Soygun ve Talan Devri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Perşembe
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin genç nesilleri cephelerde bin bir sıkıntı ve cefa içinde savaşıp memleket ve devlet için kanlarını dökerken birtakım uğursuzlar vagon ticaretleriyle, bulgur yolsuzluklarıyla halkı, vatanı, devleti iliklerine kadar soyuyordu.
Devlet yıkıldı. Düşmanlar vatanı istilâ etti. İstiklâl Savaşı başladı. Zafer kazanıldıktan sonra soygun ve vurgun yine devam etti.
Yazmayan, okumayan bir toplumuz. Birkaç medenî (kitap yazan) Türkiyeli çıksa da bundan yetmiş seksen yıl önceki talanları, soygunları, yolsuzlukları araştırsa.
Bazıları Ermenilerden kalan malları yağmaladı.
Mübadeleye tabi Rumlardan kalan mallar konusunda da bir sürü yolsuzluk yapıldı.
İstanbullu zengin Ermeni taciri Mateosyan’ın matbaa binalarına, makinalarına kim el koymuştu? Büyük Millet Meclisi zabıtlarında yazılıdır.
Nice asker kaçağı, zaferden sonra ganimet peşine düşmüştü. Onlar ülkenin, halkın, devletin mallarını ganimet olarak görüyorlardı.
Ömürleri boyunca ticaret yapmamış, mirasa konmamış, herhangi meşru ve helâl bir servetleri olmamış birtakım kodamanlar, sahte kahramanlar kısa zamanda dünya çapında büyük zenginler haline gelivermişti.
Gözlerini mal hırsı, para şehveti, zenginleşme arzu ve emeli öylesine sarmıştı ki, tarihî kabristanlara bile göz diktiler ve onları da düzleyip yağmaladılar.
Maçka’da eski ve büyük bir kabristan vardı. Bugün onda bir tek mezar bile kalmamıştır. Vaktiyle üstad Necip Fazıl, Büyük Doğu’da bu mezarlığın nasıl yok edildiğini, bazı ünlülerin ne gibi arsalar kaptıklarını yazmıştı.
Eski Müslüman ve Türk mezarlıklarını düzlemekle kalmadılar. Muallim Cevdet Bey, şahsî kütüphanesindeki Hadikatü’l-cevami nüshasının kenarına el yazısıyla küçük bir not düşmüştür. Büyük şehirlerimizden birinde Pembe vali ve belediye başkanı, üzerlerinde kutsal yazılar bulunan bir kısım tarihî kabir taşlarını lağım kapağı olarak kullandırtmıştır diye.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmedi ama halk yine çok sıkıntı çekti. Yoksulluk, sefalet, kıtlık oldu. Büyük şehirlerde ekmek vesika ileydi.Şeker alınamayacak kadar pahalıydı. Milyonlarca halk sıtma, verem, frengi gibi hastalıklarla pençeleşiyordu. Vurguncular, talancılar, soyguncular, halk düşmanları bu kara günlerde de boş durmadılar. O yıllarda çıkmış karikatür dergilerini karıştırınız; binlerce karaborsa, vurgun, soygun karikatürü ve yazısı göreceksiniz. Harp zenginleri türemişti. Karaborsadan kısa zamanda büyük zengin olan uğursuzlar türemişti.
Devlet bunlarla mücadele etmek istedi. Millî Korunma Kanunu gibi kanunlar çıkarttı ama yeteri ve gereği gibi mücadele edemedi. Yine soydular, yine vurgun vurdular, yine haram servetlere sahip oldular.
İkinci Dünya Savaşı sona erdi, 1945’te çok partili sisteme geçildi. 1946 genel seçimlerinde hile yapıldı, baskı yapıldı, CHP tekrar dört yıl iktidar oldu. 1950’de Demokrat Parti seçimi kazandı, 1960 yılına kadar on yıl memleketi idare etti. O devir de vurgun hikâyeleriyle doludur.
Düşe kalka 1980’lere gelindi. Geçen zaman içinde din ve ahlâk terbiyesi çok zayıflamıştı. Para, mal, menfaat, zenginlik, lüks hayat sürmek milyonlarca insanın en büyük değeri ve emeli olmuştu. Bu sefer daha büyük, daha koyu, daha şiddetli bir soygun ve vurgun devri başladı.
İslâmî hareketin içine sızan ahlâksızlar, vurguncular, haramyiyiciler bu hareketi kirlettiler, pislettiler.
Ana gayesi Türkiye’yi yükseltmek, güçlü ve üstün kılmak olan milliyetçi ve Türkçü hareketin içine de haydutlar, eşkıyalar, uğursuzlar girdi. Onlar da Türkçülüğü kirletti, pisletti. Yıllardan beri bir “Ülkücü mafya” edebiyatı yapılmaktadır. Ülkücülüğün mafyası olur mu? Maalesef oldu. Bir kısım milliyetçi ve imanlı gençler bin bir sıkıntı, eza ve cefa içinde öldüler, bir kısım sahtekârlar ise efsanevî haram servetler elde ettiler.
Bir ara hayalî ihracat modası çıktı. Binlerce büyük tacir ve firma bu yolla devlet hazinesini soydu.
Nice bankaların içi boşaltıldı, faturası devlete ve millete çıkartıldı.
Müzmin ve yüksek enflasyonu yıllarca devleti, ülkeyi, milleti soymak için kullandılar.
Birtakım belediyelerde akla sığmayacak derecede büyük soygunlar, talanlar yapıldı.
Ülkemizin büyük bir şarında, üç eski şar-bay doların milyarlarıyla zengin oldu.
Bazıları o kadar kurnazca ve iblisçe hareket etti ki, kendilerinin aleyhinde yazı yazmasınlar, yayın yapmasınlar diye bazı medyacılara yüksek maaşlar bağladılar.
Bir şar-bay aleyhinde hüküm vermesinler diye bazı yüksek bürokratlara Boğaz sırtlarında villa arsası tahsis etti.
İhalelerden en az yüzde on komisyon alanlar görüldü.
Hırsızlar, soyguncular, rantçılar, haramyiyiciler PKKile yapılan savaşı da soygun ve vurguna alet ettiler. Savaş çabuk bitirilebilirdi, bitirmediler. Abdullah Öcalan gazeteci Avni Özgürel’e ne demişti: “Bu savaşı bitirmeye kalkanı bitirirler…” Çünkü bu savaş birtakım çetelere yüz milyarlarca dolarlık kara paralar kazandırmıştır.
Soyguncular, vurguncular uyuşturucu nakliyatını helikopterlerle yaptılar.
Büyük şarlarımızdan birinin büyük bir kolluk bürokratı şehri kumarhanelerle, randevuevleriyle, batakhanelerle doldurttu ve hepsinden haraç aldı.
Başka bir şar büyüğü İstanbul’da Eminönü’nden ayda bir trilyon, Beyoğlu’ndan ayda bir trilyon haraç topluyordu.
Vurgun, soygun, talan, haramyiyicilik durmuş mudur? Durmuş diyenin aklına şaşarım.
Dedikodunun, zannî ve istihbarî bilginin bini bir paraya.
Ünlü bir kişi, büyük bir bina inşaatı için üç milyon dolar almış…
Bir festivalin organizasyonu ihalesiz olarak falan tanıdık ve bizden bir firmaya 500 milyar liraya verilmiş, masraflar 100 milyar tutmuş, geriye kalan 400 milyar cukka cebe. Oh ne güzel kâr!
Büyük anıt binalardan birini ve etrafının zaten yıllarca önce yapılmış rolöve planları var. Bir firmaya, yeniden plan yapma işi verilmiş. Eski planları almışlar, üzerlerinde biraz çalışma yapmışlar ve rivayete göre bir trilyondan fazla para kapmışlar…
İslâmî kesimdeki nice eski mücahid, nice hızlı radikal müteahhit oldu. Ar yılı değil, kâr yılıdır şimdi…
Alaattin Çakıcı’nın kaçırılmasıyla ilgili haberleri ve yorumları gazetelerde okuyorsunuz, televizyonlardan dinleyip seyr ediyorsunuz.
Devletin, ülkenin, halkın durumu hiç parlak değil. Devlet yirmi kadar büyük tefeciye avuç dolusu (pardon çuval dolusu) para ödeyerek korkunç borçların faizlerini karşılamaya çalışıyor.
Bir ara Güney Kore de iktisadî krize düşmüş, IMF kanalıyla borç almıştı ama kısa zamanda kendini topladı, borçlarını ödedi, düze çıktı. Medenî ülkelerde, hırsızlığı ve yolsuzluğu görülen en büyük, hattâ en üstteki bürokratlar bile icabında tutuklanıyor, mahkemeye veriliyor. Bizde:
Milyonla çalan mesned-i izzette serefraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.
Bir kısım Müslümanların da ahlâkı bozuldu. Adamın serveti var, parası ve imkânı var, yine de bin türlü hile ve desise ile Yeşil Kart alıyor. Bir Müslüman böyle şeylere tenezzül eder mi?
Pembeler Türkiye’yi çökerttiler. Bir kısım Müslümanları ve milliyetçileri de kendilerine benzettiler. Kokuşma genelleşti. Rantçılık toplumu kanser gibi sardı.
Arada bir, hamamın namusunu korumak kabilinden bazı tutuklamalar, mahkemeye vermeler oluyor ama bunlar istisnadır. Soygun, talan, müteahhitlik yolsuzlukları, hortumlamalar, rezaletler berdevamdır. En son Sosyal Sigortalara bazı ilaçların ve tıbbî malzemenin üç beş misli pahalıya alındığı meydana çıktı.
Sayısı azımsanmayacak bir kısım insanların dini imanı para olunca işte memleket böyle batar, devlet böyle sarsılır ve hıyanete uğrar, toplum işte böyle çürür…
İşin başı namustur, dürüstlüktür, ahlâka ve âdil kanunlara riayettir.
Tarih boyunca hiçbir toplum hırsızlıkla, soygunla, haramla, talanla, vurgun ile yükselmemiştir.
Hırsızlık ve haramyiyicilik bizi batırdı.
Şu halimize bakınız! 27 Ağustos 2004