Sizler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Perşembe
Allah size Peygamber, din, kitap göndermiş; öğüt vermiş, tutasınız diye. Peygamber, (Salat ve selam olsun ona) nice nasihatler etmiş, yol göstermiş, kurtulasınız, bahtiyar olasınız diye. Ashab, Tâbiîn, Ehl-i Beyt, Selef-i Sâlihîn, her asırda gelen mücedditler, fakihler, evliyaullah hep ışık tutmuş, öğüt vermiş, yol göstermiş. Abdülkadir Geylânî, Ahmed Rufaî, Celâlüddin Rumî, Bahaüddin Nakşibend, Hasan Şazelî, İmam Rabbanî ve onlar gibi nice büyükler hep nasihat etmişler. Şeriat hocaları nasihat etmiş, tarikat mürşidleri nasihat etmiş. İslâm dini nasihat değil midir?
Bunca nasihati tutmazsınız; Allah’ın, Peygamber’in, ulema ve meşâyihin gösterdiği doğru yoldan gitmezsiniz; Şeriat’a, Tarikat’a, Hakikat’a ters bir sürü iş edersiniz. Nefsinize ve şehvetinize uyar, namazı terk edersiniz, Hazret-i Musa’ya (Selam olsun ona) hıyanet eden Yahudiler gibi Altın Buzağı’ya meyl edersiniz. Nefslerinizi put edinir, onları razı etmek için çalışıp çırpınırsınız. Birlik ve beraberliği bırakır, paramparça olur, birbirinizle uğraşırsınız. Sâlihleri bırakır, fâsıkları takip edersiniz. Siz bu halinizle kurtulacağınızı mı sanırsınız?
Ezan: İsmet Paşa devrinde Ezan-ı Muhammedî okunması yasaktı. Günde beş vakit minarelerden Allahu Ekber sadaları yerine “Tanrı uludur” diye sesleniliyordu. Sonra CHP 14 Mayıs 1950 seçimlerini kaybetti, iktidara geçen Demokrat Parti ezanı serbest bıraktı. O tarihte laikliğin, ilericiliğin, çağdaşlığın ve sairenin önde gelen savunucularından olan Profesör Yavuz Abadan, bu serbestlik karşısında acı bir makale yazmış, “Damarım kesilse, bir damla kan akmaz, öylesine şaşkınım” mealinde sözler sarfetmişti. Ezan’ın Türkçeden Arapçaya çevrilmiş olması laikliğe falan aykırıydı, gericilikti, çok fena gelişme idi onlara göre. Ama durduramadılar.
Din Eğitimi: Bir ara din eğitimini de yasaklamışlardı, partinin aylık dergisi Yücel’de “En iyi din eğitimi, dinden hiç bahsetmemektir” diye yazılar yazmışlardı. Onların bu yasakları da yıkıldı. Bütün okullarda mecburî din eğitimi veriliyor. Gericilik, devlet tehlikede, laiklik maiklik yaygaraları tesirsiz kaldı.
Başörtülü Öğrenciler: Üniversitede ilk başörtüsü hadisesi 1968’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde patlak vermiş, derse eşarpla giren bir kız öğrenci, profesörün (Nasıl bir ilahiyatçı ise) yaptığı hakaret karşısında bayılarak hastahaneye kaldırılmış; hastahanede bir doktorun “Sen ahlâksız olmasaydın, kapanmak ihtiyacını hissetmezdin” şeklinde terbiyesizce konuşması üzerine tekrar bayılmıştı. O günden bugüne otuz yıla yakın zaman geçti şimdi bütün üniversitelerimizde binlerce başörtülü öğrenci var, başörtüsünün mücadelesi veriliyor.
Devlet Adamları ve Din: Cevdet Sunay cumhurbaşkanı olduğu zaman Meclis’teki ilk konuşmasında Allah’ın adını andığı için şiddetli tenkit ve hücumlara uğramıştı. Bir devlet başkanının Allah demesi laikliğe aykırı görülüyor, irtica addediliyor, devlet için tehlikedir deniliyordu. Şimdi devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar cuma namazına gidiyor, hac vazifesini yapıyor. Hattâ, Tansu Çiller bir ara başını örtüp camiye gitmiş ve teravih namazı kılmıştır.
İslâmî Basın ve Yayıncılık: Türkiye’de dinî kitap, gazete, dergi çıkartmayı yasak etmişlerdi. 1943’te Matbuat Umum Müdür yardımcısı İzzettin Nişbay gazetelere resmî bir genelge göndererek, dinî yayınlara son verilmesini istemişti. Ömer Rıza Doğrul’un “Hazret-i Muhammed’in Hayatı” adlı, fasikül fasikül çıkartılan eserinin de durdurulması istenmişti. O zamandan beri köprülerin altından çok sular aktı ve şimdi Müslümanların (yeterli olmasa da) günlük gazeteleri, dergileri, yayınevleri, yirmi beş bin çeşit kitapları var.
Evet, Türkiye’de her sahada bir dine yöneliş görülmektedir. Buna mukabil sayıca az, güç itibarıyla ağır basan bir zümre de dinsizliğe kaymaktadır. Bugün, Müslümanların belini büken, onları bocalattıran şey dinsizlerin, sahte laiklerin gücü değil, kendi güçsüzlükleridir. Bu güçsüzlük de islâmî hareketin bir kırsal kesim ve gecekondu hareketine dönüşmüş bulunmasından ileri gelmektedir. Müslümanlar şehirlileştiği takdirde hiçbir güç onları durduramayacaktır.
Laikliğe gelince: Gerçek laiklik vatandaşların dinine, ibadetine, inandıkları gibi yaşamak haklarına, din eğitimine, Müslümanların siyasî faaliyet yapmalarına, çocuklarına din eğitimi vermelerine, hayata hâkim olmak için çalışmalarına karşı değildir. Dinsizler laikliği bir kalkan ve paravana olarak kullanıyor.
Merve Kavakçı olayı, bir bardak suda fırtına kopartmaktan başka bir şey değildir. Yukarıda anlattığım yasaklar gibi o fırtına da geçecek ve aklın, hikmetin, hukukun, adaletin, millî kimliğin, mantığın gerekleri yerine getirilecektir.
Yahu darılmayın ama ne hesapsız kitapsız işler yapıyorsunuz? Bu kadar kof musunuz? Sizin hukuk mimarı denilecek vasıfta beş on kişilik bir hukukçu grubunuz yok mu ki, onlara danışmadınız? Sizin, Türkiye’yi parmaklarında oynatacak beş altı kişilik bir istişare kurulunuz yok mu ki, işi daha önceden iyice düşünüp taşınmadınız, gereken bütün tedbirleri almadınız? Sizin, strateji ve taktik uzmanlarınız yok mu ki, ileride vukuu muhtemel bütün senaryoları daha önceden tahmin edip, onlara göre hatt-ı hareketler çizmediniz?
Bu işler bir nevi satranç oyunudur. Siz satranç biliyor musunuz?
Kışın karlı, buzlu, fırtınalı havalarda yola çıkanlar otomobillerine zincir ve diğer gerekli malzemeleri alıyorlar. Siz dehşetli bir fırtına içinde yolculuk ettiğinizin farkında değil misiniz ki, güneşli ve iyi havada pikniğe gider gibi hareket ediyorsunuz?
Demokrasi, hukuk, adalet, millet iradesi falan filân diyorsunuz. Siz Türkiye’ye Merih’ten gelmediğinize göre bu şeylerin bu ülkede ne kadar olduğunu bilmiyor musunuz? Evet, egemenlik ulusundur deniliyor ama onun üstünde de bir şeyler var, onlardan haberiniz yok mu?
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Biz öyle bir ortamda yaşıyoruz ki, bırakın yoğurdu, dondurmayı bile üfleyerek yemek gerektiğini hâlâ anlamadınız mı?
Duvara çarpıyorsunuz, ondan sonra bir sürü şikâyet, tezallüm, feryad, figan, ah ü vah. Bu kaçıncı duvara çarpış? Yolunuzun ortasında duvarların var olduğunu bilerek ne zaman akıllıca yol alacaksınız?
Hep şikâyet, hep düşmanları kötülemek, hep zulme uğramışlık ağlamaları. Peki ne zaman çare, çözüm, tedbir düşüneceksiniz?
Hazret-i Peygamber, “Mü’min kişi, bir delikten çıkan tarafından iki kere sokulmaz” buyurmuş. Sizde ise, bir delikten çıkan tarafından sokula sokala hal ü takat kalmadı. Ne olacak bu haliniz?
Tarihten ibret almıyorsunuz, belâ ve musibetlerden ders almıyorsunuz, realiteleri hesaba katmıyorsunuz. Bu işin sonu nereye varacak? 14 Mayıs 1999