Sömürge
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Salı
Birkaç çeşit sömürgecilik vardır. Klâsik sömürgecilik 20’nci asırda tarihe karışmıştır. Nijerya İngiltere’nin, Senegal Fransa’nın, Mozambik Portekiz’in, Endonezya Hollanda’nın, Kongo Belçika’nın, Rif İspanya’nın sömürgesi idi; bunların hepsi bağımsız olmuştur.
Eski Sovyetler Birliği de bir tür sömürge sistemiydi. Bazıları buna neo-kolonyalizm ismini vermiştir. Onlar da tarihe karıştı.
Şimdi yeni bir sömürgecilik sistemi var. Ortada zâhiren (dış görünüş olarak) bağımsız; devleti, Meclis’i, hükümeti, ordusu, bayrağı olan bir ülke var ama gerçekte burası bir sömürgedir. Çünkü güçlü yabancı ülkelerin, uluslararası dev şirketlerin hükmü altına girmiştir, bağımsızlığı lâfta kalmıştır.
Türkiye’yi bu hale getirmek istiyorlar. Nasıl mı?
Dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan ve yakın zamanlara kadar buğday ihraç eden ülkemizde ziraati çökertmişler ve halkımızı doyurabilmek için bizi dışarıdan buğday almak zorunda bırakmışlardır.
Sadece buğday değil, ikinci önemli besin maddesi olan pirinç ziraati de çökertilmiş olup bu madde de büyük ölçüde ithal edilmektedir.
Hayvancılık çökertilmiştir. Dışarıdan en kalitesiz etler ithal olunmaktadır.
Bitkisel sıvı yağ üretimi de baltalanmıştır. Ayçiçeği, mısırözü gibi yağlar tankerlerle dışarıdan getirtilmektedir.
En son şeker pancarı ziraati ve şeker üretimi konusunda da dışa bağımlı olmak; ABD’deki ve Avrupa’daki şeker stoklarını Türkiye’de eritmek üzere gereken “tedbirler” alınmıştır.
Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir. Yakın zamanlara kadar bizim sularımız balık kaynıyordu. Şimdi dışarıdan balık satın alıyoruz.
Gelelim sanayiye. Dış emperyalist güçler ve onların içerideki işbirlikçileri yüzde yüz yerli ve millî bir otomobil sanayii kurdurtmamışlar; demode, ihraç imkânı olmayan, vasıfsız yabancı otomobilleri montaj usulüyle üretip yıllarca iç piyasayı tokatlamışlar ve bu yolla birkaç yüz aile büyük servetller vurmuştur. Türkiye, otomobil sanayiinde bir Güney Kore, bir Çek Cumhuriyeti kadar olamaz mıydı?
Memleketi ve milleti o hale getirmişlerdir ki, dünyanın üç büyük mutfağından birine sahip olan ülkemizde pıtırak gibi Amerikan fast food mağazaları açılmıştır.
Ayranımız, şerbetlerimiz, şıralarımız unutturulmuş, onların yerine sağlığa zararlı boyalar, aromalar, koruyucu maddeler, bir sürü kimyevî madde ile dolu yabancı meşrubat fabrikaları kurulmuş, en uzak dağ köylerine kadar bunların satışı ve dağıtımı sağlanmıştır.
Sigara sağlığa zararlı bir maddedir. Lâkin halkın bir kısmı sigara içecekse bari yerli tütünlerden yapılmış yerli sigaraları içsin, paramız dışa gitmesin. Bizde tam tersi olmuştur. Halkımız ve bilhassa gençlik yabancı sigaralara alıştırılmıştır. Başta ABD olmak üzere bütün Batı ülkelerinde sigara tüketimi azalırken bizde artıp durmaktadır.
Yabancı emperyalist güçler ve onların içerideki işbirlikçileri Türk parasını da çökertmişler, Cumhuriyet’in kuruluş yılında 0.8 TL. eden bir Amerikan doları 1.250.000.- TL. olmuştur.
Türkiye alabildiğine borçlandırılmış, bu alınan borçlar ile dıştaki sömürgecilerin ve içteki soyguncuların zengin olmaları sağlanmıştır.
Ziraat, hayvancılık, üretim, sanayi, ihracat, alın teri, emek, helâl ticaret baltalanmış, zorlaştırılmış, kösteklenmiş; onların yerine faiz, tefecilik, repo, rant, avanta, spekülatif kazançlar getirilmiştir.
Dış sömürgeciler ve onların işbirlikçileri millî kimlikten, millî kültürden, millî kişilikten hiç mi hiç hoşlanmazlar. Onlar kolay idare edilebilecek, kolay sömürülebilecek yığınlar ister. Böyle yığınlar elde etmek için de Türkiye’nin millî kimliğini teşkil eden bütün temel unsurlara karşı sinsi bir savaş ilân etmişler, bunları baltalayıp durmuşlardır.
ABD’de, Batı Avrupa ülkelerinde sonsuz bir din, inanç, vicdan, düşünce, inandığı gibi yaşamak hürriyeti ve serbestisi vardır. Lâkin, sömürgeciler ve adamları Türk halkına bu hürriyeti tanımamakta, inançları yüzünden vatandaşlara türlü baskılar uygulamaktadır.
Ülkemizi sömürge olmaya müsait bir hale getirebilmek için eğitimi ve üniversiteleri çökertmişler; eğitim seviyesini uluslararası standartların çok altına indirmişlerdir.
Böl ve hükm et… Bu ilke, bütün sömürgecilerin temel prensibidir. Dış güçler ve onların içteki yardakçıları halkımızı Türk Kürt, Sünnî Alevî, sağcı solcu, ilerici gerici, dinci lâik, şucu bucu diye bir sürü fraksiyona, kutba, kesime ayırmışlar; çeşitli manipülasyonlar ve tahriklerle bunları birbirleriyle çatıştırmışlardır.
Bütün bu işleri yapabilmek için de, birtakım “crypto” unsurlardan, zâhirde Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise başka kimlikleri olan zümrelerden yararlanmışlardır. Bunlardan biri Türkiye’de iken kendisini Müslüman olarak tanıtıyordu, ABD’ye kaçınca, “Bize Yahudi olduğumuz için Türkiye’de zulm edilmekte, baskı yapılmaktadır” meâlinde basına beyanatta bulunmuştur.
Türkiye gibi bir ülkeyi demokrasi, hukuk üstünlüğü ve millî irade ile gizli bir sömürge haline getiremeyeceklerini bildiklerinden anayasal ve meşru devletin üzerinde bir “Derin Devlet” kurmuşlar ve bütün gücü ona vemişlerdir. Bu derin devletin mahiyeti, künhü bilinmemektedir ama meşru devletten, Meclis’ten, halk iradesinden, siyasî iktidardan, hukuktan üstün olduğu ve son sözü onun söylediği görülmekte ve bilinmektedir.
Şu anda tarihimizin en büyük krizini yaşamaktayız. Ülkemiz, milletimiz, devletimiz, varlığımız büyük bir ihanet hareketi ile karşı karşıyadır. Dış düşmanlarımız ve içteki işbirlikçiler bizi kıskıvrak bağlamak, zâhiren bağımsız, bâtınen esir ve yüzde yüz bağımlı bir sömürge haline getirmek için çalışmaktadır.
Bu ihanet hareketi yeni değildir. 1923’te Lozan Andlaşması’na konulan gizli maddeler, hâlâ açıklanmamış olan protokollar ile başlamıştır.
Maalesef halkın büyük bir kısmı ve bin kere maalesef aydınlar ve okumuşlar durumun fecaatini göremiyor. Türkiye adım adım Sevr’e doğru götürülüyor. Hainler ve soyguncular elele vermiş devletimizin temellerini sarsmaya çalışıyorlar.
Siyaseti, eğitimi, üniversiteleri, maliyesi, iktisadiyatı, sanayii, ticareti, ziraati, lisan ve edebiyatı, tarihi, sanatları çökertilmiş bir ülkede yaşıyoruz. Bizi, bugünkü berbat ve feci vaziyetten ilahî yardım kurtarabilir. Ancak ilahî yardıma nâil olabilmek için bizim de cüz’î iradelerimizi kullanarak kendimize yardım etmemiz gerekiyor. Bizde kendimize yardım edecek niyet ve irade var mı? 25 Nisan 2001