Sınırsız para hırsı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Her insan mülk edinmek, para kazanmak, bir miktar servete sahip olmak ister. Ancak bunun normal bir sınırı vardır. Toplum içinde bazıları var ki, para kazanmak, zengin olmak konusunda ölçüleri kaçırmış, sınırları aşmış, âdeta kudurmuştur. Herife dünyayı verseniz, yine de yeterli bulmaz, “Ay dünyanın uydusudur, onu da isterim” der. İslâm dini, insanlardaki para hırsını, zenginlik ihtirasını frenleyici kurallar, emirler ve yasaklar getirmiştir. En büyük Müslüman ve bütün mü’minlere örnek ve model olan Peygamber dünya zenginliğine iltifat etmemiş, fakrı seçmiş, kimseden bir şey istememiştir. Öyle ki, vefat ettiğinde, zırhı birkaç ölçek buğday mukabilinde bir Yahudi’de rehin bulunuyordu. Bugün önder, reis, çoban, rehber durumunda olan bazı ünlü Müslümanların, para yığma, zengin olma, bağlılarından bağış toplama konusunda Kitabullah’a, Peygamber’in sünnetine, geçmiş büyüklerin prensiplerine tamamen zıt bir yola girmiş olduklarını esefle görmekteyiz. İslâm dini kenz yapmayı, yâni parayı biriktirip istiflemeyi şiddetle yasaklamaktadır. Kenz yapanlar asla İslâm büyüğü olamazlar. Ümmet’in bazı işleri ve hizmetleri için elbette paraya ihtiyaç vardır. Bu paralarla okullar, üniversiteler, araştırma merkezleri, kütüphâneler, bilgi merkezleri, arşivler kurulacak; hocalar, uzmanlar yetiştirilecek, öğrenciler desteklenecek; propaganda yapılacaktır. Ama bütün bunlar Ümmet çapında, istişâre ile, bir plan ve program dairesinde, uzmanların ve ehliyetli kişilerin nezaret ve uygulaması ile yapılacaktır. Müslümanlardan toplanan paraların, yine o Müslümanları bilgi, aksiyon ve estetik bakımından vasıflı kılacak, güçlendirecek, üstün hale getirecek hizmet ve faaliyetler şeklinde kendilerine dönmesi gerekir. Müslümanlardan toplanan paraların bir veya birkaç kişiyi Karun kadar zengin etmesinin hiçbir faydası ve kıymeti yoktur. Müslümanlardan son otuz kırk yıl içinde toplanan muazzam paralar yerli yerinde, planlı ve programlı bir şekilde, akıllıca, vahye uygun olarak harcanmış bulunsaydı, Müslümanlar şimdiye kadar çoktan selâmet sahiline ulaşmış olurlardı. Yazık ki, bu paraların bir kısmı faydasız işlere harcanıp ziyan edilmiş, bir kısmı ise birtakım adamların zimmetine geçmiştir. Yapılan hizmet ve faaliyetler de yetersiz ve güdük olmuştur.
Kütüphâne
FRANSA’nın eski devlet başkanı Mitterand’ın hizmetlerinden biri de, Paris’e muazzam bir kütüphâne kurmuş, eski “Millî Kütüphâne”yi, “Fransa Kütüphânesi” adı verilen bu modern müesseseye taşımış olmasıdır. Kütüphânesiz medeniyet, kültür, güç olmaz. Bugün ABD’de öyle üniversiteler vardır ki, kütaphânelerinde milyonlarca kitap bulunmaktadır. Meselâ Chicago Üniversitesi kütüphânesinde 13,5 milyon kitap ve belge vardır. İstanbul’da en büyük kütüphâne Beyâzıt Devlet Kütüphânesidir ve orada kitap ve belge olarak sadece 450 bin eser bulunmaktadır ki, ülkemizin en büyük şehrindeki en büyük kütüphânenin bu kadar az malzemeye sahip olması bizim için yüz karasıdır. Türkiye’yi teknokratlar, mühendis kafalı kişiler idare ediyor. Merhum Turgut bey o kadar iş yaptı, fakat İstanbul’a birkaç milyon kitaplı büyük bir kütüphâne kazandırmayı düşünmedi. Mühendis kafası… Türkiye gibi, cihan tarihinin gördüğü üç büyük imparatorluktan birini, Osmanlı devletini kurmuş bir ülkenin tabiî başkenti ve asıl merkezi olan İstanbul’da doğru dürüst bir genel kütüphâne bulunmaması çok utanılacak, çok ayıplanacak, çok üzünülecek bir eksikliktir. Lâkin bu konuda ne aydınlarımız, ne politikacılarımız, ne de medya mensuplarımız bir şey yapmaktadır. Müslüman kesim de, son otuz kırk yıl içinde bir gecekondu, kırsal kesim, taşra, köylü, varoş kültürü ve zihniyeti seviyesine düşmüş bulunduğu için kütüphâne konusunda bir şey yapacak durumda değildir. Zaten, İstanbul’a üç-beş milyon kitaplık büyük bir kütüphâne kurulsa bile buraya gelip de kitap okuyacak, araştırma yapacak adam kalmamış gibidir. Çünkü bizim gayr-i millî eğitimimiz ve üniversitelerimiz iflâs etmiştir. İleride aklı başında, kültürlü, seviyeli, vicdanlı idareciler iş başına geçerlerse İstanbul’a Türkiye’nin büyük kütüphânesini kurmak için harekete geçerler inşaallah.
Sabataistler
MÜSLÜMANLARIN içinden çıkan bir dinsiz İslâm’a ve Ümmet-i Muhammed’e saldırırsa, onun bu tecâvüzünü ve edebsizliğini ayıplar ve kınarız. Lâkin İslâm’a ve Müslümanlara şiddetle saldıran bir kişi, her ne kadar zâhiren Müslüman gibi görünüyorsa da, aslen Sabataist, yâni Dönme ise onu, bir milyon kere daha fazla lânetler ve kınarız. Çünkü bu adam haddini çok aşmış olmaktadır. Şu anda Türkiye’de bazı Sabataistler İslâm’a ve Müslümanlara savaş ilân etmişlerdir. Biz Müslümanlar onların dinine, inançlarına, inandıkları gibi yaşamalarına karışmıyoruz, onlarsa bize saldırıp duruyorlar. Dinimizi irtica, dindarları mürteci olarak görüyorlar. Sabataistler 17’nci yüzyıldan bu yana TürkiyeMüslümanlarının toleransı ve genişliği sâyesinde bu memlekette huzur ve hürriyet içinde yaşamışlardır. Dıştan Müslüman geçinmişler, fakat gerçekte Sabatay Sevi tarikatı Yahudisi olarak sinagogları, hahamları, hahambaşıları, kendi dinî bayramları olmuştur. Halen de kendi aralarında evlenmekte, lüks otellerdeki düğünlerde gizlice Yahudi nikâhı kıydırmaktadırlar. Biz Sabataistlere karışmıyoruz ama onlardan bazıları bize, bu memleketin ezici çoğunluğuna savaş ilân etmiş bulunuyor. Ben bütün Sabataistler böyle yapıyor demiyorum. Şu anda belki de, Sabataist olduğunu bilmeyenleri bile vardır. Türkiye madem ki, sözde demokrat, hür, herkese eşitlik tanıyan bir rejime sahiptir, günün birinde bir Sabataist bu ülkeye devlet bakanı, başbakan olabilir veya başka büyük bir mevkiye geçebilir. Ancak böyle bir kişinin hiç unutmaması gereken bir gerçek vardır. O da, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu, milletin dininin İslâm dini olduğudur. 70’li yıllarda, Avusturya’ya başbakan olan Kreisky, İsrail ile Avusturya arasında çıkan bir ihtilâf sırasında “Ben Yahudiyim ama Avusturya’nın başbakanıyım. Vazifem Avusturya’nın menfaatlerini korumaktır” meâlinde bir söz etmişti. Türkiye Sabataistleri de Kreisky kadar mert olabilmelidir. Ülkemizdeki Sabataistler Türklerle ve Müslümanlarla iyi geçinmek zorunda olduklarını anlamalıdır. İçlerinden çıkan İslâm düşmanı birkaç densiz adamı da frenlemeye, engellemeye çalışmalıdır. Aksi takdirde, bugün yapılan tecâvüz ve düşmanlıkların faturası bütün bir cemaate çıkabilir. 12 Ağustos 1998 Çarşamba