Perşembe

 

Süheyla hanımefendi (soyadını vermiyorum) öğretmen emeklisidir, memuriyetini bitirdikten sonra kapanmış, hacca gitmiş, dindar bir vatandaş… Uzun yıllar boyunca binlerce vatan çocuğuna bilgi ve kültür aşılamak için çalışmış, çırpınmış. Okumayı çok seviyor, binlerce kitaptan müteşekkil özel bir kütüphanesi var. Eşi iş adamı olduğu için malî durumları iyi. Suadiye’de güzel bir dairede oturuyorlar. Kültür seviyesi yüksek, şık giyimli bir yurttaşımızdır Süheyla hanımefendi.

Evvelki hafta Süheyla hanımın başına bir iş gelmiş. Mimarlıkta okuyan oğlu ile birlikte, delikanlının hazırlayacağı bir çalışma için kitap ve kaynak aramak üzere büyük üniversitelerimizden birinin kütüphanesine gitmişler. Kapıdaki görevliler, Süheyla hanıma “Siz buraya giremezsiniz!” demişler. “Niçin?..” sorusuna da “Başı örtülülerin girmesi yasaktır…” cevabını vermişler. Süheyla hanım çok üzülmüş, sinirlenmiş, kahırlanmış… Kendisi kapıda beklemiş, oğlu içeriye girmiş…

Müslüman bir hanımın başını örtmesi kanunlarımıza göre bir suç mudur? Değildir. Böyle bir kanun yoktur.

Be adamlar! Haydi fanatikliğiniz, militanlığınız, jakobenliğiniz yüzünden başıörtülü öğrencileri üniversite binasına sokmuyorsunuz, derslere almıyorsunuz; peki, oğlu ile birlikte kütüphaneye gelen başıörtülü bir anneden ne istiyorsunuz?

Birinci Cihan Savaşı’ndan sonra, galip devletler İstanbul’u işgal etmişlerdi. Onlar bile kadınların tesettürüne, çarşafına, peçesine karşı toleranssız, merhametsiz, amansız hareket etmemişlerdi.

Kimlerdir, hangi güçler ve kurumlardır bu kadar aşırı, toleranssız, insan haklarını ihlâl edici sahneler sergileyenler? Devlet mi? Hayır, kesinlikle hayır… Bizim devletimiz böyle işler yapmaz, onu tenzih ederim.

Üniversiteler mi? Onlar da böyle işler yapmaz. Türkiye üniversiteleri bu halkın gençlerine bilgi, ihtisas vermek için kurulmuş ilim-irfan müesseseleridir. Din konusunda ayrımcılık yapmazlar; kılık kıyafet hususunda jakobence davranmazlar. Onları da tenzih ederim.

Peki bu işi kimler yapıyor?

İnsaflı ve vicdanlı bir Sabataycı vatandaş olan Mehmet Emre Güreli’nin hazırlamış olduğu on üç sayfalık raporda, ülkemizin birtakım hayatî ve önemli kuruluşlarındaki bazı Sabataycıların isimleri veriliyordu. Süheyla hanımın içine alınmadığı kütüphanenin bağlı bulunduğu üniversitemizin köşebaşlarının Sabataycılar tarafından tutulmuş olduğunu o rapordan öğrenmiş bulunuyorum.

Sabataycılar profesör olamaz mı? Elbette olabilir. Bu memlekette eşitlik vardır; hangi dine, mezhebe, etnik gruba mensup olursa olsun vatandaşlar bir takım makamlara ve mevkilere çıkabilir, hizmet görebilir.

Ben şunun veya bunun Sabataycı olmasına karşı çıkmıyorum.

Bir kısım Sabataycıların fanatikçe, militanca, jakobence davranmalarından şikayetçiyim.

Profesör Yalçın Küçük, Sabataycıların, ehliyete ve liyakata bakmayarak kendi dindaşlarını, kendi ırkdaşlarını önemli mevkilere getirdiklerini iddia ediyor.

Önemli kurumlarda, hayatî müesseselerde Sabataycı kadrolaşması olduğu iddia edilmektedir.

Bir memuriyete, makama, mevkiye bir Sabataycı, bir Farmason, bir crypto Yahudi getirildiği zaman hiçbir tepki gösteremeyen birtakım gazeteler ve çevreler, önemli bir mevkiye dindar bir vatandaş tayin edilince büyük yaygara kopartıyor, dehşetli sinirleniyor, alarm zillerine basıyorlar. Bu ne kadar dengesizce bir davranıştır. Anayasamız dinler arasında eşitliği kabul etmemiş midir? Sabataycılık, Farmasonluk, Bahailik devlet ve cumhuriyet için bir tehlike ve tehdit oluşturmuyor da Müslümanlık mı oluşturuyor?

AKP iktidar olunca on milyonlarca halk sevinmiş, ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin sona ereceğini, başörtüsü meselesinin halledileceğini sanmıştı. Maalesef büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Başta başörtüsü kördüğümü olmak üzere, bütün insan hakları ihlalleri eskisi gibi devam ediyor. Eski hamam eski tas.

Bizzat AKP bakanları beyan ettiler, “Davul bizde ama tokmak başkalarında…” dediler.

Demokrasi ülkenin ve devletin halkın istek ve iradesiyle idare edilmesi sistemiymiş, seçimler yapılır, hangi parti iktidar olursa Türkiye’yi onlar idare edermiş… Bunlar kitaplarda yazılı teorilerdir. Gerçek böyle değildir.

Türkiye’de devletin, Millet Meclisi’nin, millî iradenin, hukukun, demokrasinin, evrensel insan haklarının üzerinde gizli, zararlı, sorumsuz, denetimsiz bir güç vardır. Son sözü o söyler.

İnsan hakları ihlalleri yüzünden devletimiz uzun yıllardan beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından mahkum edilip durmakta, ağır tazminatlar ödemeye mahkum edilmektedir.

Türkiye’de, Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde gizli bir meclis daha vardır. O Sanhedrin’in üyeleri kimlerdir? Nasıl çalışır? Aldığı kararlar nasıl infaz edilir?.. Bu soruların cevaplarını vermek pek kolay değildir.

Okumak, öğrenmek, tahsil yapmak, üniversiteye gitmek vatan çocuklarının en temel ve tabi haklarındandır. Başörtüsü bahanesiyle bu hakları ihlal edilen Müslüman kızların durumu ne olacaktır? Onların durumunu incelemek, çareler ve çözümler bulmak, bu krizi sona erdirmek için niçin her kesimin temsilcilerinin katılacağı bir komisyon kurulmamaktadır?

Gülay Göktürk gibi ateist olduğunu açıkça beyan eden bir kalem ve fikir sahibi bile başörtülü kızların haklarını cesaretle savunmaktadır. Başka dinlere mensup olan nice vatandaşımız ve aydınımız da başörtülülerden yanadır. Hattâ bazı insaflı Sabataycılar bile durumdan son derece rahatsızdırlar.

Bu çiviyi dindar kesimin kalemleri, fikir adamları, politikacıları çıkartamaz. Bu işi, “Çivi çiviyi söker” atasözünün ışığında öncelikle Sabataycıların halletmesi gerekir. Hangi Sabataycılar? İnsaflı, vicdanlı, mantıklı, sağduyulu Sabataycılar…

Bütün Sabataycılar militan, jakoben, fanatik, dediğim dedik değildir. Onların da akıllıları, insaflıları vardır. Müslümanların bu gibi Sabataycıları bulmaları, kendileriyle görüşmeleri ve yardım istemeleri gerekir.

Bütün İslâmcıları suçlamıyorum ama birtakım İslâmcılar maalesef kendi şahsî ikballeri ve menfaatleri için Farmasonlarla, Siyonistlerle, militan Sabataycılarla, ABD ve diaspora Yahudileri ile, İsrail ile iş birliği ve ittifak yapmaktadır. İnsan hakları ihlalleri, başörtüsü krizi ve zulmü gibi maddelerin onların nazarında önemi yoktur. Onların dini imanı rant yemektir, ikbaldir. Türkiye’de İslâmî hareketin önündeki en büyük engel böyle adamlardır.

Bir zamanlar İslâm’ın kalesi olan ülkemiz ne hallere geldi. Başını eşarpla örten emekli öğretmen Süheyla hanım üniversite kütüphanesinin kapısından içeri alınmıyor… 20 Haziran 2003