Sorulara Cevaplar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 07 Şubat 2019
Cumartesi
SORU: Aleyhinizdeki yazılara niçin cevap vermiyorsunuz?
CEVAP: Aleyhteki yazılar iki çeşittir (1) Edeb erkân dairesinde tenkit etmekte, uyarmaktadır, yazdıkları doğrudur; bunlara teşekkür edilir. (2) Bayağı ve seviyesiz şekilde saldırır, tahkir ve tezyif eder, iftira atar, yalan söyler. Bunlara cevap vermek, bunlarla tartışmaya girişmek -affedersiniz- sidik yarışını kabul etmek demektir ki çok yanlış ve isabetsiz bir şey olur. Susulur, ileride isim vermeksizin cevaplandırılır… Şu husus unutulmamalıdır ki, halk tartışmalara, çatışmalara, çekişmelere bayılır. Bu tuzağa düşmemek gerekir.
SORU: Şahsî fikir ve görüşlerinizde yanılabileceğinizi kabul ediyor musunuz?
CEVAP: Elbette. Nerede yanıldığım açıklanır ve yanlışım isbat edilirse, bu tenkitlere kulak vermem, yanlış ve hatâlarımı düzeltmem vacib olur.
SORU: Bazı konuları çok tekrar ediyorsunuz…
CEVAP: Gerçeklerin bir defa yazılması yeterli değildir. Devamlı şekilde, usandırmamak şartıyla tekrarlarında faide ve lüzum vardır.
SORU: Köylü ve kırsal kesim zihniyetini tenkit ederken bir kısım vatandaşları hafife almış olmuyor musunuz?
CEVAP: Asla! Ben köylüleri, kırsal kesim ve gecekondu halkını tenkit etmiyorum, bir zihniyeti tenkit ediyorum. Nitekim büyük şehirlerin en mutena ve pahalı semtlerinde de kırsal zihniyetli türediler yaşamaktadır. Köylüler, taşralılar başımın tacı olsunlar…
SORU: Sabataycıları tenkit ederken antisemitizm yapmış olmuyor musunuz?
CEVAP: Olmuyorum. Çünkü ben onları Yahudi oldukları, Yahudi kökenli oldukları için değil; iki kimlikli oldukları ve Türkiye’de gizli, esrarlı bir hakimiyet kurmuş bulunmakla ve çoğunluğun din, inanç, vicdan, düşünce hürriyetini kısıtlamak istedikleri için tenkit ediyorum.
SORU: Mütemadiyen din sömürücülerinden, mukaddesat bezirganlarından bahs ediyorsunuz…
CEVAP: Din kutsaldır ve ticarete, ranta, şahsî nüfuz teminine alet edilmemeli, vasıta kılınmamalıdır. Bazı şeylerin ticareti yapılamaz. Mesela namusun, ırzın ticareti olmaz. Dinin, imanın, mukaddesatın da ticareti haramdır. Bir adam, bir zümre Yüce İslâm dinini kendi şahsî menfaatleri, nüfuzları, şöhretleri, servetleri için alet ediyorsa onlar din sömürücüsüdür ve mel’undur, menfurdur. Halk yığınları bu mel’unları mücahid, din hizmetkârı gibi görse de bunlar Kur’ân, Sünnet, Şeriat ve Hikmet ışığında kötü ve şerir kişilerdir.
SORU: Tecdid ile dinde reform ve yenilik arasında ne gibi farklar vardır?
CEVAP: Tecdid, ümmet içinde ortaya çıkmış bid’atleri ortadan kaldırıp dini saflaştırmak demektir ki, bu, itikad, amel ve ahlâkta ehl-i sünnet ve cemaat prensiplerine dönmekle mümkündür. Her asırda zuhur eden hakikî mücedditler ehl-i sünnet esaslarına sımsıkı bağlı kalmışlar, onun ilkelerini ve değerlerini hassasiyetle korumuşlardır. Reform ve yenilik hareketi ise ehl-i sünnetten uzaklaşmak şeklinde tezahür ediyor, bu yüzden yanlıştır, bâtıldır.
SORU: Müslümanlar bugünkü kafa, bugünkü kültür, bugünkü zihniyet ile kurtulabilirler mi?
CEVAP: Kesinlikle kurtulamazlar. Çünkü şu anda büyük bir fesat içinde bulunuyorlar. Fert ve toplum olarak kendilerini İslâm’ın ve Hikmet’in ışığında islah etmeleri gerekir.
SORU: Müslümanların evliya-i umur takımı emanetlere riayet mi ediyor hiyanet mi?
CEVAP: Genellikle hiyanet ediyor. İşlerin, vazifelerin, memuriyetlerin makam ve mevkilerin sadece ehil ve layık olanlara verilmesi gerekir. Emanetleri ehil ve layık olanlara değil de yandaşlara, avaneye, yârâna, hizip ve fırka mensuplarına, tarikat ihvanına, cemaat mensuplarına verenler zina etmek, tefecilik yapmak, adam öldürmek, ırz ve namusa saldırmak, hırsızlık yapmak, yol kesmek, eşkiyalık etmek gibi büyük günah ve suç işlemektedir.
SORU: Müslümanlar için, sosyal ve siyasî hayatta en önemli kavram ve kelime nedir?
CEVAP: Bence vasıftır. Vasıf kelime ve kavramı şerh edilse beş yüz sayfalık bir kitap veya rapor yazılabilir. Vasıflı Müslüman kişinin, vasıflı Müslüman toplumun özellikleri şunlardır: Bilgi, aksiyon ve estetik boyutları güçlü olmak… Rakip ve karşıtlarından üstün olmak, ahlâkî faziletlerle süslü, ahlâkî rezilliklerden uzak bulunmak.
SORU: Türkiye’deki İslâm ve Müslüman karşıtları güçlerini ve üstünlüklerini nereden alıyor?
CEVAP: Müslümanların güçsüzlüğünden, vasıfsızlığından; bilgi, ahlâk ve estetik bakımından düşük durumda bulunmalarından…
SORU: Müslümanların ilk yapmaları gereken önemli iş ve vazife nedir?
CEVAP: Şehirli-medenî-yazılı kültür ve zihniyete geçmektir. Tabiî ki, ülkedeki bütün Müslümanların böyle olmaları gerekmez. Yeterli sayıda Müslümanın böyle olması kâfidir.
SORU: Dinî hizmet ve faaliyet yapan kodamanların hepsi din baronu mudur?
CEVAP: Hâşâ!… İhlâsla, istikametle, ehliyetli ve liyakatlı olarak, icazeti bulunarak din için çalışan kimseler muhteremdir, saygıya ve tebcile layıktır. Elleri öpülür, hayır duaları istenir. Din baronları ise hizmet ve cihad eder gibi görünerek Müslümanlardan para toplayan, kendi nefis ve şahıslarını putlaştıran, fayda yerine zarar veren arivistlerdir. Şerlerine lânet!
SORU: Gelecekten ümitli misiniz?
CEVAP: İnsanlardan pek ümitli değilim. Lakin Allah’tan ümit kesilmez.
SORU: İleride bu dine, bu ülkeye, bu halka, bu devlete ve tüm insanlığa hizmet edecek güçlü Müslümanlar çıkar mı?
CEVAP: Çıkabilir. Ancak şu husus çok iyi bilinmelidir ki, iki karpuz bir koltuğa sığmaz. Hem hizmet edecek, hem dünyasını mâmur edecek; yani zengin olacak, para ve servet edinecek, şan ve ün kazanacak. Böyle bir şey mümkün değildir. Hakikî hizmetkârlar kendilerini feda etmek zorundadır.
SORU: Şu sıralarda ne yapıyorsunuz, ne yapmıyorsunuz?
CEVAP: Kitap okuyorum, Bedir Yayınevi için kitap hazırlıyorum. Televizyon seyretmiyorum. Irak savaşı münasebetiyle BBC radyo haberlerini birkaç hafta dinledim, onu da bırakacağım. İnternet’ten yabancı birkaç gazeteye bakıyorum, yerli gazete okumuyorum… En fazla yaptığım şey üzülmektir. Türkiye’nin, İslâm dünyasının, insanlığın haline, kendime üzülüyorum. 13 Nisan 2003