindarlara saldırmayı ilericilik sanıyorlar. Bunlar ne kadar geri, ne kadar sefil mahluklardır. Onlara ayıp olarak kendi ülkelerinin ve halklarının dini ile savaşmaları yetmez mi?
Din medeniyetin, kültürün, insanlığın temelidir. Dinsiz sistemler hep batmıştır. Sovyetler Birliği’nin resmî ideolojisi dinsizlik, Allahsızlık üzerine kuruluydu. Bezbojnik dernekleri halkı dinden uzaklaştırmak için yetmiş sene boyunca aralıksız, azgın ve kuduz bir propaganda yapmıştı. Sonunda ne oldu? Kızıl küfür rejimi yıkıldı, din ve dindarlar yine hür oldu. Kızıl meydanda Stalin’in yıktırttığı büyük kilise tekrar yapıldı.
Arnavutluk’ta kızıl ekfer Enver Hoca 1966’dan sonra dini, inancı yasak etmiş, bütün camileri, kiliseleri, havraları kapatmış, yüzde doksan dokuzunu yıktırmıştı. Namaz kılan hapse atılıyordu. Küçük çocukları gizlice vaftiz eden papazlar kurşuna diziliyordu. Sonunda ne oldu? O rejim de yıkıldı ve din hürriyeti tekrar hâkim oldu. Fakat, büyük tahribat meydana gelmiş olduğu için olan Arnavutluğa, onun halkına olmuştu.
Allah Türkiye’nin devletine, milletine, ülkesine zeval vermesin. Bizdeki kısa akıllı, fanatik dinsizlere insaf ve iz’an nasip eylesin. Memleketimizi dinsiz egemen azınlıkların şerrinden korusun.
Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır. Türkiye Müslümanları ABD’de, İnglitere’de, Almanya’da, İsveç’te yaşayan din kardeşleri kadar hür olacaktır.
Din iklim gibi, coğrafî şartlar gibi temel bir unsurdur. İnsan gücü güneşin doğmasını, yazın gelmesini, suların yukarıdan aşağıya doğru akmasını önleyemediği gibi dini de önleyemez. Dinsizler bunu bir idrak edebilseler ve başlangıçta kaybetmiş oldukları savaşa bir son verebilseler.
İslâm dininin iki çeşit düşmanı ve zarar vericisi var. Birinciler dindar geçinen kesimdendir. Bunlar da ikiye ayrılır:
1. İyiniyetli ve samimî olmakla birlikte câhil ve görgüsüz oldukları için kaş yapayım derken göz çıkartan, kötü temsil eden, başkalarını dinden nefret ettirenlerdir.
2. Bir miktar kültürü olmakla birlikte samimiyetsiz, ahlâksız, faziletsiz, arivist, soytarı, yiyici, hortumlayıcı din sömürücüleridir. Bunların verdiği zararı haçlı orduları bile verememiştir.
İslâm’ın ikinci büyük düşman cephesi dinsizlerdir. Onlar, bu dine karşı bazı iyiniyetli papazlar ve müsteşrikler (oryantalist) kadar insaflı olamıyor. Batı dünyasında
gibi Hıristiyan oryantalistler İslâm’ı anlamaya çalışmış,
Din çok büyük bir kuvvettir. İslâm dinine dayanmamış olsaydı, Osmanlı devleti bu kadar büyür, bu kadar uzun yaşar mıydı?
Komşumuz ve hasmımız küçük Yunanistan’a bakınız. Orada din ve devlet uyum ve işbirliği içindedir. Bu onlara güç vermektedir.
İsrail’e bakınız. Orada din, devlet, kimlik, kültür içiçedir. Hafta tatili, Musevî dininin gereği olarak
günüdür.
din partileri serbestçe açılmakta ve faaliyet göstermektedir.
İngiltere’de din ve devlet birliği vardır. Hükümdar aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin başıdır.
ABD’de, çeşitli dinler ve kiliseler mevcut olduğu için devlet bunlardan biriyle işbirliği yapmaz, lakin hepsine hürriyet, serbestlik, imkan tanır.
Bu ülkede Müslümanların sayısı çoğaldığı için Clinton’un yemin merasiminde Müslüman temsilcisi de bulunmuş ve Kur’an okumuştur. Artık hiçbir medenî, ciddî, ileri Batı ülkesinde din ve devlet çatışması, dindar milletle, dinsiz azınlıkların kavgası yoktur. Bunlar mâzide, tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır.
Yazık ki, bazı İslâm ülkelerinde, Batı’da 19’uncu asırda görüldüğü gibi din-devlet savaşı cereyan ediyor. Tunus’a bakıyorsunuz, görülmemiş bir zulüm ve eziyet var. Namaz kılmak neredeyse suç. Kadınlar başlarını sokakta da örtemiyor. Dindar halkı ve aydınları baskı altında tutmak için küçücük devletin 250 bin kişilik kolluk ordusu bulunuyor. Zindanlar inançlarından ve görüşlerinden dolayı hapsedilmiş dindarlarla dolu. Müslümanların bir kısmı da yurt dışına kaçmış, muhacir olmuş.
Mısır’ın anayasasında “Devletin dini İslâm’dır” diye yazılı ama, orada da, Tunus’taki kadar olmasa bile dine ve dindarlara baskı var. Orada da zindanlarda Müslümanlar inletiliyor.
Özbekistan, Sovyet işgalinden kurtuldu, fakat yeni kurulan beyaz idare dine baskı yapmakta, dindarların hürriyetlerini kısıtlamada Stalin’i aratmıyor. Ruslar gittikten sonra açılan on binlerce yeni mescid ve cami kapatıldı, ezan okumak yasak edildi, kadınların tesettüre girmesi engellendi.
Cezayir’in halini görüyoruz. Orada, din düşmanlarının Müslümanlara yaptığı zulmü eski sömürgeciler yapmamıştı.
ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Avrupa ülkelerinde kolejlere, üniversitelere kız öğrencilerin başörtüsüyle girmesi serbest. ABD üniversitelerinde kampüslerinde büyük cemaatlerle cuma namazı kılınıyor. İngiltere’de, bazı kolejlerin kiliselerinde Müslüman öğrencilerin namaz kılmasına, dua etmesine izin veriliyor.
Bütün medenî dünyada dine, dindarlara anlayış gösteriliyor, hürriyet veriliyor, hürmet ediliyor.
İleri ve medenî ülkelerde bir kişi “Ben Müslümanım, benim dinimin gerekleri böyledir” dediği vakit akan sular duruyor ve onun dinini ve inancını yaşaması ve hayata tatbik etmesi için bütün kolaylıklar gösteriliyor.
Bizdeki din devlet kavgası ülkeyi çökertiyor. İki yıldan beri sanki bütün işlerimiz bitmiş gibi faydasız, yıpratıcı, tahrip edici bir savaş yaşıyoruz. Resmî ideoloji ülke çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara, kendi inançlarına ve kimliklerine göre yaşamak, inandıkları ilkeleri hayata tatbik etmek hususunda zorluk çıkartıyor, onlara hayat hakkı tanımıyor.
Üniversitelerimizde yaşanan başörtüsü zulmü nedir? Böyle bir zorbalık dünyanın hangi medenî, hukuka dayanan, insan haklarına riayet eden sisteminde vardır?
Birçok ülkelerdeki farmasonlar, bulundukları ülkenin dini ile savaşmaz. ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da masonlar Hıristiyanlıkla, Musevilikle uğraşmaz. Bizdekiler ise Fransız masonlarının ateist kısmının peşinden giderek İslâm ile, Müslümanlar ile bitmez tükenmez bir savaşa girmişlerdir. Bu savaşı kaybetmeye mahkum olduklarını bilmiyorlar mı?
Aydın geçinenlerimizin bir kısmı, modern Don Kişot’lar kesilmişler, dur durak bilmeden din ile savaşmaya yeltenmektedir. Günlük gazetelerde, haftalık dergilerde, televizyonlarda birtakım köşe yazarları, yorumcular dine hakaret etmeyi, dindarlara saldırmayı ilericilik sanıyorlar. Bunlar ne kadar geri, ne kadar sefil mahluklardır. Onlara ayıp olarak kendi ülkelerinin ve halklarının dini ile savaşmaları yetmez mi?
Din medeniyetin, kültürün, insanlığın temelidir. Dinsiz sistemler hep batmıştır. Sovyetler Birliği’nin resmî ideolojisi dinsizlik, Allahsızlık üzerine kuruluydu. Bezbojnik dernekleri halkı dinden uzaklaştırmak için yetmiş sene boyunca aralıksız, azgın ve kuduz bir propaganda yapmıştı. Sonunda ne oldu? Kızıl küfür rejimi yıkıldı, din ve dindarlar yine hür oldu. Kızıl meydanda Stalin’in yıktırttığı büyük kilise tekrar yapıldı.
Arnavutluk’ta kızıl ekfer Enver Hoca 1966’dan sonra dini, inancı yasak etmiş, bütün camileri, kiliseleri, havraları kapatmış, yüzde doksan dokuzunu yıktırmıştı. Namaz kılan hapse atılıyordu. Küçük çocukları gizlice vaftiz eden papazlar kurşuna diziliyordu. Sonunda ne oldu? O rejim de yıkıldı ve din hürriyeti tekrar hâkim oldu. Fakat, büyük tahribat meydana gelmiş olduğu için olan Arnavutluğa, onun halkına olmuştu.
Allah Türkiye’nin devletine, milletine, ülkesine zeval vermesin. Bizdeki kısa akıllı, fanatik dinsizlere insaf ve iz’an nasip eylesin. Memleketimizi dinsiz egemen azınlıkların şerrinden korusun.
Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır. Türkiye Müslümanları ABD’de, İnglitere’de, Almanya’da, İsveç’te yaşayan din kardeşleri kadar hür olacaktır.
Din iklim gibi, coğrafî şartlar gibi temel bir unsurdur. İnsan gücü güneşin doğmasını, yazın gelmesini, suların yukarıdan aşağıya doğru akmasını önleyemediği gibi dini de önleyemez. Dinsizler bunu bir idrak edebilseler ve başlangıçta kaybetmiş oldukları savaşa bir son verebilseler. 14 Kasım 1998 Cumartesi