Cumartesi

 

Mesele Türkiye’nin bir asır gerilemesi veya 20 sene gerilemesi değildir.Asıl meselenin bazı soruları ve maddeleri şunlardır:

(1) Türkiye Ortadoğu’nun Japonyası niçin olamamıştır?

(2) Japonya büyük ve ölçüsüz bir örnektir denilir ise sorunun yumuşatılmış şekli şudur: “Türkiye Ortadoğu’nun niçin bir Güney Kore’si olamamıştır?”

(3) Dünyanın en güçlü, zengin, kalkınmış ilk beş ülkesi içine girmek imkanlarına, fırsatlarına, potansiyeline sahip Türkiye niçin bugünkü duruma düşmüş veya düşürülmüştür?

(4) Türkiye niçin yüzde yüz yerli ve millî kendi orijinal otomobillerini üretemiyor da, başkalarının taklit otomobillerini üretiyor?

(5) Anadilleri veya kültür dilleri Türkçe olan çocuklarına, yeni nesillerine 1928’den önce yazılmış, basılmış, Türkçe kitapları, kitabeleri, evrakı, belgeleri, hatıraları okutamayan bir sistemin ülkeyi, halkı ve devleti yüceltmesi mümkün müdür?

(6) Müslüman bir ülkede, o ülkenin varoluşunun, millî kimliğinin ana unsuru olan İslâm öcü gibi görülüyor ve o öcünün zararlarından kurtulmak için din, inanç ve vicdan hürriyeti kısıtlanıyorsa; orada huzur, adalet, denge, güven ve bunlara bağlı kalkınma ve ilerleme olur mu?

(7) Bir cihan devletine beşiklik etmiş bu ülkede sorumsuz, denetimsiz, hesap kitap vermeyen, dediği dedik olan, kendisini bütün güçlerin üzerinde gören derin bir güç varsa o ülkenin geleceği parlak mıdır, karanlık mıdır?

(8) Fransa dahil olmak üzere dünyanın bütün medenî, demokrat, insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerinde dindar Müslüman kızların başörtüsü ile üniversitelere ve yüksek okullara gidip okumaları serbest iken, Türkiye’de yasak ise o zavallı Türkiye’nin önünün açık olduğu iddia edilebilir mi?

İhracat artmışmış… Geleceğimiz pespembe imiş… Gökdelenler yükseliyormuş… Kara para zenginlerinin sayısı hızla artıyormuş… Bunlar bir ülkenin sağlıklı bir yapıya sahip olduğunun göstergeleri değildir.

Soruyoruz:

Bu ülkede güven var mıdır? Can ve mal, ırz ve namus, düşünce ve inanç, din ve iman güvenliği.

Bu ülkede sosyal adalet var mı? Millî gelir, halk arasında adaletli olarak paylaştırılıyor mu? Yoksa, millî gelirin arslan payı küçük bir azınlığa nasip oluyor, geri kalan on milyonlarca halk ihtiyaç içinde kıvranıyor mu?

Bizden kat kat zengin olan Japonya’da 26 dolar milyarderi varken, bizde niçin 29 dolar milyarderi var? (Resmî rakam 29, bir de perde arkasındaki milyarderleri düşünelim. Kara, kapkara dolarların milyarderleri…)

Tekrar soruyorum:

Bir akşam, elimde küçük ve dolgun bir çanta ile Taksim’den Tünel’e kadar tek başıma huzur ve güven içinde yürüyebilir miyim?

Soruyorum, soracağım: Mason localarında sabahlara kadar âyin-i masonî yapılabiliyor da, İslâm dergâh ve zâviyeleri niçin kapalıdır ve oralarda niçin ibadet ve zikrullah yapılamıyor?

Bu soru sizleri rahatsız eder, vicdanlarınızı kaşındırır mı acaba? Ermeni, Grek, Kril, İbranî, Keldanî, Süryanî ve diğer bütün alfabelerle Türkçe yayın yapmak serbest de; bu milletin bin yıldan fazla kullanmış olduğu İslâm-Kur’ân alfabesi ile yayın yapmak; gazete, dergi, kitap, broşür basmak niçin yasaktır? Dünyanın hangi ülkesinde bizdeki gibi alfabe yasağı vardır?

Şöyle bir soru yöneltsem acaba yine ayıp etmiş, suç işlemiş mi olurum? Bütün medenî ülkelerde dominant din ile devlet arasında barış, uzlaşma, işbirliği olduğu halde, bizde niçin böyle bir şey yoktur, aksine müzmin bir kavga ve çekişme vardır?

Bizde niçin mutlak mânâda eşitlik yoktur da, bazı azınlıklar, çoğunluktan daha eşittir?

Yukarıdaki sorularımıza ve benzerlerine hiç kimse, hiçbir kurum açık, şeffaf, dürüst ve mertçe cevaplar vermiyor, veremiyor… Bazılarının tartışmaya cesaretleri var mıdır?

Seydişehir’den Hasan Dinç Kardeşimize

“Rahmetli Özal ‘Ben dindarım’ demişti. Çankaya’nın bahçesini cumhura açmıştı. Kıyamet mi kopmuştu?..” diyorsunuz. Özal’ın eşi Semra hanımın başı örtülü olsaydı, tesettür kıyafetiyle gezseydi acaba Turgut bey başbakan ve bilahare cumhurbaşkanı olabilir miydi? Bir dindarın içki içmesi elbette hoş karşılanamaz ama bir dinsizin içmesi başka şeydir.

Bu memlekette bir siyasî düzen veya rejim vardır. Onun bir resmî ideolojisi vardır. İlkeleri vardır. Halktan vekalet aldıkları ve hükûmet oldukları halde üniversitedeki başörtüsü meselesini bile halledemeyenlerin yüksek tepelere öyle sellemehüsselâm çıkıvereceklerini ve orada her şeyi yapabileceklerini sanmak safdillik olur.

Bizim için önemli olan namaz kılan, eşinin başı örtülü olan bir zatın Çankaya’ya çıkması değil; demokratik temel insan haklarının Müslüman çoğunluğa da yüzde yüz tanınması, gerçek bir din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetinin sağlanmasıdır.

Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var… Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak da var… Siyasî meselelerde gerçekçi olmak gerekir.

Bence en doğru çözüm o makama, önceden anlaşmak, insan hakları ve din hürriyeti konusunda bize garanti vermesi şartıyla, toplumsal uzlaşma sağlayacak dindar olmayan bir zatın çıkartılmasıdır.

Birileri bu memleketi, bu devleti babalarının atalarının çiftliği gibi görüyorlar. Öyle kolay kolay vermezler, kaptırmazlar. Şeytanı çuvalın içine koyacak ve ağzını sıkıca bağlayacak bir zekâya, kurnazlığa, dehaya (cin fikirliliğe) sahip olmayanlar siyaset konusunda kesin konuşmamalı, ehil kimselerle istişare etmeden karar vermemelidir.

Bu memlekette bir kısım İslâmcılar bile içki içiyor. Gayr-i müslimlerin içki içmeleri emr-i mâruf ve nehy-i münker kapsamı içine girmez.

Bendeniz biri derin, ötekisi konvansiyonel iki devleti olan Türkiye’de yaşayan bir Müslümanım. Ülkemin, devletimin, halkımın başına 27 Mayıs 1960’ta, 12 Mart 1971’de, 12 Eylül 1980’de, son olarak 28 Şubat’ta olduğu gibi yeni bir felâket gelmesini istemem. Siyasî hadiseleri futbol kulübü taraftarlığı zihniyeti gibi algılamam. Bir gün sabahın köründe radyolardan marşlar okunduğunu duymak istemem. Sıkıyönetim ilan edilmesini istemem. Mahkeme kararı olmaksızın evlerin basılıp aranmasını, dindar vatandaşların tutuklanmasını istemem. Lâik, hattâ lâikçi bir sistemin başına dindar bir kimsenin geçmesi…..

Daha fazla gerçek cumhuriyet, daha fazla adalet, daha fazla güven, daha fazla eşitlik, daha fazla insan hakları, daha fazla demokrasi istiyorum. Kendi ülkemde korkusuz ve hür yaşamak istiyorum. 08 Nisan 2007