Salı

 

Trafik lambasının kırmızısı söndü, sarı ışık yandı, bir iki saniye sonra yeşil yanacak ve vasıtalar hareket edecek. Önden ikinci arabanın sürücüsü sinirli bir şekilde kornaya basıyor, önündekine

haydi acele et geç

diyor…

İşte, sarı ışık yanarken kornaya basan adam yok mu, onunla ortaklık yapmamanızı, ona komşu olmamanızı tavsiye ederim.

Böyle bir kimseyle hısım olmak da doğru değildir, yani kız alıp verilmez.

Sarı ışık yanarken korna çalmak bu kadar vahim mi diye soran çıkabilir. Evet çok vahimdir.

Böyle kişiler iyi yetişmemiş, sağlam bir ahlâk ve karakter terbiyesi almamıştır.

Bu kafadaki bir adam çevresine, ailesine, ülkesine zarar verir.

İsveç’te, kırmızı ışık yanarken geçen şoförleri akıl hastahanesine muayeneye gönderiyorlarmış.

Bu herif deli olmasa, kırmızıda geçmezdi diyorlarmış.

İlk defa ziyaretinize gelen bir kimsenin cep telefonu durmadan çalıyor, ve konuğunuz her defasında cihazı çıkartıp uzunca konuşuyor.

O konuşurken siz bekliyorsunuz.

Böyle misafirlik, böyle görgü, böyle âdab erkân olur mu?

Bu kimse ile de ortaklık, komşuluk yapmamanızı öğütlerim.

Her şeyin başı terbiyedir.

İnsan bir eve, bir büroya girerken cep telefonunu kapatır. Şimdi adam camiye ibadet için gidiyor ve cep telefonunu açık bırakıyor, tam farz namazı kılınırken âlet çalıp duruyor.

“Aziz ve muhterem Müslüman! Pabucunu öyle değil, böyle tut!”

levhalarından sonra, ibadethâne kapılarında şimdi de,

“Sevgili Müslüman cep telefonunu kapat, huzur içinde ibadet edelim…”

şeklinde levhalar görülmeye başlandı.

Ecdadımız camilere âyet, hadîs, kelam-ı kibar yazılı hüsn-i hat levhaları, sanat şaheserleri asarlarmış.

Biz ise iğrenç yazılar koyuyoruz.

Geçen gün sokakta yürürken, yanımdan lüks ve pahalı bir araba geçti. İçinde üç genç vardı.

Teybi açmışlar, iğrenç, yılışık, rezil bir müzik çalıyorlardı.

Suratlarına baktım.

Pişmiş kelleler gibi sırıtıyor, arsız arsız gülüşüp konuşuyorlardı.

Lüks arabaları vardı ama

terbiyeleri, görgüleri yoktu.

Böyle evlât yetiştirenlere yazıklar olsun.

Caddeler, meydanlar, sokaklar, çarşılar, pazarlar garip kalabalıklarla doldu. Temiz, ciddî, düzgün giyimli insanlar göremiyorum. İnsanların sayısı çok az. Yürümesini bile doğru dürüst bilmiyoruz. Daracık bir kaldırımın ortasında duruyorlar ve gelip geçenleri de tedirgin ediyorlar. Genç âşıklar, mart kedileri gibi Sultanahmet parkında elleri bellerinde yengeç gibi yampiri bir yürüyüşle gezip tozuyor. Onbeş onaltı yaşında okul çocukları görüyorum. Ellerinde sigara, argo lâflar ederek, gülüşürek yürüyorlar. Evvelki gün liseli kızlar gördüm. Hepsi de mini etekliydi.

Rejim, irtica ile mücadele edebilmek için mini etekten medet umuyordu.

Komşularımızdan biri,

Moldovyalı bir Gagavuz hanımı hizmetçi olarak tutmuş.

Hanım Rus Ortodoks dinine mensupmuş,

pazar günleri kiliseye gitmek istediğini söylemiş.

Aramışlar, Karaköy’de böyle bir kilise varmış, her pazar oraya gidiyor, âyine katılıyormuş.

Biz halkımıza din ve ahlâk terbiyesi veremedik.

Para dini, ülkeyi kanser gibi sardı.

İslâmcı ve Müslüman çok ama Ezan-ı Muhammedî okununca onları camilerde göremezsiniz.

Cemaat, hizip, fırka, grup fanatikleri kendi şeyhlerini, hocalarını, başkanlarını Allah’tan ve Peygamber’den daha çok severler. Peygamber’e hakaret edilse fazla bir reaksiyon göstermezler ama kendi dinbaşlarına hakaret edilince küplere biner, volkanlar gibi reaksiyon püskürürler.

Dengesizler!

Şu memleketin, halkın, devletin haline bakınız ve

din baronlarının nelerle uğraştıklarına dikkat ediniz.

Müşterek oldukları tek şey para toplamaktır.

Maksut paradır. Sonra her birinin kendisine mahsus hizmetleri, plan ve programları vardır. Kâinatın mihverinde onlar bulunur. Ben, ben, ben… Dünya yıkılsa umurlarında değildir.

Lâik, çağdaş, ilerici, uygar geçinenler doğru yolda mı?

Onların halleri de berbat. Haram paralar, avantalar, lüks meskenler, yazlıklar, lüks otomobiller, lüks restoranlarda gösteriş yemekleri. Mutluluklarını gölgeleyen, onları tedirgin eden tek kara bulut irticadır.

Unutmadan söyleyeyim. Valilikten okul müdürüne bir yazı gelmiş. Büyük bir zelzele ihtimali var, tedbir alın, şeklinde. Okul müdürü ne yapsın? Müteahhit binayı çürük yaptıysa, sarsıntıda onu hangi tedbir ayakta tutabilir?

Hatırıma bir sürü konu geliyor. Yahu şu Abdullah Öcalan işi ne oldu? Paketlenip Türk makamlarına teslim edildiği zaman bazıları yeri göğü inletmişler, şöyle asacağız, böyle intikam alacağız diye haykırmışlardı. Şimdi o ucuz kahramanların hiç sesi çıkmıyor.

“Ey Nedim, ey bülbül-i şeyda! Sende evvel çok nevâlar, çok güftügûlar var idi…”

APO cenapları, emrine tahsis edilmiş bulunan İmralı Adası’nda altın kafes hapsindedir. Özel aşçısı bile varmış.

Derin devlet dedikleri tek bir teşkilât değil. Birbiriyle rekabet halinde olan derin devletler var. 28 Şubat’tan sonra üstü kapalı, dolaylı bir darbe yapıldı ama hiçbir şey yerine oturmadı. İktidarda istihbarat mensubu birkaç bakan varmış. Büyük siyasî fırkalardan birinin başındaki zatın da istihbaratçı olduğu söyleniyor.

Terörü bitirdik diyorlar ama yine çatışmalar ve çarpışmalar oluyor, yine şehitler veriliyor. Telefonlar dinleniyor. Teknik, istihbarata akıl almaz imkanlar sağlamıştır. Raporlar, raporlar, raporlar… Dosyalar, dosyalar, dosyalar… Faşist bir polis sisteminde olduğu gibi vatandaşlar fişleniyor.

Ülkemiz içinde bulunduğu siyasî, iktisadî, malî buhranlara rağmen silâhlanmaya hız vermiştir.

Gelecekte savaş mı var?

Dünyayı perde arkasından idare eden gizli ve esrarlı güçlerin şeytanî ve makyavelist planlarında bizi komşularımızdan biriyle veya birkaçıyla kapıştırmak mı var?

Şimdilik ufukta bir savaş ihtimali görünmüyor. Lâkin büyük bir deprem ihtimali İstanbul’da çok büyük. Ülkenin bugünkü statükosu, sistemi, düzeni, resmî zihniyeti böyle bir faciayı kaldırabilir mi?

Huzursuz, istikrarsız günler geçiriyoruz.

“Her şey düzelecek, ülkemiz bu asrın on büyük devleti içine girecek, aman biraz sabır…”

diyerek yem boruları çalıyor, geleceğe ait pembe tablolar çiziyorlar ama ülke, millet ve devlet bunaltıcı bir kasavet ve kararsızlık içindedir.

Rejimin başındaki zatın da kendine göre dertleri, sıkıntıları, huzursuzlukları bulunuyor. Tekrar seçilebilecek mi?

Taht kavgaları sadece eski sultanlıklarda olagelen bir şey değil. Cumhuriyet rejimlerinde de oluyor.

05 Nisan 2000