Silâh Tâcirlerinin Etekleri Zil Çalıyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Çarşamba
Şu gazete haberlerine ve yorumlarına bakınız:
, bayrakçılar bayram yapıyormuş, halk terörü bayraklarla lanetliyormuş…
ABD “Sakın siz vurmayın, biz onları hallederiz” demiş… Esir alınan (veya rehin tutulan) sekiz askerimizin biran önce sıcak yuvalarına dönmesini bekliyoruz… Türkiye vurur mu? Vurur da vurmayabilir de…
Birtakım silâh, cephane, askeri araç ve gereç tacirleri şimdi ağızları kulaklarında ellerini ovuşturuyorlar. PKK’nın içteki teröründen çok ama çok para kazanmışlardı. Savaş Kuzey Irak’a sıçrarsa bunun on misli, yüz misli kazanacaklardır. PKK terörü şimdiye kadar çoktan biterdi. Onlar bitirtmediler. Terör biterse ticaretlerine, kârlarına kesat gelecekti.
Vaktiyle, 1919’da Yunanistan’ı Türkiye’ye
(Yahut Vasil)
adında uluslararası bir silah taciri kışkırtıp saldırtmıştı. Savaş üç-dört yıl sürdü. Batı Anadolu harap oldu, nice canlar yandı. Sonunda Yunanistan mağlup oldu, askerleri denize döküldü. Bu savaş Türkiye’de yaşayan bir buçuk milyon Rum’un da sonu oldu. PKK terörü, Kuzey Irak, savaş gibi konularda çalakalem yazanlar, bu işlerin ardındaki silâh ve cephane ticaretini, silâh kaçakçılığını, uyuşturucu trafiğini de dile getirmelidir.
ABD, Fransa, İsrail, Rusya, Çin ve diğer büyük silâh üretimi ve ticareti yapan ülkelerin etekleri zil çalıyor. Hele bir savaş çıksın, hem Türkiye’ye, hem PKK’ya, hem Irak’a bol bol silâh satacaklardır. Bu işin yekûn cirosu 100 milyarlarca doları geçer. Savaş tamtamları çalan bazıları bir taşla iki kuş değil, bir sürü kuş vurmak istiyor.
çerçevesi için
Birileri büyük hatâlar yapıyor:
Bunları maalesef biz bu kadar şımarttık, azdırdık. Barzanî ve Talabanî saltanatı bugün vardır, yarın yoktur. ABD ve İsrail’in desteğini kaybettikleri gün yokturlar. Bu destek ilanihaye devam etmez. ABD Irak’tan mutlaka çekilecektir. İsrail’in de kolu kanadı kırılacaktır.
Son beş-altı yıl içinde
İleride bunun kokusu çıkacaktır. Bekleyiniz. Analar babalar ciğerparelerine ağlıyor, silâh tacirleri sevinç içinde ellerini ovuşturuyor, binlerce gazeteci, yorumcu kuru sıkı atıp tutuyor… Bayrak satışları fayrap… Halk PKK’ya ölüm diye bağırıyor… PKK vurup kaçıyor… Toplantı üzerine toplantı yapılıyor… Güneydoğu’da köylerinden sürülmüş, şehirlere göçmüş milyonlarca halk sefalet, işsizlik, ümitsizlik içinde bekleşiyor. Uyuşturucu ve silah kaçakçılarının ağızları kulaklarında…Örtülü muslukları sonuna kadar açılmış, ulufeler dağıtılıyor… Tehditler, ricalar, yapmayın etmeyinler, asarız, keserizler, vururuz ha sesleri…
Yukarıdaki satırlar, yazmam gerekenlerin yüzde biri bile değildir. Daha fazla yazsam zülf-i yâre dokunacak…
Daha önce de yapılıyordu ama seçimlerden sonra hayli arttı. Birtakım Müslüman politikacılar, gazeteciler, yazarlar, düşünürler, hattâ bazı ilâhiyatçılar ve din görevlileri, yüce İslâm dininin izin vermediği şekilde ve ölçüde takiyye yapmaya başladılar. Ehl-i sünnet İslâmlığında takiyye, ancak zaruret hallerinde caizdir.
Şimdi bay Filan politikacıya soruyorum: Sayın Efendi, siz bu kadar aşırı takiyye yapmak için fetva aldınız mı, elinizde ruhsatınız var mı? İslâm’ın kesinlikle kabul etmediği, izin vermediği şeyleri nasıl kolayca, sere serpe söylüyorsunuz? İslâm’ın tahkirini emr ettiği şeyleri tâzim etmek
(onları ululamak), hürmet göstermek küfürdür. Yine, İslâm’ın tâzim edilmesini istediği şeyleri tahkir etmek, o da küfürdür.
Din dilinde kâfir
(KFR kökünden gelir)
gerçeği örten, inkâr eden mânâsınadır. Allah’a karşı gelen, Hz. Peygamber Efendimizi yalanlayan ve O’na düşmanlık eden, Kur’ân’ı tekzib eden, İslâm dinine saldıran bir kimse, Müslümanın gözünde hürmete, sevgiye, ihtirama layık değildir.
Lakin
Dikkat etsin, ulu orta takiyye yaparken dinden çıkar, ebedî saadetini kaybeder ve belâsını bulur.
Yine birtakım Müslüman yazarlar da, dünya menfaatleri ve hırsları için aşırı şekilde takiyye yapıyor. Onlar da Mevlâlarını değil, belâlarını arıyor. İslâm dinine açıkça cephe almış, Peygambere düşmanlık etmiş, Kur’ân’a karşı gelmiş hiç kimse ihtirama layık bir büyük olamaz.
Gafiller, zalimler, cahiller, kâfirler onları övebilir, baş tacı edebilir ama şuurlu, vicdanlı, firasetli bir Müslüman böyle bir şey yapamaz. Müslümanın her söylediği doğru olmalıdır.
Birtakım haram yiyici, kirli ve kara servet edinici bozuk Müslümanlar yaptıkları kötü işlere maalesef Yüce İslâm dinini âlet etmek istiyorlar. Onlara hatırlatıyorum: Bu Din-i Mübin Yüce Allah’ın koruması altındadır. Yaptıkları kâfirâne takiyyeler ve diğer fısk ve fücurlar, günahlar, isyanlar, tuğyanlar döner dolaşır ve başlarına bir sille gibi iner.
Bu memleketteki kaşarlanmış İslâm düşmanları o kadar aptal değildir ki, birtakım İslâmcıların, sahte dindarların takiyyelerine hemen kanıversinler. Bazı konular vardır ki, onları övmekte veya yermekte iki sille vardır: Kötüleri överseniz elh-i dünyanın memnuniyetini celb eder, fakat Allah’ın gazabına uğrarsınız. İyisi mi bu konuda susmak gerekir. İslâm dini kumaş, bizim takiyyeciler makas… Yağma yok!.. Uyanık Müslümanlar onların yalanlarına kanmaz.
Hindistan’da bundan dört asır önce
diye bozuk bir hükümdar vardı.
İslâm’daki selâmı kaldırmış, yerine
diye bir selâm koymuştu. Camilerin yerine ibadethane denilen mabetler yapmıştı… Bir Müslüman bu adamı övebilir mi? Överse ne olur? Kâfir olur.
Stalin büyük adammış… Yok canım!.. Tarihte Stalin denilen canavar kadar İslâm’a düşmanlık etmiş, on milyonlarca Müslüman öldürmüş kaç zalim vardır? Müslüman elbette aşırılık yapmaz. Müslüman elbette, söylenmesi ve yazılması fitne ve fesat çıkartacak şeyleri beyan etmez.
Hikmetli bir şekilde susar.
Efendiler!.. Allah’ın ilmi, takdiri, iradesi sizi ve hepimizi kuşatmıştır. O’nun razı olmayacağı, O’nun hoşnut kalmayacağı lâflar etmeyin. Takiyye yaparak kalplerini ve sevgilerini kazanmak istediğiniz ehl-i dünya sizi kurtaramaz. Allah’ın gazabı ve azabına uğrarsanız perişan olursunuz. Ne makamınız ve mevkiiniz kalır, ne riyasetiniz, ne servet ve samanınız, ne de mahdum ve kızlarınız, ne de damatlarınız ve dünürleriniz…
Ve sevgili Müslüman kardeşlerim: Dinin hoş görmediği, kabul etmediği takiyyelerden uzak durunuz. Allah, dost ve yardımcı olarak bize yeter… 25 Ekim 2007