2005’te Papalık tahtına oturmuş olan 16’ncı Benoit’nın istifa etmesi hatırlara Aziz Malachie’nin kehanetlerini getirdi. Bu kehanetlere göre, Benoit sondan ikinci Papadır, kendisinden sonra bir Papa (Petrus Romanus) daha gelecek, ondan sonra yedi tepeli şehir tahrip edilecek ve Papalık sona erecektir.

Bulgaristanlı

âma kâhine Baba Varga

‘nın (1911-1996) kehanetlerinden biri şudur: “Amerikanın başına zenci bir başkan geçecek, bu zatın başkanlığı esnasında büyük bir ekonomik kriz olacak ve üçüncü dünya savaşı başlayacak. Siyahî başkan Amerika Birleşik devletlerinin son başkanı olacak, ondan sonra Birleşik devletler olmayacak, devletler olacaktır.”

Nostradamus

‘un bazı dörtlüklerinde doğru dürüst anlaşılmayan bir dil ve üslûp ile âhir zamanda

Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında büyük ve kanlı savaşlar olacağı

beyan edilmektedir.

Yirminci asırda dünya iki büyük genel savaş yaşadı. Şimdi üçüncü genel ve korkunç savaşın ayak seslerini duyuyoruz.

Üçüncü büyük savaşın patlayacağını söylemek için kâhin olmak gerekmez.

Âhir zamanda

Hazret-i İsa’nın

(Selam olsun ona)

yeryüzüne ineceği, mânen mütevâtir hadîslerle kesin olarak bilinmektedir. Reformcu ve modernist ilahiyatçıların bunu inkâr etmelerinin kıymeti yoktur.

Ehl-i Sünnet İslamlığında nüzul-i İsa aleyhisselam konusunda icmâ vardır.

Üçüncü dünya savaşında Türkiye’nin durumu ne olacaktır? Bendeniz kâhin mâhin değilim, bu konuda konuşmak istemem. Gördüğüm, sezdiğim, tahmin ettiğim bazı gerçekler var. Onları beyan etsem, şiddetli tepkiler alacağımı bildiğimden susuyorum.

Dostlarıma tavsiyelerim: Mal konusunda hafifü’l-haz olsunlar… Çok sadaka versinler… Namaz ve sabır ile Hak’tan yardım istesinler… İmanlarını bid’atlerden, sapıklıklardan, küfürden, nifaktan korusunlar… Fitne ve fesada bulaşmasınlar… Her türlü cemaat ve fırka holiganlığından, militanlığından, fanatizminden uzak dursunlar…

Gelecek, büyük hadiselere gebedir. Ömrü olan görecektir.

(Not: Haram ve gayr-i meşru yollarla zengin olan rantçıların, komisyoncuların, ihalelere fesat karıştıranların, türedilerin, vakıf mallarına el uzatanların, saçı bitmedik yetimlerin haklarını gasb edenlerin, zekat uğrularının gelecekleri çok karanlıktır. Haram servetlerini tasfiye etmelerini, üzerlerindeki kul haklarından kurtulmalarını tavsiye ederim ama biliyorum ki, bunu kabul etmeyecekler, dünya allak bullak oluncaya kadar haram servet yığmaya devam edeceklerdir. Maziye baksınlar: Haram parayla kim âbâd olmuş ki…)

* (İkinci yazı) Geleneksel Sanat ve Zanaatlarımız

Geleneksel milli sanat ve zanaatlerimizin çok ihmal edildiği kanaatindeyim. Türkiye bir lüks ve kitsch rüküşlüğü anaforunu kapıldı, gidiyor.

Japonya’ya bir göz atalım, dünyanın üçüncü sanayi ülkesi olan Doğan Güneş İmparatorluğu’nda bütün milli sanatlar yaşatılıyor. Orada sekiz yüz senedir sönmeden çalıştırılan çömlek fırınları, atölyeleri var. Ne kadar eski geleneksel sanatları varsa yaşıyor, yaşatılıyor. Japonlar el yapımı kâğıttan ve bambudan elbise bile yapıyor. Onlar hem otomobil sanayiinde dünya birincisi, hem de el sanatlarında dünya birincisi.

Biz milli ve yerli olan hemen hemen her şeye sırt çevirmişiz.

Çömlek sanatı dediğin vakit birtakım cahil çokbilmişler bu devirde çömlek mi olur diyecekler. Kültürleri, ufukları, sanat boyutları yeterli değil.

Keşke bir

“Güzel Sanatlar ve Zanaatler Üniversitesi”

kurulsa ve sayıları 300’e yaklaşan milli sanatlarımızı geliştirmek için faaliyet gösterse.

Türkiye’de turizm patladı. Yılda otuz milyon yabancı geliyor. Maalesef bunların büyük kısmı ucuz, kalitesiz turist. Lakin hepsi böyle değil. Bu turistlerin bir milyonu cebinde para olan, kaliteli turist olsa ve biz onlara yüzlerce çeşit kaliteli ve sanatlı hatıra eşyası satabilsek bu sahada da patlama olur.

Ticari faaliyetlerde ahlak şarttır. Bendenizin bin dolara alabileceği bir halıyı turiste üç bin dolara satmak ahlaksızlıktır.

İran’da milli sanatlar çok gelişmiştir… Yunanistan’da müzelerdeki tarihi el sanatı eşyaların replikaları yapılıp satılıyor… Hindistan’da da öyle.

Çinliler öylesine çalışkan ve becerikli ki bizim ipek Hereke halılarını taklit ediyorlar, bir köşesine HEREKE yazıyorlar, üçte bir fiyatına satıyorlar… Hindistan’da sahipleri Müslüman olan bir el yapımı kâğıt fabrikası var, yüz çeşit kâğıt üretip bütün dünyaya ihraç ediyorlar.

İstanbul başta olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde binlerce Çin’de üretilmiş ıvır zıvırları satan ucuz mağazalar var. Bir ara ne alırsan 1 liraydı, şimdi biraz zamlandı. Böyle bir mağazada bin çeşit ıvır zıvırın yanında, elli veya yüz çeşit sanat boyutu olan objeler de bulunuyor.

Bundan bir ay kadar önce Mercan’daki Şark Han’a gitmiştim. Porselen, üzeri Çin usulü resimlerle ve Çince yazılarla nakışlanmış, tutacak yeri hasır kaplı kocaman bir demlik aldım. Fiyatı 10 TL… Toptan alsam belki de beş altı liraya alabileceğim.

Endonezya’dan ithal edilen el yapımı kâğıttan defterler, fotoğraf albümleri var, ciltleri ağaç yapraklarından yapılmış.

Bütün sanatlarımız, zanaatlerimiz geriliyor, çöküyor. Bursa’da ipekçilik can çekişiyor.

Doğu vilayetlerimizde eskiden, kadınların sokak giysisi olarak el tezgâhlarında ihramlar dokunuyordu. Onlar da çok azaldı.

Ayakta duran birkaç sanat: Kütahya çiniciliği… İznik çiniciliği… Avanos çömlekçiliği… Biraz bakırcılık…

Son otuz kırk yıl içinde zeytinlikler tahrip edildi, yerlerine binalar, yazlıklar dikildi. Bazısı yüzlerce yıllık o cânım zeytin ağaçlarını yamyamca, vandalca, acımasızca kestik, odun yaptık. Yahu, zeytin ağacının tahtası fildişi, abanoz, kehribar gibi kıymetli bir maddedir. Bunları, Filistin’de yapıldığı gibi yontup sanat eşyasına çeviremez miydik?

Bundan yüz küsur sene önce üretilmiş eski bir cihaz, mesela borulu bir gramofon yahut antika bir telefon buldunuz. Bunları Hindistan’a Bombay’a götürün, ustalarını atölyelerini bulun, size aynısını yaparlar ve sipariş verirseniz seri üretime geçerler.

Ülkemizin birçok yerinde sapları boynuzdan bıçak ve çakı yapılıyordu, onlar da çok azaldı. On sene kadar önce Gürcistan’dan dönerken Sürmene’den el yapımı bir bıçak almıştım.

İki örnek vermek istiyorum: Birinci örnek, Devrek bastonculuğudur. Orada böyle bir el sanatı gelişmişse, Türkiye’nin en az iki yüz elli başka şehrinde, başka sanatlar gelişebilir… İkinci örnek: Yakın zamana kadar el arabalarında, tablalarda satılan simit şu anda simit saraylarında satılıyor, birçok konuda da böyle gelişmeler olabilir. Mesela kültürlü, becerikli, imkânlı bir müteşebbis “Ben dünyanın en lezzetli böreğini yapacağım diyecek” ve faaliyete başlayacak. Böreğin ana maddesi nedir, un… Türkiye’de maalesef kaliteli lezzetli börek yapacak buğday türü bile hiç kalmamış dememeyim, çok azalmıştır. Bütün ülkeyi araştıracak en kaliteli, lezzetli, buğday kokulu unu bulacak, bulamazsa ithal edecek… Etli böreklerin harcı yaylalarda beslenmiş hayvanlardan olacak… Öyle rasgele peynir kullanılmayacak, seçme olacak. Efendim ıspanaklı börekler, pazılı börekler, ısırganlı börekler, madımaklı börekler… Böreğin pırasalısı, mantarlısı, pirinçli ve tavuklusu da olur… Tabii en iyi börekler tereyağı ve (sıkı durun) terbiye edilmiş kuyruk yağıyla olur… Terbiye edilmiş kuyruk yağı ne demektir, onu yıllar önce anlatmıştım… Benim çocukluğumda bütün Türkiye soğanla, elmayla, sütle terbiye edilmiş kuyruk yağı yerdi, bu kadar hastalık da yoktu. Neyse biz börekçimize dönelim: Börek sarayı açıldı, on çeşit börek yapılıyor, müşteriler gelmeye başladı. Yiyenler zevkten dört köşe oluyor. Böreklerin yanında yaylalardan gelmiş yayık ayranları, demirhindi=temr-i hindî şerbetleri, bildiğimiz normal çay, naneli Mağrip çayı… Öyle börekler ki büryan kebabından, kuzu dolmasından daha lezzetli.

Söylemesi kolay yapması zor.

Üç yüze yakın geleneksel sanatımız gevezelikle, zevzeklikle, bürokrasiyle, emanetleri ve işleri ehil olmayanlara vermekle, asalaklıkla elbette gelişmez.

Ya memleketteki bilen, becerikli, çalışkan, hünerli, marifetli ustaları, uzmanları, üstatları bulacağız; yahut Çin’den, Hindistan’dan, İran’dan, Afrika’dan böyle ehliyetli kimseler getireceğiz. 19.02.2013