Cuma

 

Sevgili Müslümanlar! Sizler benim kardeşlerimsiniz, hepinizin dostuyum. Dost acı söylermiş. Bir kimse müsbet olmak şartıyla acı şeyler söylüyor, yapıcı özeleştiriler beyan ediyor, hoşa gitmese de faydalı uyarılar yapıyorsa bilin ki, o kişi sizin dostunuzdur.

Tenkitlerden, uyarılardan korkmayın. Asıl korkulacak şeyler övgüler, pohpohlar, dalkavukluklardır.

Size, hoşunuza hiç gitmeyecek bir şey söyleyeyim mi? Siyasetten bahsetmeyi çok seviyorsunuz, günde birkaç saat siyaset yapıyorsunuz ama siyaseti hiç bilmiyorsunuz. Bu söz gururunuza dokundu değil mi? Müslümanları mahveden zaten o batasıca gururları değil midir.

Siyaset de; tıb, mühendislik, veterinerlik, tekstil, mimarlık, zooloji, ziraat gibi bir uzmanlık işidir.

Beyin cerrahisi ne kadar zor bir uzmanlık değil mi? Hastayı bayıltıyorlar, kafatasını hassas testerelerle kesiyorlar, kemiği kaldırıyorlar, altında beyin zarları görünüyor, onları, içlerindeki sıvıları dökmeden açıyorlar, beyin meydana çıkıyor, tümör veya kan pıhtısı olan yeri buluyorlar, onları temizliyorlar ve kesilen yerleri dikerek kafatasını kapatıyorlar. Öfff, ne zor iş!

Siyaset bundan da zor ve hassas bir uzmanlık, hüner, marifet ister. Biz şimdi hepimiz maşaallah birer Siyaset Ordinaryüs Profesörü kesilmişiz, ha babam işkembe-i kübradan ahkam kesiyoruz.

Benim çocukluğumda, CHP’nin tek parti saltanatı devrinde okullarda “Yurt Bilgisi” kitapları okunurdu. Onlarda “Egemenlik ulusundur” yazılıydı. Aslında egemenlik kesinlikle ulusun değildi. Tek bir parti vardı, başka parti kurulması yasaktı. Seçimler iki dereceli idi. Ankara’da listeler hazırlanır, şehirlere gönderilir, birinci seçmenlerin seçtiği ikinci seçmenler o listeleri sandıklara atarlar ve böylece sözde millî irade egemen olmuş olurdu.

Şimdi öyle değil. Siyasî partiler konusunda çoğulculuk var. İşlerine gelmeyen partileri kapatıyorlar ama yine de bir sürü, irili ufaklı parti mevcut. Bunlar seçimlere giriyor, oylar sandıklara kapalı zarflar içinde atılıyor, tasnif açık yapılıyor, kazananlar iktidar oluyor. Bu, millî iradenin tecellisi, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu mânâsına mı gelir? Maalesef…

Türkiyemizde demokrasi hem var, hem yok. Demokrasi olması için partiler, seçimler yeterli değil. Partilerin ve seçim sisteminin de mutlaka demokratik olması gerekiyor. Bizde bu ikisi de demokratik değil.

Şu partilere bakınız: Genel başkanlık koltuğuna lök gibi oturan, bir daha ölünceye kadar oradan kalkmıyor. Hiçbir güç, hiçbir skandal onu yerinden oynatamıyor.

Jospin, başkanlık seçimlerinde ilk ikiye giremediği için hemen siyasetten çekilmeye karar verdi, 5 Mayıs’ta mevkiini bırakıyor. Birkaç hafta önce, Bosna Hersek’te Hollanda askerlerinin vazifelerini yapmamaları yüzünden o ülkenin başbakanı da hükümetiyle birlikte istifa etti.

Bizde böyle şeyler olmaz. Genel başkanlar aşiret ağaları gibidir. Yerlerinden kımıldamazlar.

Seçim sistemimize gelince: O da demokratik değildir. Halk adayları seçmez, partileri seçer. Seçimin demokratikleştirilmesi için tek aday çıkartan dar bölge sistemine geçilmesi lazımdır ama böyle bir değişiklik parti ağalarının, tepemize karabasan gibi oturmuş nomenklaturanın işine gelmez.

Sadece partilerin, seçim sisteminin iyileştirilmesi ve düzeltilmesi ile de iş bitmez. Medya ne olacak? Dengeli ve sağlıklı ülkelerde medya dördüncü kuvvettir, bizde ise birinci kuvvet haline gelmiştir. Medyanın birinci güç olması demokrasi için, hukuk için, devlet, millet ve ülke için öldürücü bir tehlike ve tehdittir. Türkiye’de büyük medya devleşmiş, canavarlaşmış, azmanlaşmıştır. Bütün demokratik ülkeler medya konusunda kanunlar, nizamlar koymuşlar, bu büyük gücün suiistimal edilmemesi için sıkı tedbirler almışlardır. Bizde ise siyasî iktidarlar medya babalarının elinde oyuncak haline gelmiştir? Medya babalarının kuvvet ve kudreti o hale gelmiştir ki, karşılarında hiçbir güç duramamaktadır. Bu medya işi halledilmeden Türkiye’de demokrasi olabileceğini düşünmek ham bir hayalden ibaret kalacaktır.

Medyadan sonra gizli, esrarlı, bilinmeyen lobiler, güçler, cemaatler, localar vardır. Bizde bunların en güçlüsü Sabataycı lobidir. Sabataycılar hemen hemen her şeyi kontrol etmektedir. Benim derleme yazılardan meydana gelen kitabım çıkmadan önce bu konu gündem dışı idi. Şu anda gündeme gelmiştir ama Sabataycılık konusunda bildiklerimiz, bilmediklerimizin binde biridir. İşin başındayız. Sabataycıların siyasetleri, planları, stratejileri nedir? Belli başlı Sabataycılar kimlerdir? Sabataycılar niçin hukuk fakültelerinin ceza kürsülerinde büyük ağırlığa sahiptir? Amerika’da yayınlanan Forward adlı haftalık Yahudi gazetesi 1994’te önemli bir yazı yayınlamıştı, bu yazıdaki iddialar doğru mudur? Türk Tarih Kurumu niçin bu yazı üzerinde durmamış ve açıklama yapmamıştır. Daha bunun gibi onlarca sorunun cevapları bulunmadan Sabataycılık anlaşılamaz.

Ülkemizde Rumelili-Bektaşi-Arnavut kökenli güçlü bir lobi vardır. Bunların gayeleri nedir, ne istiyorlar, ne yapıyorlar, belli başlı şahsiyetleri kimlerdir? Bu husus da açığa çıkartılmalıdır.

Ülkemizin kanını iliğini elli kadar aile emmektedir. Bu ailelerden birine mensup bir süper zengin New York’ta 28 milyon dolara beşyüz metrekarelik süper bir daire satın almıştır. Bu para Amerika’da bir daireye verilen en yüksek ücretmiş ve o ülkenin tarihinde bir rekor teşkil ediyormuş. Milletin bu elli aileyi tanıması gerekmez mi? Peki bunları tanıtan bir kitap veya rehber var mıdır? Yoktur.

Ülkemizi haraca kesen gizli güçler, organize suç çeteleri yıllardan beri halkı sun’î gündemlerle oyalayıp afyonlamaktadır. Filan şarkıcı karı kimden hamile kaldı? Falan futbolcu kaç milyon dolar transfer ücreti aldı? Feşmekân şarkıcı sahnede nasıl kıvırttı? Şunun sözleri şok etti, bunun beyanları şaşırttı, sekiz ayaklı buzağı doğdu… Halk kütleleri bu gibi dedikodu ve fasafisolarla uyutulurken malı götüren götürüyor.

Sözü fazla uzatmayayım. Siyaseti çok seviyorsanız, kendinize özel hocalar tutarak siyaset dersleri alınız. O kadar paranız yoksa siyaset-bilim ile ilgili çok ciddî kitaplar edinip bunları ders çalışır gibi okuyunuz.

Uzman oluncaya kadar da siyaset konusunda boş laflar etmeyiniz, yanlış hükümler vermeyiniz. 27 Nisan 2002