Salı

 

Büyük gazetelerden biri bir vesile ile Sultan İkinci Abdülhamid devrinden bahsederken “Paranoyak” “Kızıl Sultan” gibi yakışıksız kelimeler kullanmış. Bu gazete Sabataycılara aittir. Onlar adı geçen Sultan’a sövüp sayabilirler ama Müslüman Türkler bu zata derin ve samimi saygı ve sevgi beslemektedir. Gazetenin böyle saldırgan ve hakaret edici bir dil kullanmasına teessüf edilir.

1908’de İkinci Abdülhamid Han’ın şefkatli mutlakiyet idaresine son veren hareket bir Dönme ve Mason hareketiydi. Düzmece 31 Mart kargaşalığı içinde Sultan’ı tahtından indiren ve Selanik’e süren Jön Türkler büyük bir devleti ele geçirmişlerdi.

Sultan Abdülhamid Türkiye’sinde, Adriyatik denizine kadar uzanan bir Rumeli-i Şahane vardı. Selanik, Kavala, Yanya, Manastır, Üsküp gibi Balkan şehirlerinde Türk bayrağı dalgalanıyordu. Arnavutluk bu devletin bir parçasıydı.

Ortadoğu da öyleydi. Haleb’te, Şam’da, Bağdat’ta, Basra’da, Beyrut’ta, Kudüs’te, Mekke ve Medine’de, Yemen’deki San’a’da ve daha nice şehirde Türk valileri vardı.

Ege denizindeki adaların büyük kısmı Osmanlı devletinin “Cezair-i Bahr-i Sefîd” vilâyetini teşkil ediyordu; bu bölgenin merkezi Rodos’tu, Türk valisi burada oturuyordu.

Akdeniz’in öteki sahilindeki Trablusgarp Türkiye’nin bir parçasıydı. Fizan’da bile Türk bayrakları dalgalanıyordu. Bu bayrak aynı zamanda İslâm’ın, Halifeliğin bayrağıydı.

Mısır, İngilizlerin eline geçmişti ama hiç olmazsa teorik olarak Osmanlı devletine bağlıydı.

Uğursuz İttihad’çılar ve Dönme’ler bu büyük imparatorluğu kısa zamanda batırdılar.

1911’de Libya’yı ve Oniki Adalar’ı İtalya’ya kaptırdılar.

1912’de gaflet ettiler, aleyhimizde birleşen Balkan devletlerinin ansızın saldırısına uğradılar. Osmanlı devletinin gücü bunların hepsini tepelemeye yeterdi ama idare ve saltanat Masonlarda, Sabataycılarda, millî kimlikten uzaklaşmış Jön Türkler’de olduğu için feci bir hezimete uğradık ve düşman ordusu Çatalca’ya kadar geldi, ezdi geçti. Balkan devletleri kendi aralarında ihtilâfa düşmemiş olsaydı Edirne bile elimizden gitmiş olacaktı.

Abdülhamid Kızıl Sultan, Abdülhamid paranoyak… gibi küfür ve hakaretleri savurmak kolaydır ama koskoca imparatorluğun tasfiyesinin hesabını vermek o kadar kolay değildir.

Türkiye, Abdülhamid zamanında Yunanistan’la savaşmış, ordularımız galip gelmiş, kuvvetlerimiz Atina’ya yaklaşmış iken büyük devletlerin müdahalesiyle savaş durdurulmuştu.

Kızıl Sultan dedikleri zatın başında bulunduğu devlet galip geliyor, şan ve şerefle üstün oluyordu da şu JönTürk makulesi niçin yenilgiden yenilgiye, hezimetten hezimete koşuyordu?

Sultan Abdülhamid’e Kızıl Sultan diyenlere bakınız, kısa süren saltanatları esnasında memleketi zindana çevirmişler, İstanbul’un Beyazıt’tan Sirkeci’ye kadar uzanan ana caddesini darağaçlarıyla doldurmuşlardır.

Dinsiz şair Tevfik Fikret bile dayanamamış onların kanlı idaresi aleyhinde zehir zemberek şiirler yazmıştır. Mason Filozof Tevfik, Sultan’ın zamanında ateşli bir muhalifti. Jön Türkler’in, İttihadçı’ların, Dönmelerin zulmünü gördükten sonra “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat” başlıklı uzun bir şiirle pişmanlığını dile getirmiş, Ulu Hakan’ın ruhaniyetinden özür dilemiştir.

Sultan Abdülhamid, hukukun kendisine verdiği selâhiyetle birtakım muhalifleri sürmüştür ama hiçbir zaman zalim olmamıştır. Sürdüğü kimseleri hapse attırmıyor, gittikleri yerde kendilerine bir iş, memuriyet verdiriyor, rahatlık ve refah içinde yaşamalarını temin ediyordu.

Sultan Abdülhamid -hâşâ- Kızıl ise, onu deviren İttihadçı’lar, Dönmeler, Jön Türkler bin kere Kızıl’dır! Akılları başlarından bir karış yukarıda olan Sultan Abdülhamid karşıtları 1914’te devletimizi yanlış safta cihan savaşına sokarak 600 küsur yıllık bir imparatorluğun, Hilâfet-i İslâmiyenin yıkılıp çökmesine sebebiyet vermişlerdir.

SultanAbdülhamid’e Kızıl Sultan demek, onun devrini paranoyak devir diye sıfatlandırmak hiçbir kimseye şeref kazandırmaz. Militanlığı, jakobenliği, fanatikliği, hezeyanları bir kenara bırakıp tarihimizi objektif, ciddî, vatansever, insaflı, âdil bir görüşle ele almalıyız.

Her büyük tarihî şahsiyetin amel defterinde maslahat (iyilikler) ve mefsedet (kötülükler) vardır. Sultan Abdülhamid’in maslahatı mefsedetinden çok fazladır.

Onun özelliklerini kısaca sayayım:

  1. Müslümanların halifesiydi. Bazıları inkâr da etseler panislamist bir siyaset takip etmiştir.
  2. Türklerin, Türkiyelilerin, Osmanlıların Hakan’ı idi.
  3. Otuz küsur sene devletin bütünlüğünü en az kayıpla korumuştur.
  4. Dış politikada bir dâhi idi. Jön Türkler diplomaside, uluslararası siyasette onun tırnağı bile olamazlar. Nitekim olamadıkları çok acı şekilde görülmüştür.
  5. Memlekette Maarif (millî eğitim) sahasında büyük bir inkılâp gerçekleştirmiş, nice okul ve yüksek tahsil müessesesi açmıştır.
  6. Onun zamanında din ile devlet barışık ve uyum içindeydi.
  7. Baskı yapmıştır ama zulm etmemiştir. Zalim değildi, tam aksine çok şefkatli idi. Ana baba katilleri gibi birkaç kişi dışında nice katilin idam cezasını bile müebbed hapse çevirmiştir.
  8. Dindarlığa, ahlâka, fazilete, ilme, irfana, iffete çok önem vermiştir. İslâm kadınlarının ve kızlarının namus ve şerefini koruyucu tedbirler almıştır.
  9. Tarikatlara, tasavvufa, mürşid-i kâmillere, hakikî şeyhlere hürmet etmiş, onların nasihatlarını dinlemiştir. Şâzelîliğin Darkavî koluna mensup büyük şeyh, zamanın kutbu Muhammed Zafir el-Medenî hazretleri onun mürşidi idi. Ayrıca Yıldız Sarayı’nda Suriyeli Rufaî şeyhi Ebü’l-Hüda es-Sayyadî hazretleri bulunurdu.
  10. Beş vakit namazını kılardı.
  11. Ahkam-ı şer’iyeye bağlıydı.
  12. Açık veya sinsî hiçbir dinsizlik, ahlâksızlık, müstehcen yayın, fuhuş, fısk fücur hareketine göz açtırmazdı.

    Evet o Büyük Sultan’ın zamanında Türkiye’nin batı ucu Adriyatik denizine kadar dayanıyordu ve İtalya ile aramızdaki mesafe İstanbul ile Yalova arasındaki mesafe kadar kısaydı.

    Onun yaptırdığı Şam-Medine demiryolu ile kısa zamanda mukaddes Peygamber şehrine gitmek kabil oluyordu.
    Dinsiz İttihadçılar ve Jön Türkler, imparatorluğun dizginlerini ellerine geçirince Medine’de bir genelev açtılar. Kırk sene önce yaşlılardan duymuştum, Harem-i Nebevî’de, yakındaki gramafon sesleri duyuluyormuş. İttihadçıların gramafonları…Çağdaş uygarlık gramafonları…

    Devlette ve toplumda bazı bozukluklar ve zaaflar vardı ama onların yanında şan, şeref, haysiyet vardı. Bir ucu Adriyatik denizine, bir ucu Hint okyanusuna, Afrika’da Fizan çöllerine uzanan bir cihan devleti vardı. Müslümanların bir medeniyeti vardı.

    Efendiler biraz edeb, biraz insaf, biraz itidal… 05 Mayıs 2004