Efendiler. Hanımlar!.. Halkı aldatmayınız, kendi sübjektif özel inanç, fikir ve görüşlerinizi mutlak gerçeklermiş gibi göstermeyiniz… Hele hele, kendinizin bile inanmadığınız yalanlarla, uydurmalarla, hezeyanlarla, düzmecelerle, sloganlarla halkın beynini yıkamaya çalışmayınız.

Memlekette diktatörlük var, demokrasi zincirli, gazeteciler gazetecilik yaptığı için zindanda

diye yaygara kopartıyorsunuz. Bunların hepsi yalandır. Türkiye’mizde İngiltere’de olduğu gibi demokrasi yoktur ama 1923’ten bu yana en fazla hürriyet, en fazla demokrasi, en fazla muhalefet yapma hürriyeti, en fazla çoğulculuk şimdi vardır.

1923’ten 1945’e kadar tek parti faşizmi vardı. Aydınlar, gazeteciler, politikacılar, din adamları inançlarından, fikirlerinden, görüş ve tenkitlerin dolayı

idam edilmişti. Memleket devlet terörü, sefalet, gerilik, her iki mânada yolsuzluk, susuzluk, hastalık içinde perişandı.

Çoğunluktaki Müslümanlar eziliyordu.

Ezan-ı Muhammedî okumak bile yasaktı.

Camilerin onda sekizi kapalıydı. Eğitim faşist rejimin kıskaçları içine alınmıştı. Çalışanların sosyal hakları ve güvenlikleri yoktu.

Bizim gibi bir doğu ve Asya ülkesi olan

Japonya hızla kalkınırken; uçaklar, kruvazörler, uçak gemileri, her türlü sınaî eşya üretirken

biz gerilik içinde yüzüyorduk.

Bütün ülke bit, sivrisinek, tahtakurusu ile kaynıyor; halk sıtma, verem, frengi ile inliyordu.

Ezanımıza, namazımıza, camimize karışmayın diyen Müslüman irtica ile suçlanarak tutuklanıyor; emekçiler sefalet içinde diyen solcular Komünistlik suçuyla zindana atılıyordu.

Japonlar, son derece karmaşık, öğrenilmesi pek zor yazılarını muhafaza ederek yükselmişler; biz ise

bin yıllık yazımızı değiştirip yücelip ilerleyeceğimizi sanmıştık.

Hitler rejimi Almanya’da, Stalin despotluğu Sovyetler Birliğinde, bizdeki kadar lisana, edebiyata, sanata, mimarlığa, kültüre ve tarihe müdahale etmemişti.

Evet Efendiler, Hanımlar, siz

sözde bilgili, aydın, elit geçiniyorsunuz ama yakın tarihin gerçeklerini ters yüz ediyorsunuz,

halkı aldatmaya çalışıyorsunuz.

Sizin aydınlık altın çağınız aslında çok karanlık ve kanlı bir çağdır.

Millî kimlik ve kültürümüze ağır darbeler vurulmuştur.

O çağda 40 bin köyün birinde bile elektrik yoktu… Doğru dürüst yol yoktu…

Çok az sayıda okul ve hastahane vardı… Halk ihtiyaçlarını, dertlerini yüksek sesle dile getiremiyordu.

O devirde egemenlik kayıtsız şartsız halkındır sözü içi boş bir slogandan ibaretti. Tek parti vardı…

Seçimler iki dereceli yapılıyordu… Halk ikinci seçmenleri seçiyor, onlar da açıkta tek partinin oy pusulalarını sandığa atıyordu…

Sayım gizli yapıyor ve faşist parti yüzde yüz iktidarı kazanıyordu.

Siz o kadar delisiniz, ölçüsüzsünüz ki, bu anlattığım eski seçimleri görmüyor, bugünkü çoğulcu seçimleri kötülüyorsunuz.

İstiklal Mahkemelerini bile savunanız var. O mahkemeler adalet değil, zulüm üretmiştir.

O günlerde

Van milletvekili olan merhum İbrahim Arvas

, hatıralarında,

halkın, yakınlarını kurtarabilmek için büyük miktarda rüşvet verdiğini

, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kulplu ve kulpsuz altın sikke kalmadığını yazar.

Evet, bugün ülkemizde bozukluklar vardır ama bunların hiçbiri, o sizin Altın Çağınızdaki kötülükler kadar olamaz.

1920’li yılların sonunda, 30’lu yılların başında meşhur gazeteci

Arif Oruç

Yarın

isimli gazetesinde biraz muhalefet yapmaya kalkmış, sonunda canını kurtarabilmek Bulgaristan’a kaçmak zorunda kalmıştı.

Siz yazar, gazeteci, romancı Sabahattin Ali’yi seversiniz.

Ona ne olmuştu? Bulgaristan’a kaçarken,

devlet tarafından Trakya’da öldürülmüştü.

Siz Nazım Hikmeti çok seversiniz

, yere göğe sığdıramazsınız. Onun başına neler gelmişti?

On beş yıl zindanda yatmıştı.

Evet,

sizin o yalancı Altın Çağınızda memlekette ekmek yoktu, refah yoktu, hürriyet yoktu, çoğulculuk yoktu,

çalışanların sosyal hakları ve güvenlikleri yoktu, sağlık hizmetleri çok azdı, adalet yoktu, eşitlik yoktu, insan hakları yoktu…

Sizin Altın Çağınızda on bin tarihî cami, mescid, medrese, tekke, taşmektep binası, imarethane ve diğer hayrat vakfı satılmış

, kiraya verilmiş yahut yıkılıp yok edilmiştir. Zalimler Müslümanların tarihî kabristanlarını bile tahrip etmişlerdi.

30’lu yıllarda bir gece,

Ayaspaşa camiinde okunan yatsı ezanı

, Park Oteldeki musikiye gölge düşürdüğü için, Belediye temizlik işçileri tarafından

sabaha kadar yıkılıp ortadan kaldırılmıştır.

Bir tek, Üsküdar Bülbülderesindeki

Sabatay Sevi Dönmeler Mezarlığına

dokunmamışlardı. Nedendir acep?

Yakın tarihimizdeki bunca zulmü, terörü görmüyorsunuz; aksine bunları uygarlaşma, ilerleme, çağdaşlaşma olarak gösteriyorsunuz. Yazıklar olsun size!

(İkinci yazı) İçimize Sızan Rezilleri Kusalım

Müslümanlar!..

İçinize sızmış olan ajanları, casusları, rantçıları, haram yiyicileri kusunuz…

Onları dışlamaz ve kusmazsanız onlar sizi zehirleyip çökertecektir.

Müslümanlar!.. Yiyiciler, mukaddesat sömürücüleri, benliklerine tapanlar, kalplerinde nifak olanlar, okudukları Kur’ân ümüklerinden kalplerine inmeyenler, İslâmî hizmet ve faaliyetleri dejenere etmektedir.

Onların dinleri imanları para, şöhret ve benliktir. Onlar aramızda bulundukça bizim için izzet yoktur, zillet ve rezillik vardır.

Müslümanlar!..

Riba=faiz Kur’ân ayetleriyle, Peygamber

(Salat ve selam olsun ona)

Sünnetiyle, icmâ ile Şeriatın kesin hükümleriyle yasak ve haramdır.

Müslümanlar!.. İslâmî hareketin, İslâmî hizmet ve faaliyetlerin içine sızmış olan yiyici ve sömürücü haşaratı kovmaz ve tard etmezseniz onlar sizi felaketten felakete, hezimetten hezimete sürükleyecektir.

Dün radikal İslâmcılık yapan, bu düzen bozuktur diye haykıran, sonra ellerine fırsat geçince bozuk dedikleri düzenin haram ve ağulu rantlarına saldıran hergelelerden bu dine, bu memlekete, bu halka hayır gelmez.

İslâm dini kâfirlerle cihad ederek ganimet toplanmasına cevaz vermiştir ama Müslüman halktan ganimet toplanmasına vermemiştir.

İslâm’ın

paralı askerlere

ihtiyacı yoktur. Faizciler İslâm’a ve Ümmete kâfirlerden daha fazla zarar vermektedir. Müslüman halkı inek gibi sağan ve kaz gibi yolanlar içimizde oldukça bizim için necat=kurtuluş yoktur.

İçimize sızmış bütün rantçıları, din bezirgânlarını,

Ümmet birliğini berhava edicileri tasfiye etmeliyiz, kusmalıyız.

Selamet yolu Kur’ân yoludur… Resûlullahın yoludur… Gerçek İslâm büyüklerinin yoludur…

Din kutsaldır, âdi ticaret konusu olamaz. Allah rızası için yapılan bütün hizmetler ihlasla yapılmalıdır. Hem Allahın rızasını kazanmak, hem de bol para kazanıp köşeyi dönmek… İşte bu ikisi bir arada olmaz.

Rabbanî din imamlarına, gerçek ulema ve fukahaya, evliyaullaha, Pîran efendilerimize bakalım, onlar

din hizmetlerini paraya ve zenginliğe alet etmemiştir.

İçimize sızan hergeleler bizi yıkıma ve yenilgiye götürüyor.

İslâm ticareti helal, faizi haram kılmıştır. Din ticareti de haramdır.

Paraya endeksli hizmet olmaz.

Altın Buzağıya tapanlar Tevhid dinine hizmet edemez.

Biz öyle bir Peygamberin ümmetiyiz ki, o

“Yanımda Uhud dağı kadar altın olsa, borç ödemek için ayıracağım bir dinar dışında, bu paraların nezdimde bir gece bile kalmasını istemem, hepsini sadaka olarak dağıtırım”

buyurmuşlardır.

İçimize sızan din sömürücüsü rezilleri kusmazsak

onlar bizi feci şekilde zehirleyecekler,

hizmetlerimizi kirletecekler

ve büyük zararlar vereceklerdir… 08.01.2014