Pazartesi

 

Çok zeki ve kurnaz olduğunuzda hiç şüphe yok. Hatta size çok zeki demek yetmez; siz süper zekasınız. Sabırlısınız, azimlisiniz; süper olmasa bile strateji nedir bilen bir kimsesiniz. Hattâ, siz biraz da hilekârsınız. Takiyye yapmasını da biliyorsunuz.

Ancak bunca zekanın, kurnazlığın yanında siz akıllı bir insan değilsiniz. Zekânın başka şey, aklın başka şey olduğunu herhalde biliyorsunuzdur; işte sizde eski tâbirle fart-ı zekâ var, onun yanında fıkdan-ı akıl…

Zekânız kadar aklınız olsaydı, siz bir Müslüman olarak haram ve şaibeli kazanç ve gelirlerden uzak dururdunuz. Siz istediğiniz kadar inkâr ediniz; çok büyük servete, maddî imkanlara, gelire sahip olduğunuz tevatür beyyinesi ile sabittir. Bu varlık helâl, meşru, ahlâkî yollardan mı elde edilmiştir? Maalesef hayır.

Her Müslümanın ezbere okuduğu ve manasını bildiği Amentü’de Ahiret Günü’nden bahsediliyor. Nedir Ahiret Günü? İnsanın dünyada yaptıklarının hesabını vereceği ulu bir gündür o.

Dinimiz bize:

-Dünyada zerre kadar iyilik yapanın onun mükâfatını âhirette alacağını,

-Dünyada zerre kadar kötülük, zulüm, yamukluk yapanın da bunların cezasını çekeceğini bildirmektedir.

-İslâm dini ticareti, alış-verişi, üretimi, hizmet karşılığı alınan ücreti helâl ve meşru kabul etmiştir ama faizi, ribayı, ihtikârı, rüşveti, hile ve fesat ile kazanç temin etmeyi yasaklamıştır.

-Yine İslâm dini bazı alış-verişleri, ticarî muameleleri bâtıl kabul etmiştir.

Normal olarak bazı ticarî muamelelerden komisyon alınabilir ama birtakım siyasetçilerin ve belediyecilerin, son derece büyük bir gizlilik içinde, kapalı kapılar ardında işlerden, ihalelerden yüzde on komisyon almaları; hem dine, hem fıkha ve Şeriata, hem hukuka, hem de ahlâka aykırıdır. Siz zekî ve kurnaz bir kimse olarak bu yolla epey vurdunuz ve böylece akıllı bir Müslüman olmadığınızı gösterdiniz.

Beyim, sadece zekâ ve kurnazlık bir şey ifade etmez. O ikisinin yanında akıl, hikmet, fazilet de bulunması gerekir. Tarihe sahtekârlar kralı olarak geçen Barnum da zekî ve kurnazdı. Hem de çok zekî ve kurnaz.

Sizin akılsızlığınızın diğer bir göstergesi de, ehil ve layık olmadığınız halde büyük ve yüksek makamlara, mevkilere, riyasetlere geçmek hususundaki sonsuz hırsınızdır. İslâm dini ve bilgeliği riyasete talib olmayı haram olarak görmektedir. Kişi başkanlığa, makama, mevkie talip olamaz. Matlub olduğu (Kendisi istemeden, istenildiği, çağırıldığı takdirde) şayet o işe, o riyasete ehil değilse, kabul etmesi yine haramdır. Peki sizdeki bu hırs nedir?

Cenab Şehabeddin, Tiryaki Sözleri’nde “Yüksek tepelerde hem kartala, hem yılana rastlanır. Biri uçarak, diğeri sürünerek çıkmıştır” diyor.

Sizin akılsızlığınızın başka bir tarafı da şudur: Kendinizi çok zeki, çok kurnaz, çok takiyyeci olarak görüyor ve bunlar sayesinde istediklerinizi yapacağınızı, emellerinize ulaşacağınızı sanıyorsunuz. Hiç düşünmüyor musunuz ki, muhatap ve muhasımlarınız (karşınızdakiler ve düşmanlarınız) içinde de sizin kadar akıllı, kurnaz, hilekâr ve takiyyeci kimseler vardır.

İslâm dininin bir tarifi de şudur:

İslâm, insanlara yararlarına ve zararlarına olan şeyleri bildirir.

Haram ve şaibeli kazançlar, servetler, gelirler ateştir. O uğursuz ve meymenetsiz paralarla hayırlı işler yapılamaz.

Müslüman Allah’a karşı ihlâslı, yaratıklara karşı adaletli ve doğru olmak zorundadır.

Dinimizin temel kurallarından biri de “Hiç şüphe yok ki, ameller niyetlere göredir” hadis-i şerifidir.

Din hizmetleri Allah rızası için, tam bir ihlâsla yapılmalıdır. İmamlık maaşını almak, geçinmek için mihraba geçip imamet yapan bir kimsenin ne kendi kıldığı namaz makbul olur, ne de onun arkasında saf olup ona uyanların namazı.

Siyasî hizmetler de böyledir.

Kendi şahsî nüfuzları, ikballeri, menfaatleri, ihtirasları için siyaset yapan Müslümanların siyaseti islâmî bir hizmet sayılmaz.

Küfre, şirke, dalâlete olanca tâvizi vereceksin ve sonra bu yaptıkların hizmet olacak. Yok canım!

Siyasetin de kategorileri vardır:

-İlahî siyaset,

– Nebevî siyaset,

-Sıddiklerin siyaseti,

-Adil ve salih Müslümanların siyaseti,

-Zalim Müslüman mülûk ve ümeranın siyaseti,

-Zalimlerin, gaddarların, tağutların siyaseti,

-Şeytanın siyaseti.

Acaba zat-ı âlinizin siyaseti hangi kategoriye giriyor?

“Ben hem dinime, inançlarıma hizmet ederim, hem de bu esnada nefsanî ihtiraslarımı tatmin eder, maddî ve manevî menfaat devşiririm..” diyenler belki birtakım ahmakları aldatabilir ama firaset ve hikmet sahiplerini asla aldatamaz. Allah için kurban, küp için kavurma… zihniyeti din hizmetlerinde geçerli değildir.

Tarih boyunca birtakım büyük ve örnek Müslümanlar ihlasla, rızaen lillah, hasbeten lillah hizmet etmişler, siyaset yapmışlardır. Onların seyyidi Habib-i Hüda Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemdir. Hulefa-i Râşidîn bu yolda gittiler. Ashab-ı Güzin, Ehl-i Beyt, Selef-i Salihîn de ihlâs, istikamet, takva çizgisinden ayrılmadı. Daha sonra Ömer bin Abdülaziz, Selahaddin Eyyubî gibi âdil ve salih halifeler ve melikler geldi, Peygamber’in yolundan yürüdü. Osmanlı hükümdarlarının nicesi de böyleydi.

On dokuzuncu asırda Kafkasya’da Şeyh-İmamŞamil, Mağrib’de Emîr Abdülkadir böyle hizmet ettiler, cihad ettiler, siyaset yaptılar. Onlar İslâm âleminin yüzünü ağartmıştır.

Tarih boyunca şahsî ihtirasları, şahsî saltanatları, şahsî menfaatleri için Haçlılarla,Venediklilerle, küffarla; bu devirde Siyonistlerle, Masonlarla, militan İslâm düşmanları ile işbirliği ve ittifak yapanlar ne kadar kötü siyaset yapmışlardır.

Kur’ân ve Sünnet prensiplerine aykırı olarak; fıkıh ve Şeriat hükümlerine ters düşerek; ahlâk ve tasavvuf ilkelerine zıt şekilde islâmî siyaset olmaz. Böyle bir siyaset, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin “Euzü billahi mineşşeytan ve siyase” dediği siyasettir. Akıllı, firasetli, hikmetli bir Müslümanın bu gibi politikalardan uzak durması gerekir. Vesselâm… 19 Ağustos 2003