Perşembe

 

Eczacı dostum raflardan dişmacunları, şampuanlar, kremler ve bunlara benzer mallar indirdi ve

“Kutularını okuyunuz, hangi ülkelerde üretilmiş?”

dedi. Tezgah üzerine koymuş olduğu malların hepsi sözde Türk malıydı ama hepsi de yabancı ülkelerde yaptırılmıştı. Kimisi İrlanda’da, kimisi Macaristan’da, kimisi başka bir ülkede. Üretim yerlerini o kadar küçük harflerle bastırmışlardı ki, insan zorlukla okuyabiliyordu.

İşte Türkiye’nin sömürgeleştiğinin, sömürgeleştirildiğinin başka bir delili. Önce, dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan ülkemizi, halkının temel gıdası olan buğdayı dışarıdan satın alacak hale getirdiler. Sonra pirinç, fasulye, mercimek, nohut gibi maddeleri ithal etmek zorunda bıraktılar.

IMF, şeker pancarı üretimini bile kısıtladı. Yağlı tohum ziraatini çökerttiler, kısıtladılar; Amerika’dan tankerlerle sıvı yağ geliyor, burada şişeleniyor.

Arjantin’den patlama mısırı ithal ediyoruz. Hayvancılığımızı çökerttiler, dışarıdan çok kötü, çok berbat et ithal ediyoruz. (Domuz eti…)

Bir ara, parça et ithali yasaktı. Birtakım ithalatçıların menfaati için o yasağı kaldırdılar, parça et getirilmesine izin verdiler. En kalitesiz etler yurda sokuldu.

Öteden beri, her yıl Türkiye’ye gemiler dolusu domuz iç yağı getiriliyor. Marketlerde, dünyanın öbür ucundan, ta Şili’den getirilmiş elmalar satılıyor. Kokulu yerli muzu bitirdiler, dışarıdan şekli iyi görünen, tadı tuzu olmayan muz getiriliyor. Yerli üretimi bin türlü zorluk, darbe, sabotaj ile çökerttiler; ithalatı kolaylaştırdılar.

Ülkenin her yerinde binlerce, onbinlerce ucuz Çin malı mağazası açtılar. Ivır zıvır kıvır… Bir düğmesine bastın mı ciyak ciyak, öbür düğmesine bastın mı viyak diye bağıran bir alet. Sadece 1 YTL. Üstelik pili de içinde. Ciyak miyak!.. Oh ne güzel, ne fennî. Ben aldım sen de al. Ne hoş ne hoş… Ne boş! Yüzölçümü, nüfusu bizden az, kalkınmaya başlaması bizden sonra olan Güney Kore ülkemize otomobil satıyor, her yer Kore otomobili ile dolu. Biz ise o ülkeye henüz bir tek Türk yapımı montaj otomobil ihraç edememişiz. Güney Kore’deki elçimiz, konsoloslarımız Türk otomobiline binseler ya. Binemezler. Zaten Türk otomobili yoktur. Yabancı firmaların bizde monte edilen otomobilleri vardır.

Türkiye sömürgeleştirilmiştir. Türkiye rengârenk bir ülkedir. Yeşiller çoğunluktadır ama ağırlıkları yoktur. Onlar sömürge halkıdır. Pembelerin nisbeti yüzde ikidir. Lâkin onlar, hâkim Brahman sınıfını teşkil eder. Gelirin yüzde altmışını Pembeler alır.

Sömürge sistemi sömürge sistemi… Vay hâin! Sen ne demek istiyorsun?.. Yeşillerle Pembeler arasında kin, nefret, fitne, fesat, düşmanlık tohumları ekerek eski TCK 312 yeni 216’ncı maddeyi ihlâl ediyorsun. Atatürk, lâiklik, çağdaşlık, uygarlık, aydınlık, maydınlık, nurlu ufuklara, Türkiye İslâm dünyasının en örnek ülkesidir, falan filan, aman…

Çocukluğumda, 1940’lı yıllarda

“Yerli malı, kullan-ma-lı…”

diye tekerlemeler öğretilirdi okulda bize. Şimdiki tekerleme şu:

“Çin malı kullanmalı…”

Birtakım gazeteci ve işadamlarımız Başbakanın uçağında seyahat ederken çok sıkılmışlar, ıztırap çekmişler. Çünkü şarap ve viski içmemişler içememişler. Ne acı ne acı. Bizdeki bazılarının yakıtı viski ve şaraptır. Yakıtsız motor çalışmaz.

Çin çin içeceksin, Çin malı ithal edeceksin, çil çil altın kazanacaksın.

İhracatımız

(dışsatım)

artıyormuş… Artıyor ama ithalâttan

(dışarıdan satın alınan mallardan)

ne haber. İhracat 10’sa, ithalât 17. Ne anladım ben bu işten.

Dışarıdan sadece buğday, makina, ıvır zıvır, domuz eti, domuz yağı, seks malzemesi, kozmetik, şampuan, dişmacunu, krem ithal etmiyoruz.

Sömürgeci efendilerimiz bize

din de gönderiyorlar.

Yurdumuzda şu anda

55 bin Evangelist misyoner bulunduğu iddia ediliyor.

Bunlar Türkçe biliyor. Pasaportlarında meslekleri

“misyonerlik”

olarak gösterilmiyor.

Kimi öğretmen, kimi işadamı, kimi turist, kimi araştırıcı olarak geliyor.

Türkiye geniş bir ülke. İçeriye bir girdiler mi, araziye uyup gizleniyorlar. Onlara, barınacak meskenler lazım. Bir veya birkaç misyoner bir daire kiralıyorlar.

Hem mesken, hem kilise.

Gelsin Teslis âyinleri, sohbetler, çaylar. Adamlarda para bol. Su gibi harcıyorlar.

Anadolu, Hıristiyanlığın ilk vatanıymış. Barbar Müslümanlara bırakılamazmış.

Misyonerleri korumak için

yeni Ceza Kanunu’na maddeler konulmuş.

Herhangi bir dinin propagandasına, ayinine, ibadetine engel olanlara çeşitli ve şiddetli cezalar verilecek.

Onları engelleyenler hapse atılacak.

Müslümanlar aynı hürriyete sahip midir?

Ne gezer!

Hele bir Kur’an kursu aç ve 12 yaşından küçük çocuklara din ve Kur’an dersi vermeye kalk.

Basılırsın, yakalanırsın, ceza yersin, hapse atılırsın.

Eşitlik prensibi yok mu? Elbette var ama Amerikalılar, misyonerler Müslümanlardan “daha eşittir”.

Daha eşit ne demekmiş… Beni fazla konuşturmayın. Manzarayı görmüyor musunuz?

Ekmeğini Amerikan buğdayı ile yapan, yemeğini Amerikan yağı ile pişiren, vücudunu domuz yağlı sabunla yıkayan, başını ithal malı şampuanla köpürten bir milletin dini de Amerikanca olmalı değil mi?

Güneydoğu bölgemizde dört bin kadar köyün halkı evlerinden barklarından sürülmüş. Köyler harap, tarlalar, bahçeler harap. Ne yiyecek onlar? Amerikan buğdayı, Amerikan yağı, Arjantin pirinci ve mısırı.

PKK savaşı niçin bu kadar uzun sürmüştü.

O savaş daha kısa bir zamanda bitirilemez miydi? Bitirilebilirdi ama izin vermediler. Kimler vermedi? Düşmanlarımız, düşmanlarımız. Niçin, niçin?.. Çünkü o savaşın çok büyük, ama gerçekten çok büyük bir rantı vardı. Uyuşturucu kaçakçılığı, silâh kaçakçılığı, daha bir sürü rant. Savaşın sürmesi gerekiyordu. Sürdürüldü.

PKK

savaşı yerli miydi, ithal miydi? Kesinlikle ithal malıdır o savaş. 1984’te Ermeni terör komitaları

ASALA’nın

faaliyetlerini durdurdular, sahneye PKKsavaşını koydular.

Bu iddialarını gerekçeleriyle birlikte tafsilatlı

(ayrıntılı)

bir şekilde yazmak mümkün müdür? Mümkün değildir a canım mümkün değildir. Yazdıktan sonra Patagonyaya kaçsan saklansan yine yakalarlar ve infaz ederler seni. Hele bir yaz, hele bir yaz…

Tanzimattan beri ülkemize kanunlar, sistemler, ideolojiler, nizamlar, metodlar hep dışarıdan geliyor.

Medenî Kanunu İsviçre’den ithal etmiştik. Üstelik, tercümesinde yanlışlar yaparak.

Eski Ceza Kanunumuz faşist İtalya’dan tercüme edilmişti. Birtakım adamlar vaktiyle bu kanuna “Faşist kanunu” diyerek hakaret ediyorlardı. Bir solcu bu kanuna dayanılarak mahkûm edilince korkunç feryatlar kopartıyorlardı. Yeni TCK çıktı, aynı adamlar bu sefer “Ah eski kanun, vah eski kanun…” diye dövünmeye başladılar.

Batıdan neler ithal etmedik ki… Şapka, elbise, takvim, alfabe, zihniyet, kültür, hafta tatilinin pazar günü olması… Bir de

“Beynelmilel erkam”

(Uluslararası rakamlar)

ithali var ki, dillere destandır. Avrupalılar uluslararası erkama

“Arap rakamı”

der. Demek ki, Arap rakamlarını bırakmış, yerlerine yine Arap rakamları almışız.

Son otuz yılda dışarıdan çok para da ithal ettik. Paralar kapanın elinde kaldı ve şimdi ülke ve halk 350 milyar dolar borç yükü altında. Türkiye bunların ne anasını ne de faizlerini ödeyebilir. Gelecek on nesil borçlu şimdiden. Borç yiğidin kamçısıymış. Borç sömürgecilerin de kamçısıdır. Baksanıza IMF kendi ülkemizde bize şeker pancarı, tütün ektirmiyor. 15 Temmuz 2005