SORULAR
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 27 Aralık 2018
Cumartesi
Ülkemizdeki resmî ideolojinin tabuları ve totemleri var. Bunların birincisi lâikliktir. Bu konuda bazı sorularım var, arz ederim…
1. Bizdeki lâiklik midir, lâikçilik midir?
2. Dünya üzerinde kaç çeşit lâiklik vardır?
3. Bizde uygulanan lâiklik midir,, yoksa “Devlet dini sistemi” midir?
4. Bazıları lâiklik demokrasinin ve insan haklarının vaz geçilmez, olmazsa olmaz temel şartıdır diyorlar. Peki, lâiklik olmayan İngiltere’de demokrasi ve insan hakları nasıl oluyor?
5. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi metinlerin hiçbirinde lâiklik ne bir değer, ne bir temel ilke olarak yer alıyor, buna ne dersiniz?
6. İnsan hakları beyanname, sözleşme ve metinlerinde din, inanç, ibadet ve dinine uygun bir hayat sürebilme hakları ve hürriyetleri yer alıyor. Bunları ihlâl eden, kısıtlayan bir lâikliğin demokrasiye ve insan haklarına uygunluğundan söz edilebilir mi?
7. Bazıları lâiklik olmazsa Cumhuriyet de olmaz diyor. Öyleyse İran İslâm Cumhuriyeti nasıl oluyor?
8.Ülkemizde Komünist Parti kuruldu da niçin bir İslâm Partisi kurulmasına izin verilmiyor?
9. Din eğitiminin devlet tarafından yapılması lâikliğe uygun mudur?
10. Lâik bir rejimin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı olması, beş yüzden fazla İmam-Hatip okulu olması, 20 kadar İlâhiyat fakültesi olması, 100 binden fazla resmî imamı, müezzini, müftüsü, vaizi, din dersi öğretmeni olması, bunların maaşlarının devlet bütçesinden ödenmesi lâikliğe uygun mudur?
11. Lâik rejim Hıristiyanların ve Yahudilerin din işlerine, kilise veya sinagoglarına, papazlarına, patrik veya hahambaşılarına karışmıyor, onları din konusunda serbest bırakıyor da, Müslümanların din işlerine niçin karışıyor?
12. Türkiye’deki lâiklik veya lâikçilik uygulaması gerçek demokrasi, insan hakları ile bağdaşır mı?
13. Her şeyin açık ve seçik tarifi yapılıyor da lâikliğin niçin yapılmıyor? Birileri böyle bir tarif yapılmasına niçin karşı çıkıyor?
Yukarıdaki soruları bilgilenmek, aydınlanmak için sordum. Soranın bir yüzü kara, cevap vermeyenin iki yüzü kara olsun.
Ne olur, bu yüzden bana hışım etmeyin…
Gerek Ermenistan, gerekse Ermeni diasporası Türkiye’den toprak istiyor, Ermenilerin Türkiye’ye göç etmesini istiyor, tazminat istiyor. Ermenistan’daki ve dünyadaki bütün Ermeniler bunları istiyor mu? Hepsi istemese bile büyük kısmı istiyor. Bu istekler onların hakkı mıdır? Bu isteklerde haklılık payı var mıdır? Türkiye’nin bu konuyu tartışması doğru olmaz. İlle de her şey tartışılacaksa, 19’uncu asırda Erivan’ın da bir Türk ve Müslüman şehri olduğu tartışılmalı ve oraya da Müslüman nüfusun göç etmesi konusu gündeme getirilmelidir.
Ermenistan konusunda Ankara’ya büyük baskılar yapılıyor. Türkiye’nin millî menfaatlerini ve bütünlüğünü korumak istiyorsak; Ermenistan’ın, yukarıda saydığım üç şarttan vaz geçtiğini açık seçik açıklamasını, bu açıklamanın uluslararası garantiye bağlanmasını sağlamalıyız.
Türkiye ile Ermenistan hududunun açılması konusunda dar kapsamlı bir anlaşma imzalanacakmış. Böyle bir şey bizim için son derece riskli olur.
Ülkemizde büyük sayıda, dıştan Türk ve Müslüman görünen, asıl kimlikleri ise Ermenilik olan vatandaşlarımız vardır. Ermeni Patriğinin Paris’te yayınlanan
(Haç) isimli gazetede yayınlanan röportajında (29 Ağustos 2005) bu konuda bilgi verilmektedir. İki kimlikli bu vatandaşlarımız Ermenistan hesabına çalışıyorlarsa Türkiye’nin işi gayet zordur. (Herkesi suçlamıyorum…)
Bundan birkaç yıl önce, doğu illerimizdeki bir üniversitenin rektörü olan Kripto Ermeni bir zatın yaptıklarını, söylemlerini hepimiz biliyoruz.
İslâm kültürünün dominant kültür olduğu, halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bu ülkede İslâm dinine ve Müslümanlara çok aşırı ve ölçüsüz bir şekilde saldıran, Müslümanları ideolojik rejim için büyük tehlike ve tehdit olarak gören, halk iradesini kabul etmeyen, demokrasi bir oyundan ibarettir diyen iki kimlikli zihniyete dikkat edilmelidir.
Ermenistan ile aramızdaki sınır kapıları elbette açılmalıdır. Elbette iki ülke ticaret yapmalıdır. Elbette turizm ve kültür faaliyetleri olmalıdır. Ancak bunun için birtakım zaruri şartlar vardır.
Ermenistan kayıtsız şartsız olarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünü kabul edecek ve kabul uluslararası garanti altına alınacak.
Ermenistan, Türkiye’den tazminat talep etmeyecek.
Ermenistan Türkiye’ye Ermeni nüfus göçü isteğinden vaz geçecek.
Ermenistan bu istekleri kabul etmezse sınır kapıları kapalı dursun.
Marksistler ve yandaşları bu hadiseye
ismini vermişlerdir ve aradan 40 sene geçmiş olmasına rağmen bunun edebiyatını kendi kafalarına göre yapmaktadırlar.
1969’da Türkiye için en büyük tehdit
idi. Marksistler ülkemizde Sovyet uydusu bir rejim kurulması için çalışıyorlardı. Sovyetler Birliği battıktan bir müddet sonra bir kısım arşivleri açıldı ve Türkiye’deki bazı kişilere maddî destek verildiğine dair belgeler ortaya çıktı.
Müslüman çoğunluk ülkemizde Marksist-Leninist bir rejim kurulmasını istemiyordu. Çünkü böyle bir rejim İslâm ve Müslümanlar için bir felâket olurdu.
Solcu yazarlara, akademisyenlere, entelektüellere göre
Marksistlerin Taksim’e doğru yürümesi, gösteri yapması onların en tabiî hakkıdır. Lakin Müslümanların, kendi inanç ve emelleri doğrultusunda yürüyüş yapması gericiliktir, haksızlıktır, Amerikan uşaklığıdır, vatan hainliğidir.
bir Cumhuriyet yazarı Müslümanları, o sırada Boğazda demirlemiş olan
kıble ittihaz etmekle suçlamıştı.
Onlar da oradaki parkta çimenler üzerinde namaz kılmış. Denizde Amerikan gemileri var ya, kıbleleri onlar olmuş!..
Hangi Fransız düşünürü söylemiş, şu anda hatırlamıyorum,
diye bir vecize var.
Müslüman halkı Amerikan yanlısı, Amerikan uşağı olmakla suçlayanlar demagogtur, müfteridir.
.
26 Nisan 2009