Sorular Cevaplar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Pazar
SORU: Bir Müslüman, Darwin’in evrim teorisinin doğru olduğunu kabul edebilir mi?
CEVAP: Kesinlikle kabul edemez. Ettiği takdirde İslâm dininden çıkmış, yaratılılış gerçeğini inkâr etmiş olur. Çünkü bu teori materyalist ve ateist bir teoridir. Müslüman ise, yaratılış inancını kabul eder. Zaten Darwinizm gerçek dışı, iflâs etmiş bir teoridir. Bir faraziyeden, varsayımdan ibarettir. Darwin Karl Marx’ın yakın dostu idi. Birinin felsefe, ekonomi ve siyaset sahasında yaptığını diğeri biyoloji sahasında yapmıştır. Marksizm ne kadar bâtıl ve yanlışsa Darwinizm ondan daha yanlış ve bâtıl bir ideoloji ve teoridir. Darwinizm iflâs edip bittiği için neo-darwinizm teorisi çıkartılmıştır. Onun da gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Evrim teorisinin gerçek olduğu iddiası yalandan, aldatmacadan ibarettir.
SORU: İslâm dini rasyonalist bir din midir?
CEVAP: Rasyonalizm felsefî bir doktrindir, Türkçesi akılcılıktır. İslâm dini rasyonalist ve pozitivist zihniyeti benimsemez. Akılcılık başka şeydir, akıllılık başka şeydir. Müslümanlıkta önemli olan akıldır, akıllılıktır. Aklı olmayanın dini de yoktur. Bir insanın mükellef olması için akıl sahibi olması gerekir. Ancak insan sırf akılla doğruları bulamaz. Aklın üzerinde nakil vardır, yâni vahiyle gelen Kur’ân, ilhamla gelen Sünnet. Mü’min firaset sahibidir. Şeytan akıllı ve ilim sahibi olduğu halde sapıtmıştır. İnsanlar içinde de nice akıllılar vardır ki, sapıklık gayyalarına düşmüştür.
SORU: Bazı ilâhiyatçılar ve zındıklar, “İslâm’ın tek kaynağı vardır, o da Allah’ın kitabı Kur’ân’dır. Peygamber bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir. Sünnet din kaynağı değildir. Hadîslerin çoğu uydurmadır” diyorlar. Bunların hükmü nedir?
CEVAP: Peygamber’i ve sünnetini devre dışı bırakma gayretleri büyük bir sapıklıktır. Böyle düşünenler öncelikle Kur’ân’a ters düşmüş, Allah’a isyan etmiş olurlar. Çünkü Kur’ân “Peygamber’e itaat edin… Peygamber’de sizin için çok güzel bir örnek ve model vardır… Peygamber size ne getirdiyse onu alın kabul edin…” buyurmaktadır. Peygamber’in sünneti, Kitabullah’tan sonra İslâm’ın ikinci temel kaynağıdır. Muteber ve güvenilir hadîs kitaplarındaki hadîsler sağlamdır, sahihtir. Bunların uydurma olduğunu iddia etmek bühtandır, hıyanettir, zındıklıktır. Peygamber her devirde ve mekânda Müslümanların en büyük önderi, imamı, reisi, kumandanı, rehberi, yol göstericisidir. Onun bu kılavuzluğu ta Kıyamet’e kadar devam edecektir. Onun Sünnetini bırakan karanlıkta kalır, yolunu şaşırır, şeytanların maskarası olur, ebedî saadetini tehlikeye atmış olur.
SORU: Mezhebe lüzum var mıdır?
CEVAP: Kesinlikle lüzumludur mezhep. Şam ulemasından Profesör Said Ramazan el-Bûtî “Mezhepsizlik İslâm Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’attir” unvanlı bir kitap yazmıştır. Düzceli büyük âlim Zâhid el-Kevserî, Mısır’da basılmış Arapça “Makalât” adlı eserinin bir bölümünün başlığını “Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” koymuştur. Fıkıh mezhepleri olmasa dinimizi hayata nasıl uygulayacağız, nasıl ibadet edeceğiz?
SORU: “Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, o halde bid’attir” diyenlere ne cevap vereceksiniz?
CEVAP: Asr-ı Saadet’te Mushaf, yâni kitap şeklinde yazılmış, ciltlenmiş Kur’ân nüshası da yoktu. Mushaf Hazret-i Ebubekir zamanında toplanmıştır. Mushaf Kur’ân’ın nazmını, metnini bir araya getirmektedir. Mezhep de, Kur’ân’ın ahkâmını sistematik bir şekilde toplamaktadır. Bid’at değildir.
SORU: Bazıları “Her Müslüman bir Kur’ân tercümesi, bir de hadîs külliyatı alsın ve dinini bu ana kaynaklardan öğrensin” diyor. Bu metod doğru mudur, faydalı mıdır?
CEVAP: Müctehid olmayan, yâni ictihad yapacak derecede yüksek ilim sahibi bulunmayan hiçbir kimse Kur’ân’dan ve Sünnet’ten hüküm çıkartamaz. Dinini öğrenmek isteyen bir kimse akaid, fıkıh, ilmihal, ahlâk kitaplarını okumalıdır. Kur’ân tercümesiyle ve hadîs külliyatı okuyarak bir Müslüman iki rekat namazı dosdoğru kılmasını öğrenemez. Küçük bir ilmihal ile bu işi bir saatte öğrenir. Kur’ân’ı ve Sünnet’i ayağa düşürmek isteyenler, herkes kendi kafasına göre yorumlasın, hüküm çıkartsın diyenler İslâm’ı yıkmaya, Müslümanları şaşırtmaya çalışıyor.
SORU: Din hizmeti yapanlar maaş ve ücret alabilir mi?
CEVAP: Mütekaddimîn (öncekiler) din hizmeti yapanların ücret ve maaş almasına izin, ruhsat, fetva vermemiştir. Daha sonra zaruret dolayısıyla müteehhirîn uleması imam, müezzin, vâiz, müftü, din dersi hocası gibi din görevlilerinin geçimlerini temin etmeleri için kendilerine maaş verilmesine fetva vermişlerdir. Ancak dini, imanı, Kur’ân’ı âlet ve vasıta kılarak zengin olmaya, din sömürüsü yapmaya, Müslümanları dolandırmaya ne mütekaddimîn, ne de müteehhirîn uleması fetva vermiştir. Din sömürücüleri dünyanın en alçak, en rezil, en namussuz kişileridir. Onların bu dine verdiği zararı hiçbir kâfir veremez.
SORU: İslâm’da tasavvuf var mıdır?
CEVAP: Tasavvuf ahlâk demektir ve bu mânâda dinimizin elbette tasavvufî bir boyutu bulunmaktadır. Şeriat dairesi içinde bulunmak şartıyla tarikatlar faydalı müesseselerdir. Kendilerine intisap edenleri olgunlaştırır, iyi insan ve iyi Müslüman haline getirir. Tarikata girmek bir nasip meselesidir. Bu konuda genel dâvet ve zorlama olmaz. Tarikat ve tarikatlılık iyidir, tarikatçılık kötüdür.
SORU: Türkiye’de din âlimi var mıdır?
CEVAP: Tabakat-ı fukahanın en yüksek derecesi mutlak müctehidliktir. En alt derecesi de fetva verebilecek kadar fakih olmaktır. Bugün ülkemizde, merhum Ömer Nasuhi Bilmen ve merhum Ahmed Davudoğlu hocalar derecesinde bir tek müftü bile kalmamıştır. İlâhiyatçılar gerçek din âlimi sayılamaz. Çok az miktarda sünnî, icazetli, kendini bilen hoca vardır ki, sayıları yetersizdir. Böyle bir devirde, Müslümanların din konusunda kesinlikle tartışmamaları, geleneksel ehl-i sünnet İslâmlığına bağlı kalmaları, akaid ve ilmihal kitapları ne yazıyorsa onları kabul etmeleri gerekir. İleride İslâm mektepleri, medreseleri, darü’l-ulumları açılıp fukaha yetişirse onlar bazı zarurî yeni konularda ictihad yapabilir, fetva verebilir. Bugün hiç kimse kendi heva ve hevesiyle yenilik yapmaya, reformculuğa kalkışmasın.
SORU: Müslümanlar için en önemli iki husus hangileridir?
CEVAP: Birincisi İslâm’ı yakalamak, ikincisi çağı yakalamaktır. Bu da tahsille, ilimle, irfanlâ, eğitimle, mekteple, hocayla olur. Bugünkü Kur’ân kursları, hâfız mektepleri, İmam-Hatip okulları, özel kolejler, İlâhiyat fakülteleri ve cemaat faaliyetleri ile İslâm’ı ve çağı yakalamış güçlü, vasıflı, üstün Müslümanlar yetiştirmek mümkün değildir. Şucu, bucu, ocu, filân tarikata mensup, feşmekan cemaatin bağlısı olmak başka, İslâm’ı ve çağı yakalamış Müslüman olmak başkadır. Üç sıfat kullandım: Vasıflı, güçlü, üstün dedim. Bu da üç sahada, üç boyutta olacaktır: Bilgi boyutunda, ahlâk ve aksiyon boyutunda, güzellik ve sanat boyutunda.
SORU: Türkiye Müslümanları bugünkü zihniyet, kafa, metod ve çalışmalarla izzete kavuşabilir, hürleşebilir, selâmete çıkabilirler mi?
CEVAP: Çıkamazlar. Kendilerini köklü bir şekilde islâh etmeleri, İslâm’a dönme seferberliği ilân etmeleri gerekir. Bu da büyük bir irade ve ilim ister. 13 Mart 2000