Siyaset ve Demokrasi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazartesi
Bizdeki siyaset ve iktidar mücadeleleri partiler arasında mı oluyor? Böyle olduğunu sananlar siyasetten hiçbir şey anlamayanlardır. Asıl mücadele birtakım baskı grupları, lobiler, perde arkasında faaliyet gösteren gizli ve esrarlı güçler arasında olmaktadır.
Ülkemizdeki Rumelililer-Bektaşiler ile Anadolulular diye iki büyük güç odağı olduğunu bilen kaç kişi vardır?
Ülkemizde çok güçlü, çok tesirli bir Sabataycı grup olduğunu biliyoruz ama nasıl çalıştıklarını iyice biliyor muyuz? Siyasette, kadrolaşmada Çerkez lobisinin gücü ne kadardır?
Siyasî partiler buzdağının suyun üzerindeki kısmıdır. Onun dokuz katı suyun altındadır, görülmez. Masonların partisi yok, medyada da pek zikredilmezler ama en güçlü görünmez ve esrarlı partilerden biridir Mason partisi.
Siyasetle hiç uğraşmaması gereken temel bir müessesemiz siyasetin tam ortasındadır ve en büyük siyasî güce sahiptir. Her konuda onun dediği ve istediği olmaktadır.
Bundan birkaç yıl önce önemli resmî bir şahsiyet siyasal İslâm için
“Onlar yüzde doksan oy alsalar bile yine iktidar olamayacaklardır” mealinde bir lâf etmişti. Demek ki, egemenlik kayıtsız şartsız ulusun değilmiş.
Türkiye’nin altmış beş milyonluk nüfusu içinden, derin devleti, teşkilâtını, işleyişini bilen kaç kişi çıkar?
Bizde devletin, hükümetin, Millet Meclisi’nin, hukukun, milletin millî iradenin üzerinde bir güç vardır. O gücün mahiyeti nedir? Onu kimler temsil etmektedir?
Demokraside değişim ve nöbetleşe hizmet vardır. Bizdeki parti liderleri ise aşiret ağaları, mutlak hükümdarlar gibi ömür boyu koltuklarından kalkmazlar. Demokratik hiçbir güç onları değiştiremez. Böyle bir sisteme demokrasi denilebilir mi? Rejim madem ki, demokratik, partilerin yapısı, işleyişi, çalışması niçin demokratik değil?
Yedi sekiz yıl önce İstanbul civarındaki büyük bir köyde bir emlakçıya gitmiş; üzerine bir bağ evi yapmak üzere tarlamsı, bahçemsi bir yer aradığımı söylemiştim. Biraz bilgi vermiş, sonra benim kim olduğumu sormuştu. Masasının üzerinde Millî Gazete vardı, “İkinci sayfada yazan kişiyim” dediğimde beni tanımamış, yıllardan beri gazeteye abone olduğunu, fakat vakit bulup da okuyamadığını söylemişti.
Bir gazetede çıkan bütün makale ve fıkralar gazeteyi alanların tamamı tarafından okunmaz. Bunu tabiî karşılamak gerekir.
Yazılarımı devamlı takip eden, fikir ve görüşlerimin çoğuna katılan okuyucularım olduğu gibi, bunlardan rahatsız olanlar da vardır. Bunu da tabiî karşılamak gerekir.
İslâmî kesimde, kendimizi tenkit eden bir muharririm. Tenkitlerim yapıcı mahiyettedir. Lüzumlu, faydalı ve zarurî olduklarına inandığım için bu tenkitleri yapıyorum. Aynı işi başka biri yapsa, ben bu işten vaz geçebilirim. Benim bu yaptığım, bir farz-ı kifâyenin ifası ve edası gibidir.
Rahatsız ve tedirgin olanlara gelince: Onlara, yazılarımı okumamalarını tavsiye ederim.
Bir din baronuna intisap etmiş, bu zatın zamanın en büyüğü, mehdi, kutub olduğunu sanıyor. Baron, bağlılarından trilyonlar topluyor, bunları bildiği gibi sarfediyor. Kur’ân’a, Sünnet’e, hikmet’e, şer’î hükümlere, selef-i salihîn efendilerimizin, örnek ve model Müslümanların ilkelerine aykırı olarak Firavun ve Nemrud gibi lüks, şatafatlı israflı bir hayat sürüyor. Ben de isim vermeden bu zatı tenkit edince bağlılar çok rahatsız oluyor, üzülüyor. Bundan kurtulmanın çaresi elbette yazılarımı okumamaktır.
Yazılarımdan rahatsız ve tedirgin olanlara soruyorum:
– Bir İslâm büyüğünün lüks, israf, gösteriş, tantana içinde yaşamaya hakkı var mıdır?
– Dine, imana, mukaddesata; Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân’a, Şeriat’a saldırılıp hakaret edilince susan, gerekli tepkiyi göstermeyen, ama kendi cemaatine veya tarikatine, bağlı bulunduğu din baronuna saldırılınca aşırı tepki gösteren adam nasıl bir Müslümandır? Böyle bir kişi dengesiz değil midir?
– İlk Müslümanlar, Hazret-i Ömerü’l-Fâruk gibi âdil ve örnek bir halifeyi bile tenkit etmişlerdir. Din baronları niçin tenkit edilemesin?
“Be adam, devamlı olarak tenkit ediyorsun, bir de övsene…” şeklinde teklifler alıyorum. Övülmesi istenen cemaatler ve baronlar çok zengindir. Onlar, birtakım kalemleri satın alarak veya kiralayarak kendileri için her zaman övgüler düzdürebilirler. Ben ne satılık, ne de kiralık bir kalemim. Peygamberi zişan efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Meddahların (övücülerin) suratlarına toprak saçınız” buyurmuştur. Yine başka bir hadîs-i şerifte, “Din kardeşini gıyabında öven kişi, sanki onun boynuna keskin bir bıçağı çalmış olur” buyuruluyor. İmam-ı Gazalî hazretlerinin İhyâu Ulûmi’d-din’inde okumuş olduğum bu hadîsleri bildiğim halde nasıl olur da birtakım din baronlarını ve cemaatlerini övebilirim?
Büyük adamların, hakikî mücahid ve rehberlerin övgüye, pohpoha ihtiyaçları yoktur. Gerçek şeyhler, kutublar, gavslar, veliler asla keramet reklâmı ve ticareti yapmazlar. Nakşî büyükleri kerameti, bir kadının ay hali gibi görürler ve açığa çıkmasından hayâ ederler.
İhlâsla hizmet eden kişinin işi Allah ile kendisi arasındadır. Dinen ve ahlâken meşru olmayan yollarla temin edilmiş yüzlerce trilyon ile oynayan kimselerin peşlerinden büyük kalabalıklar gitmektedir. Bunların, elden geldiği kadar, fitne çıkartmadan uyarılması gerekmektedir. 23 Nisan 2002