Pazartesi

 

Beyinsizlik, basiretsizlik, ahmaklık, idraksizlik, ufuksuzluk çok yaygın. Akıllı sandığım insanlar

“Sonbaharda her şey düzelir… Hele bir seçim yapılsın, memleket güllük gülistanlık olur… Taze para gelsin, iktisat ve ticaret tekrar can ve kan kazanır…”

gibisinden eblehçe laflar ediyorlar. Efendiler! Hastalık vahimdir, köklü değişimler yapılmazsa memleketin geleceği karanlıktır, hali dumandır.

Statüko muhafaza edildiği müddetçe ülkenin kurtulması mümkün değildir.

Türkiye bugünkü hale niçin ve nasıl geldi?

Birinci sebep:


Sistem, düzen bozuktur. Resmî ideoloji ile buraya kadar. Bundan sonrası tufandır. Anlamak istemiyorlar mı? O halde görecekler. Sistemin, düzenin mutlaka değişmesi gerekir. Ülkenin, devletin, halkın resmî bir ideolojiye ihtiyacı yoktur.

İkinci sebep:


Birtakım bitmiş, miadını doldurmuş müesseseleri (kurumları), kadroları ayakta tutmak gayretleri faydasızdır. Biten bitmiştir, ölen ölmüştür. Yerlerine kalıcı, güçlü, ihtiyaca cevap veren kurumlar, kadrolar koymak gerekir.

Üçüncü sebep:


Türkiye’yi bugünkü hale birtakım hırsız, soyguncu, talancı, hortumlayıcı, haramyiyici moloz adamlar ve zümreler getirmiştir. Onların mutlaka tasfiye edilmesi, cezalandırılması gerekir. Onlar cezasız kaldığı müddetçe Türkiye daha da batacaktır. Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.

Türkiye’nin ihtiyaçları şunlardır:

(1) Siyasetin, politikanın temizlenmesi gerekir.

Siyaset bizde son yıllarda çok kirlendi. Kirli siyasetle düze çıkılmaz, kurtuluş olmaz.

(2) Siyaseti temizlemek için şu çare ve tedbirlere başvurulması


gerekir:

A. Partiler kanununu yenilemek,

partilerin iç bünyelerini demokratlaştırmak, aşiret ağalığı sistemini kaldırmak, siyasete ve particiliğe vasıf ve vatanseverlik getirmek lazımdır.

B. Seçim kanunu mutlaka değiştirilmeli,

İngiltere’de olduğu gibi tek milletvekili çıkartan dar bölge sistemine geçilmelidir. Mâzisi karanlık ve kirli adamların, mafyacıların, canların ciğerlerin, milletvekili olmak için birkaç trilyon harcadıktan sonra birkaç yüz trilyon vuran alçakların Meclis’e girmeleri mutlaka önlenmelidir.

(3) Başkanlık sistemine geçilmeli,


devlet başkanını

halk

seçmelidir.

(4) Adalet sistemi tam bir bağımsızlığa kavuşturulmalı;

hukuk ve yargılama reformu yapılmalıdır.

(5) Derin devlet sistemine son verilmelidir.

Devletin, Meclis’in, seçilmiş hükümetin, hukukun, millî kimliğin üzerinde bir kuvvet olmamalıdır. İki anayasa (Kırmızı kitap) olmamalıdır.

(6) Eğitim ve üniversiteler islah edilmeli;

medenî dünya seviyesine ve standartlarına kavuşturulmalıdır. Dışarıdan kaliteli beyin ithal edilmelidir. Türkiye’nin bugünkü felaketi beyinsizlikten ileri gelmiştir. Beyin ihtiyacı kapatılmadıkça kurtuluş, felah, necat, yükseliş olmayacaktır.

(7) Din büyük bir güçtür.

Türkiye Müslüman bir ülkedir. Halkın ezici çoğunluğu İslâm dinine bağlıdır. İslâm diniyle ve Müslüman halkla zıtlaşan, savaşan hiçbir ideooloji ve düzen başarılı olamaz, ülkeye ve halka yararlı olamaz. Din-siyasî rejim kavgası Marksist diktatörlüklere, faşist düzenlere, despotik idarelere mahsus bir terslik, garabet ve ahmaklıktır. Yıllardan beri süren bu anlamsız savaşa artık son verilmeli, din ile devlet

(daha doğrusu siyasî güç)

barışmalı, anlaşmalı, uzlaşmalıdır.

(8) İki kimlikli, zahiren Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudiliğin heterodoks bir koluna mensup bulunan küçük bir azınlık

Türkiye üzerinde bir tekel kurmuştur. Bu tekel kaldırılmalıdır. Azınlıkların da elbette hakları, hürriyetleri vardır ama hiçbir azınlığın çoğunluğu ezmeye, ülkeyi kendi Tekelistanı haline getirmeye hakkı yoktur.

(9) Evrensel ve temel haklar, hürriyetler, haysiyetler halkımıza da sağlanmalıdır.

Vatandaşlar, aydınlar, gazeteciler, fikir adamları; düşünceleri, inançları, görüşleri, tenkitleri yüzünden cezalandırılmamalı, hapse atılmamalıdır.

(10) Sanırım benden başka kimse üzerinde durup yazmıyor ama edebî-yazılı Türkçe üzerindeki ideolojik baskılar kaldırılmalı, 1920’lerin zengin ve engin Türkçesine dönülmelidir.

Büyük bir devlet, büyük bir ülke, altmış beş milyonluk bir millet üç yüz kelimelik sokak Türkçesiyle, bir zekâ özürlüler diliyle; arı, duru, sade suya tirit, kuşa çevrilmiş bir Türkçe ile ayakta duramaz. Lisan ve edebiyat konusunda yapılan büyük tarihî hatâlardan dönülmeli, aklın, vatanseverliğin, millî menfaatlerin gösterdiği yola girilmelidir. Türk lisanı, kültürü, medeniyeti, kimliği üzerindeki bütün antidemokratik ve faşist baskılar, zorlamalar, despotluklar kaldırılmalıdır.

(11) Atatürk’ün kapattırmış olduğu Farmason locaları, onun ölümünden sonra nasıl açıldıysa, tasavvuf tarikatleri, tekke ve zaviyeleri de açılmalıdır.

Biz Türkler Anadolu ve Rumeliyi tasavvufla, tarikatlerle, dervişler ve şeyhlerle fethetmişizdir. Tasavvuf bizim varoluş sebebimizdir. Masonluk serbest, tasavvuf ve tarikatlar yasak, böyle bir eşitsizlik toplumu çürütmüş, dağılma ve çözülme durumuna getirmiştir.

(12) Ülkenin iradesi ilme, irfana, hikmete


(bilgeliğe),


millî kimliğe, evrensel ilkelere, Tabiî Hukuk’a uygun bir hale getirilmelidir.

(13) Türkiye’yi batıran sebeplerden biri de hedonizmdir. Halk alabildiğine zevke, safaya, lükse, konfora, aşırı tüketime, gösterişe, israfa teşvik edilmiştir.

Para ve şehvet iki ana değer olmuş; bir milleti ve ülkeyi ayakta tutan diğer değerlerin pabucu dama atılmıştır. Hedonist hayat felsefesinin saltanatı devam ettiği müddetçe Türkiye için kurtuluş ve selamet güneşi doğmayacaktır. Hedonist toplumda, para ve şehvetin yegane iki değer olduğu bir sosyal iklimde insan insanın kurdu olur ve ülke batar, devlet çöker.

Yukarıda arzettiğim tenkitleri yaptığım, birtakım önemli gerçekleri beyan ettiğim için kimse beni suçlamaya, cezalandırmaya kalkışmasın. Ben ülkemi, halkımı, devletimi seven, onların yücelmesini isteyen okur-yazar bir vatandaşım. Hırsız değilim, mal ve servet beyanım bellidir. Kirli, kara, şaibeli, şüpheli malım ve param yoktur. Beni suçlayıp, cezalandırmaya kalkacaklarına büyük hırsızların, büyük talancıların, büyük vurguncuların, büyük hortumlayıcıların tümünün yakalarına yapışsınlar. 28 Ağustos 2001