Sorgulamak, Ağlamak Suç mudur?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
CumaBüyük adamlara ihtiyacımız var. Türkiye çapında değil, dünya çapında büyük adamlara. Türkiye tarihiyle, yüzölçümüyle, nüfusuyla, kendisine mâziden kalan kültür mirasıyla büyük bir ülkedir. Bu ülkeye her sahada büyük adamlar gereklidir. Büyük devlet adamları, büyük siyasetçiler, büyük idareciler, büyük düşünürler, büyük edebiyatçılar, büyük şairler, büyük mimarlar, büyük bilginler…
Dış düşmanlarımız ve onların içimizdeki yardakçıları bizi küçükleştirmek, güçsüz hale getirmek, çökertmek için ellerinden geleni yaptılar. Ahmak ve beyinsizlerimiz de bilmeyerek, dolaylı şekilde onlara yardımcı oldular.
Medeniyetin ve üstünlüğün iki temel sütunu olan edebî-yazılı lisanımızı dinamitlediler; mimarîmizi ve şehirciliğimizi bitirdiler.
Bir toplum ilimle, ahlakla, sanatla yükselir. Onları da çökerttiler. İnsan çocukları kendi kendine yetişmez. Bir milletin genç nesillerini okullar, liseler, üniversiteler yetiştirir veya batırır,
denilmiş mi? Şimdiki genç nesillere bakınız. Hangi kesimden, hangi alt kimlikten olursa olsun bizde -nâdir istisnâlar dışında- korkunç bir cehl-i mürekkeb hâkimdir.
Basit câhil, bilmediğini bilir; mürekkeb câhil bilmez, lakin bilmediğinin farkında değildir, bildiğini sanır.
Kendi tarihini bilmeyen bir Türkiyeliye aydın denilebilir mi?
Herif kendisini dev aynasında görüyor, yüksek seviyede bir okur-yazar olduğunu sanıyor. 1900’da basılmış bir Fuzulî divanını eline veriyorsunuz, “Oku!” diyorsunuz. Kitaba “bakar” gibi bakıyor, sonra kabak gibi sırıtarak “Ben bu yazıyı okuyamıyorum” diyor. Bre nâbekâr, bu yazı Türkçe değil mi? Bu kitap Türklerin en büyük şâiri Fuzulî’nin divanı değil mi? Aydın ve okumuş geçinen sen nasıl olur da bunu okuyamazsın? Bir İngiliz Shakespeare’i, bir Alman Schiller’i, bir Fransız Corneille’i, bir İtalyan mel’un Dante’yi okuyamıyorsa ona mensubu bulunduğu milletin ve kültürün aydını, okumuşu demek mümkün müdür?
Dilini kopartarak milletimizi alîl ettiler. Tarihini tahrif ederek, gerçekleri gizleyip yerlerine mitoslar öğreterek hâfızasını tâtil ettiler. Omuriliği zedelenen bir insan ne olur? Yatalak olur. Tarihî devamlılık şuurundan mahrum bir toplum da felçlidir.
Dolaşın Anadolu’yu ve Trakya’yı. Kayda değer mimarlık eseri olarak ne varsa Selçuklu, Beylikler, Osmanlı zamanından kalmıştır. Birkaç istisnâ dışında yeni yapılanlar korkunç ucubelerdir. Bana inanmıyor musunuz? O halde uluslararası şahsiyetlerden müteşekkil bîtaraf bir bilirkişi heyeti teşkil edilsin ve onlardan rapor alınsın.
İstanbul’da bir Şehzâde Camii’ne bakınız, bir de karşısındaki o korkunç, o dehşetli, o evlere şenlik Belediye binasına. Şehremini’nde karşı karşıya iki mektep binası var. Biri eski devir “Darü’l-Muallimat-ı Aliyye” (Yüksek Kız Öğretmen Okulu) olarak yapılmış güzel bina, karşısında Şehremini Lisesi yer alıyor. Mimar olmaya lüzum yok, elini vicdanına koyarak hüküm veren herkes, birinci binanın güzel ve sanatlı, ikinci binanın ise çirkin ve sanatsız olduğunu kabul ve teslim edecektir.
Osmanlı, batmadan bir iki sene önce devletin son büyük resmî binasını bitirir açar. Bu, Sultanahmet’teki Hapishane binasıdır. O bina bir mimarlık, bir sanat eseridir. Üslubunu beğenmese de kimse bunu inkâr edemez.
Osmanlının gerileyiş, çöküş devri olan 19’uncu asırda mimarlık hat, musikî sahasında çok güzel eserler ortaya konulmuştur. Hele 20. asrın çeyreğinde yapılan binalar ne kadar güzeldir.
Bu memleketin geriliğini, talihsizliğini İslâm’a bağlayan Sabataycılara soruyorum: Siz ne yaptınız?
Türkiye’de, Lozan Andlaşması ile toprakları İngilizlere verilmiş olan İngiliz mezarlıkları; onların yanında yine Lozan’la korunmuş Rum-Ermeni mezarlıkları bir taşına bile dokunulmadan, bir karış toprağı bile istimlak edilmeden, duvarlar ardında korunarak yerli yerinde duruyor da, binlerce İslâm mezarlığı niçin düzlenmiştir? Niçin atalarımızın kabirleri korunmamıştır? 1930’lu yıllarda büyük şehirlerimizin birinin başında İlbay ve kentbay olarak bulunan bir dönmenin, üzerinde kutsal yazılar bulunan Müslüman mezar taşlarının bir kısmını lağımlara kapak olarak kullandırttığı iddia edilmektedir.
Son seksen yılda tek korunan mezarlık Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Sabataycılar Mezarlığıdır? Niçin? Bunun sırrı nedir?
Ülkemizde dehşetli bir yeraltı savaşı cereyan ediyor. Bir yanda dünya hâkimi, süper güç ABD, öbür yanda Almanya, Türkiye’yi kendi nüfuz sahalarına çekmek için sinsice savaşıyor. İki tarafın da adamları, piyonları var. Sabataycılar Tekelistan kurma hayallerinden vazgeçmiyor
Türkiye’nin gerçekten bağımsız, gerçekten güçlü, gerçekten üstün olmasını istemiyorlar. Ancak, onların vereceği koltuk değnekleri ile ayakta durmamıza izin veriyorlar.
Dış düşmanlarımızın yardakçıları ve yardımcıları içimizdeki hırsızlardır, talancılardır, soygunculardır, hortumlayıcılardır.
Türkiye 200 milyar dolarlık bir borç altında eziliyor. Borç alınan bu paralarla vasıflı, güçlü, üstün beyinler yetiştirilmiş; sanayimiz, ziraatimiz, hayvancılığımız güçlendirilmiş, ihracatımız artırılmış olsaydı bugünkü acınacak duruma düşmeyecektik. Bu 200 milyar liraya ne olmuştur? Onu kimler yemiş bitirmiştir?
Memleketin feci ve perişan haline ağlamak suç mudur? Feryat etmek suç mudur? Ben böyle yazıyorum diye Ceza Kanununu ihlâl mi etmiş oluyorum?
Bu memleketi hangi zihniyet, hangi ideoloji, hangi egemen güçler bu hale getirmiştir? Sorgulamak suç mudur? 15 Haziran 2002