1970’de yirmi yaşında bir genç olan vatandaş şimdi elli yaşında olgun bir kimsedir.

O günden bu güne kaç Müslüman nesil harcandı. Birtakım aktivist İslâmcılar uzun yıllar boyunca attılar tuttular, binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce genci ve vatandaşı peşlerinden koşturdular. Mangalda kül bırakmıyorlardı. İslâm nizamı kuruyorlar, Asr-ı Saâdet’i geri getiriyorlardı. Kendileri gibi düşünmeyen, onları desteklemeyenler hâindi, münafıktı, mason uşağıydı.

Arap dünyasından, Mısır’dan, Suudi Arabistan’dan, Pakistan’dan, İran’dan kurtuluş reçeteleri ithal ediyorlar, dehşetli propagandalar yapıyorlardı. Son otuz yıl içinde yayınlanmış olan bir takım İslâmî gazetelerin, dergilerin koleksiyonları kütüphanelerdedir. Bunlar incelense, ciddî ve derin araştırmalar yapılsa neler ortaya çıkacaktır. Ya kitaplar… İslâm’ı yaymak, dine hizmet etmek adına onbinlerce kitap çıkartıldı. “

Kur’ân’ın dört temel terimi olan ‘İlah, Rab, din, ibadet’ konusunda Müslümanlar üçüncü asırdan sonra sapıtmışlar, bu terimleri yanlış yorumlamışlardır. Şimdi doğrusunu ben yazıyorum”

diyen Pakistanlı muharririn kitabı dört yayınevi tarafından ayrı ayrı tercüme ettirildi ve hâlen yeni baskıları yapılmaya devam ediliyor.

Kırk elli baskı yapılmıştır sanıyorum. Hindistanlı gerçek din alimi merhum Ebu’l-Hasen Nedvî bu kitaba bir reddiye yazmış,

bunun Türkçe tercümesi

“İslâm’ın Siyasî Yorumu”

adıyla basılmıştı. Bir baskı yapıldı, nüshası kalmadı, lakin yeni baskılar yapılmıyor. Niçin?

Ali Şeriatî’nin,

“Allah gerçek gerçek bir Janus’tur”

cümlesini ihtiva eden kitabı da satıldı, okundu. Diyanet’ten, İlahiyat fakültelerinden, cemaatlerden, din alimlerinden bu kitaba ve

“Allah gerçek bir Janus’tur” cümlesine karşı bir reddiye hazırlanıp yayınlanmadı.

Otuz yılboyunca bozuk kitapları okuyan, ithal malı bozuk reçeteleri benimseyen, beyinleri yıkanan nesiller büyük kayıp verdiler.

Eski komünistlerin büyük bir kısmı şimdi

statükocu

kesildi, düzenin rantlarını yiyorlar.

Ayda on milyar maaş alanları, trilyonluk servet edinenleri var.

Eski hızlı İslâmcılardan nicesi de sisteme entegre oldu ve haram rant yemeye başladı.

“Bu düzen bozuktur, onun yerine iyi bir düzen kuracağız”

diyen nice kişi şimdi düzen müesseseleri içinde

düzen rantı yiyor

, semiriyor.

İranlı Lider Humeynî’nin Türkiye’de temsilcisi olan bir ahund

(şiî hoca)

vardı. 70’li yıllarda nice islâmî cemaat ve hizip bu hocayı destekliyor, Anadolu şehirlerinde konferans vermesi için salonlar kiralıyordu. Ehl-i sünnet alimlerinin ve hocalarının yüzüne bakmayanlar,

Mehdi Pur

denilince hayranlıktan ve sevgiden kendilerini kaybediyordu.

Kafa karıştırıcılar Diyanet’e de bir ara iyice hakim olmuşlar ve

Reşid Rıza’nın Telfik-i Mezahib konulu bozuk kitabını

başkanlık yayınları arasında çıkartmışlardı. Bu görüşü benimseyen bir taşra vaizi bu kitaptan yüzlerce adet getirtmiş, bir cuma günü büyük camiin vaaz kürsüsüne çıkarak,

“Ey cemaat-i müslimîn! Müslümanları kurtaracak, yolumuzu aydınlatacak, ufuklarımızı genişletecek çok kıymetli bir kitap çıkmıştır, herkes bundan bir adet alsın”

diye çığırtkanlık yapmıştı. Zavallı Müslümanlar kitabı almışlar, fakat kafalarının karışmasından, zihinlerinin altüst olmasından başka bir şey elde etmemişlerdi.

“Yezid’in babası dahil bütün Emeviler haindir”

diyen bir adamın kitapları cayır cayır satılıyor ve okunuyordu.

Hazret-i Osman Zi’n-Nureyn efendimiz Emevî değil miydi?

Takvalı halife Ömer İbn Abdülaziz

o kavme mensup değil miydi? Bir Müslümana,

toptan Emevî düşmanlığı yapmak yakışır mıydı?

Bunları düşünen yoktu.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığını yıkmak için açık ve sinsice çalıştılar.

“İlmihal Müslümanlığı bozuktur. Asıl Müslümanlık benim anlattığım Kur’ân Müslümanlığıdır. Sünnet din kaynağı değildir. Peygamber postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir”

diyen İlahiyat profesörüne tolerans ödülleri verildi.

Adam yıllar yılı meydanı boş buldu, esti savurdu. Amerika’da sapık bir

Mısırlı, Reşad Halife

kitaplar ve dergiler çıkartıyor, vicdana sığmaz hezeyanlar savuruyordu.

“Namazda salavat getiren müşriktir. İslâm dini tahrif edilmiştir”

diye meydan okuyordu. Bu adama cevap mı verildi? Ne gezer.

Cevap verilmek bir tarafa, herifin kitapları lisanımıza tercüme ettirilip bastırıldı.

Başlarına gelen bunca beladan sonra bir takım adamların ve grupların akılları başlarına geldi mi?

Maalesef gelmedi.

Dünya yıkılsa onlar bildiklerinden şaşmazlar; Nuh derler, Peygamber demezler.

Bulgaristan’da krallık zamanında

Şumnu Nüvab

medresesinde okuduktan sonra Mısır’da Ezher Üniversitesi’nde parlak bir tahsil yapan, sonra ülkesine dönen ve

komünist rejim zamanında büyük zulümlere ve işkencelere mâruz kalan, binbir zorlukla Türkiye’ye hicret eden, nice hizmetler veren, Müslim-i Şerifi Türkçeye tercüme ve şerh eden, binlerce talebe yetiştiren, din kültürüne değerli eserler kazandıran merhum ve mağfur Ahmed Davudoğlu Hoca

,

“Dini Tâmir Dâvasında Din Tahripçileri”

adıyla bir kitap çıkartarak kötü gidişi bundan çeyrek asır önce haber vermiş, hatâlı görüşleri çürütmüş, bâtıl ve bid’at çıkışlara cephe almıştı. Şimdi bu kitabın

Diyanet Vakfı kitabevlerinde satılması yasaktır.

Yaşar Nuri Öztürk’ün kitaplarını bile satanlar böyle faydalı bir kitabı boykot etmişlerdir. İnsafa, vicdana sığar mı bu?

Türkiye Müslümanları için necat, felah, itila, hürleşme yolu Sünnet ve Cemaat imamlarının yoludur.

İmamı Ebu Hanife’lerin, İmamı Şafiî’lerin, İmamı Malik’lerin, İmamı Ahmed İbn Hanbel’lerin, İmamı Eş’arî’lerin, İmamı Matüridî’lerin, İmamı Birgivî’lerin, İmamı Rabbanîlerin ve aynı kafile içinde bulunan ulemanın, eimmenin, evliyanın, etkıyanın yoludur.

Son otuz yıl içinde, Türkiye Müslümanları Mevlana Celalüddin Rumî hazretlerinin meşrebi üzere, Şeriat ve Tarikat yollarından gitmiş olsalardı, bugünkü hüsrana uğramış olurlar mıydı? Elbette olmazlardı.

İslâm bedevî, a’rabî, varoş, gecekondu, ayaktakımı dini değildir.

İslâm şehir, metropol, medeniyet dinidir

. Müslümanlar yaşadıkları çağın en bilgili, en kültürlü, en ahlâklı, en hünerli, en sanatlı, en vasıflı, en güçlü, en üstün insanları ve ümmeti olmaya mecburdur.

Ucuz ithal reçeteler, üç beş işporta slogan, demagoji, aktivizm, bid’at, ifrat-tefrit, din sömürüsü ile bugünkü noktaya geldik. Kurtulmak istiyorsak metod değiştirmeliyiz.

Hışma Uğrayan Profesör

Taşra’daki üniversitelerden birinin profesörü vazifesinden alınmış, yani işinden atılmış. Sebebi de, yıllarca önce yazmış olduğu bir kitapta

bizdeki laiklik uygulamasını tenkit etmesiymiş.

Hışma uğrayan profesör on kişilik bir heyet tarafından Ankara’da sorguya çekilmiş.

– Niçin laiklik aleyhinde yazdın?

– Ben laiklik aleyhinde yazmadım, sadece bizdeki laiklik uygulamasının doğru olmadığını, böyle bir laiklik olamayacağını yazmıştım.

– Buna hakkın yoktur. Laiklik uygulamasını da tenkit edemezsin. Statüko neyse doğru olan odur.

Profesör, yazılarından birinde Bediüzzaman’dan saygı ile bahsetmişmiş. On kişilik engizitör heyeti bunu da ağır ve vahim bir suç ve cinayet olarak kabul etmiş.

Bizdeki laikler, çağdaşlar, ilericiler, uygarlar vaktiyle

“Üniversite bağımsızlığı ve muhtariyeti isteriz”

diye bağırıp duruyorlardı.

Şimdi ise, statükoyu ve hâkim ideolojiyi kabul etmeyen, derin devlet ilkelerine karşı çıkan öğretim görevlilerini işten atıyorlar.

Solcu, ateist bir profesöre böyle bir muamele yapılsa kızılca kıyamet kopartacak olan sahte hürriyetçiler, sahte medeniler; haksızlığa uğrayan profesör millî kimliğe bağlı bir kimseyse,

“Bir gerici daha tasfiye edildi”

diye seviniyor.

Bu statüko yaşar mı, devam eder mi? 20 Mart 2000