PazartesiDert, sıkıntı, mesele, kriz çok; çare, çözüm, reçete yok…Felaketin en büyüğü budur. Çare ve çözüm lâfla, edebiyatla, kuru tecriyle olmaz. Uygulanmaya müsait, realist, somut çareler çözümler bulunacak ve bunlar vakit geçirilmeden hayata tatbik edilecek… 1945’te savaşı kaybederek galip devletlere kayıtsız şartsız teslim olan Almanlar ve Japonlar çare ve çözüm üreten iki millet oldukları için kısa zamanda yaralarını sarabilmişler, tekrar güçlü, üstün, zengin olmuşladır.

Bizde çaresizliğin, çözümsüzlüğün en büyük sebebi statükoculuk ve statükoculardır. Onlar hiçbir yenilik, değişiklik istemiyor. Dehşetli bir kavramlar kargaşası içindeler; birtakım bozuklukları kutsallaştırarak, tabular ve yasaklar ardına sığınarak, yapıcı tartışmaların ve müzakerelerin önünü tıkayarak bütün islahat teşebbüslerini kösteklemekten başka yaptıkları bir şey yoktur.

Bugünkü anayasayı kutsal bir metin gibi görüyorlar, onu Atatürk anayasası olarak vasıflandırıyorlar. Atatürk anayasası 1921 anayasasıdır. O anayasa 1960 darbesinden sonra çöpe atılmış, yerine başka bir anayasa yapılmış, zamanla o da bir işe yaramamış, değiştirilmiştir. Türk halkı daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, daha fazla hürriyet, daha fazla güven istiyor. Bu isteklerin gericilikle, cumhuriyet için bir tehlike ve tehdit oluşturmakla ne ilgisi olabilir?

Ben söylersem suç olur, gericilik olur… Hürriyet gazetesinin eski yazarı Serdar Turgut sömürücü azınlığı ve büyük medyayı tenkit eden zehir zemberek bir yazı kaleme aldı. Bu yazı basılmadı, Turgut gazeteden ayrıldı, Akşam’a geçti. Devletin, ülkenin, sistemin değişikliğe olan büyük ihtiyacını solcu, çağdaş, ilerici aydınlar, okumuşlar da istiyor.

Bugünkü sistemi en fazla, en şiddetli şekilde tenkit eden kişi, Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Besim Tibuk’tur. Dinî-islâmî konularda kendisiyle paralel değilim ama siyasî, iktisadî, kültürel islahat çare, çözümleri, reçetelerini beğeniyorum, kendisini tebrik ediyorum.

Profesör Mehmet Altan da çağdaş, ilerici, seküler zihniyetli bir aydın ve akademisyenimizdir. O da köklü bir islahat ve değişim istiyor. Statükocular onu “İkinci Cumhuriyetçi” olmakla suçluyor, tepesinden aşağı kova kova çamur döküyorlar.

İsviçre’de sık sık referandumlar (halkoyuna başvurmalar) yapılıyor. En son, mültecilerle ilgili mevzuatın sertleştirilip sertleştirilmemesi konusunda bir halkoylaması yapıldı. Halk mevzuatın sertleştirilmesini istemedi. Önceki yıllarda halka “İsviçre Avrupa Birliği’ne girsin mi?” sorusu soruldu, bu konuda iki kere referandum yapıldı, ikisinde de halk olumsuz oy verdi. Hattâ bir başka referandumda İsviçre ordusunun lağv edilmesi (kaldırılması) soruldu, halk kalsın görüşünü benimsedi. İsviçre’de birtakım önemli meseleler halka soruluyor da bizde niçin sorulmuyor? Hani egemenlik ulusundu, hani millet in iradesi geçerliydi…

Son seçimler bir nevi referandumdu. Halk değişim istediğini göstermiştir. Kördüğüm olmuş, kangrenlenmiş önemli meselelerimiz vardır. Onlarla ilgili halkoylamaları yapılmalıdır.

Statükocular, tabucular, bozuk sistem taraftarları Atatürk’ü kalkan olarak kullanıyor. Onların ideolojisi kesinlikle hakikî Atatürkçülük değildir.

Atatürk Masonluğu 1935’te yasaklattırmıştır. İsmet Paşa locaları tekrar açtırmıştır. 1925’te kapatılmış olan İslâm tarikatları üzerindeki yasaklar ise hâlâ sürmektedir. (Üstelik) Atatürk’ün tarikatları geçici olarak kapatıp yasaklattığına; aradan onbeş yıl geçtikten sonra tekrar açtırtmayı düşündüğüne dair bazı iddia ve görüşler vardır. Biz şimdi “Başta Mevlevilik olmak üzere tarikatlar tekrar serbest bırakılsın. Madem ki Mason tarikatları, Sabataycılık tarikatı serbesttir, Müslüman tarikatları da serbest ve yasal olsun…” desek kızılca kıyamet kopartır bazı statükocular. Bu gibi yasaklar tabudur, onların değiştirilmesi teklifi bile suç sayılır. Peki böyle bir zihniyet ikliminde demokrasi, hukuk, temel insan hakları yaşar mı?

Yasakçlar, tabucular, statükocular Büyük Millet Meclisi’nin yeni başkanının cumhurbaşkanını uğurlama törenine başıörtülü eşiyle gelmesinden çok rahatsız oldular ve sert tepkiler gösterdiler. Realiteleri niçin kabul etmiyorlar? Bir kadın başını açmakla medenî, başını örtmekle medeniyetsiz mi olur? Anayasaya göre kamuda başını örtmek yasaktır diyorlar. Anayasa kutsal bir metin midir? Tamamının veya bazı maddelerinin ve hükümlerinin değiştirilmesi istenemez mi, değiştirilemez mi?

Bir Hıristiyan kadın başını örterse suç ve gerilik olmuyor, bir Müslüman örterse suç oluyor, gericilik ve çağdışılık oluyor… Seçimlerden sonraki yumuşaklık, anlayış, uyumluluk, hoşgörü kimseyi aldatmasın. Başta büyük medyadakiler olmak üzere statükocular, yasakçılar, tabucular, egemen azınlıklar kısa bir müddet sonra ver yansın edeceklerdir. Türkiye’deki krizin ardında milyarlarca dolarlık rantlar vardır. Rantçılar rantlarından vaz geçmezler. Rantlarımız elden gitti diye de bağırmazlar. “Türkiye karanlıklara gömülüyor, Atatürkçü Cumhuriyet vahim tehditler ve tehlikelerle karşı karşıyadır…” diye feryat ederler.

Yeni iktidar son derece dikkatli hareket etmeli, satrancı oynarken en ufak bir hatâ yapmamalıdır.

Şu hususa da dikkat çekmek isterim. İslâmî kesimde birtakım yiyici, hortumlayıcı, haram gelirlere düşkün haşarat vardır. Bunları bakanlıklardan, devlet dairelerinden, kamu hizmetlerinden uzak tutmak şarttır. Hepsinin canları cehenneme! İslâm dini doğruluk, dürüstlük, ahlâk, fazilet dinidir. Haram yiyiciler, hortumcular, götürücüler, yüzde on komisyon alanlar, dalavere çevirenler azılı münafıklardır. İktidar bu haşaratı uzak tutmazsa çürümeye, kirlenmeye, sonunda itibarını kaybedip çökmeye mahkûmdur.

Halk iradesiyle iktidara gelen yeni hükümeti en amansızca tenkit eden bir medya organı Sabataycıların kontrolundadır. Sabataycılar bir yandan şirin ve taraftar görünerek iktidara sızmak istiyor, bir yandan da yıkıcı ve tahripkâr muhalefet yapıyor.

Türkiye’de lâik bir sistem vardır. Bizdeki lâiklik normal, demokratik bir lâiklik değildir; aslında “Devlet dini” sistemidir. Lâik olduğu iddia edilen devlet veya siyasî sistem ve yönetim bütün dinî faaliyetleri ve hizmetleri yüzde yüz kontrol etmektedir. Bu lâikliği bir realite, bir gerçek olarak kabul etmek ve bu konuda mıncıklamalardan, kaşımalardan, lüzumsuz çıkışlardan kaçınmak gerekir.

Şu anda çözülmesi gereken âcil ve hayatî kördüğümlerden biri de büyük medyanın tekelleşmiş, kartelleşmiş olmasıdır. “Birinci güç” haline gelmiş bir kartel ve tekel medyası ile Türkiye selamet sahiline çıkamaz. Medyadaki tekelleri, kartelleri kıracak, onu tekrar “Dördüncü güç” derecesine indirecek çare ve çözümler aranmalıdır. Bu konuda elbette çare ve çözümler vardır ama bunları bulmak, başarılı şekilde hayata uygulamak gerekir. Bu da, birinci sınıf, hattâ deha çapında satranççı olmakla mümkündür. 26 Kasım 2002