Bendeniz

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971

(o tarihte Almanyada yaşıyordum),

12 Eylül 1980 ve 28 Şubat darbelerini

görmüş ve acılarını çekmiş bir vatandaşım. İstanbul’da yayınlanan

iki günlük gazete sahibiydim

, BUGÜN ve Babıalide SABAH… Sandıktan çıkmayan, darbecilerin iradesi ile başa geçen

zalim Nihat Erim iktidarı

bu gazetelerimi süresiz olarak kapatmak suretiyle müesseselerimi yıkmış ve beni iflas ettirmişti.

Basın hürriyeti!..

Yazımın başında saydığım

dört darbe Türkiyeyi geri götürmüş

, maddî ve manevî büyük yıkıma ve felakete sebep olmuştur. Darbeler millî kültüre, millî kimliğe, meşruiyete, adalete, huzura, güvene, sosyal barışa, eşitlik ilkesine zarar vermiştir.

Darbelerin tozu dumanı içinde yüz milyarlarca dolar vurgunlar vurulmuştur. Darbeler din, inanç, inandığı gibi yaşamak, fikir, vicdan hürriyetlerini ayaklar altına almıştır. Darbeler İslâma karşı yapılmıştır.

27 Mayıs darbesinden sonra

nice din ve tasavvuf hizmetkârı ve hocası Nazi kampları gibi kamplara doldurulmuştur.

Darbe, çoğunluğun oylarıyla seçilmiş bir iktidarın alaşağı edilmesi ve

Başbakan Adnan Menderes’in ve iki bakanın idam edilmesi demektir.

Darbe vesayet rejimi demektir.

Darbe

resmî ideoloji heyulası

demektir. Darbe insan haklarının çiğnenmesi demektir. Darbe

egemen azınlık saltanatı

demektir. Darbe zorbalıktır.

İnsan haklarını çiğneyen, devlet ülke ve halk olarak Türkiyeye zarar veren ve onu geri bırakan, bir sürü kötülüğe, hıyanete, yolsuzluğa, acıya yol açan darbelere, bir Müslüman olarak razı olmam mümkün değildir.

Askerî darbe yolları kapandı diye seviniyorduk, bu sefer de başımıza sivil saray darbesi teşebbüsleri çıktı.

Darbenin askerîsi de sivili de saray içi olanı da kötüdür, rezildir. Darbenin her türüne lâ’net olsun. İslâmın kurallarından biri şudur:

Zulme razı olan da zalimdir.

Diğer bir kural şudur:

Ehven-i şerreyn tercih olunur,

yani iki kötüden birini seçmek gerekirse, hafif olan seçilir.

Üçüncü kural şudur.

Bir toplum ne halde ise öyle idare olunur.

Dinî bir tarikat, cemaat, sekt ülkenin idaresini ele almak istiyorsa siyasî parti kurar, seçimlere girer, kazanırsa muradına erer. Başka yol yoktur.

Hiçbir iyi niyetli ve vasıflı Müslüman temiz dini, kirli politika entrikalarına alet etmez.

Türkiyede hiçbir dinî grup

Opus Dei’lik taslamasın.

Başbakan ameliyata girecek, birileri saatini dakikasını öğreniyor, gizli bir plan kuruyor, o narkozda, ameliyatta, yoğun bakım ünitesinde iken sivil bir darbe yapmaya niyet ediyor. Hangi vicdan buna razı olur?

Müslümanlar içinde sivil darbe heveslileri bulunmasından çok rahatsızım.

Türkiyenin yeni bir darbeye tahammülü yoktur. Darbe yapalım derken

iç savaş çıkmasına yol açabilirler.

Kabına sığmayan, maddî sahada akıllara durgunluk veren hamleler yapan bir Türkiyeyi

öyle sivil saray darbeleri ile olgun bir armut gibi kucaklarına düşürmek isteyenlerde hiç mi akıl yoktur.

Türkiyenin düzenini ve sistemini beğenmiyorum. Türkiyede yolsuzluk yoktur demiyorum. Türkiyede din sömürüsü yoktur demiyorum. Ülkemin uluslararası temizlik ve şeffaflık notunun 10 üzerinden 5 olduğu biliyorum.

Siyasî mánâda değil, kültürel planda muhalifim.

Lakin lakin lakin: Darbenin askerisine de siviline de karşıyım.

Yapılmış olanlara da, yapılmak istenenlere de lâ’net olsun!

* (İkinci yazı) Müslümanların İntiharı

Türkiye’nin çoğunluğunu, dominant faktörünü oluşturan

Sünnî Müslümanlar

bugünkü durumları ve tutumlarıyla bir intihar yolundadır.

Tek bir Ümmet haline gelmek için var gücüyle çalışmamak, bu konuda yapılması gerekenleri yapmamak bir intihar değil de nedir?

Ehliyetli, liyakatli, muttaqi, muhlis, şeci’, müeyyed min `indillah râşid bir İmama biat ve itaat etmemek intihar değil de nedir?

Adım başında bir camiin bulunduğu şu memlekette beş vakit namaz kılanların sayısının yüzde ona düşmesi intihar değil de nedir?

Mü’minler birbirini sevmiyor, birbirini desteklemiyor, birbiriyle yardımlaşmıyorsa orada yıkıma ve yenilgiye sebeb olan tefrika, nifak, şikak, fitne ve fesat var demektir.

Bilen Müslümanlar bilmeyen kardeşlerini uyarmaz, aydınlatmaz, bilgilendirmezse toplum çöker, zillet ve hezimete uğrar.

Yaza yaza bıktım:

Türkiye Müslümanları en kısa zamanda toparlanmazlar, Ümmet haline gelmezler, kendisine itaat edilmesi gereken zata biat ve itaat etmezler, itikadlarını tashih etmezler, beş vakit namazı kılmazlar, Kur’âna Sünnete ve Şeriata uymazlar, emanetleri ehline vermezler, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazlar, şehvetlerini frenlemezler, Rahmanın buyruklarını dinlemezler, Şeytanın maskarası olurlarsa onları büyük felaket ve afetler beklemektedir.

Bugünkü tefrika, fısk fücur, isyan tuğyan, nifak ve şikak, çekişme tepişmenin sonu Suriye ve Mısır Müslümanlarına benzemektir.

Gafletin, dalaletin sonu iyi olmaz. Zina, riba, israf, her tür fuhşiyyat, bin türlü beyinsizlik… Bunların sonu yıkımdır. Bir İslâm toplumu mâruf ile emr etmez ve münkeri nehy etmezse yıkıma uğrar.

Ümmet birliği ve teşkilâtı yok… Kendisine biat ve itaat edilen râşid bir İmam yok… Müslümanlar binden fazla birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, gruba, parçaya, İslâmcılığa ayrılmış… Bu halin sonu köleliktir, zillettir, sürünmektir.

Bana, Müslüman bir toplum namaz kılmasa da kurtulur ve yükselir diyebilecek bir tek alim bulabilir misiniz? Bir İslâm toplumunda doğruluk, dürüstlük, istikamet, temizlik olmasa da o toplum necat ve felah bulur denilebilir mi?

Temiz ve pak bir Ümmet, ehliyetli ve râşid bir Halife yoksa Müslümanlar için ne hürriyet olur, ne haysiyet, ne izzet…

Paraya, lükse, israfa, gösterişe, aşırı tüketime, aşırı konfora tapanlar iflah olmaz.

Ya Kur’âna, Sünnete, Şeriata, İslâm ahlâkının ilkelerine uyacak, tek bir Ümmet olacak, tek bir râşid İmama biat ve itaat edecek ve biiznillah kurtulacağız. Yahut belâlar, azaplar, musibetler içinde çırpınıp duracağız. 23.12.2013