Pazar

 

Milleti sun’î, gerçek dışı fantezi gündemlerle oyalıyor, aldatıyor, afyonluyor. Memleketin devletin bir yığın vahim derdi ve meselesi var; onlar gündemde değil. İktisadi vaziyet her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor. Millî para durmadan değer ve itibar kaybediyor. Ben 1961’de Sultanahmet hapishanesindeyken, cebimizdeki paraları almışlar, yerlerine plastikten mamul fişler vermişlerdi. İşte şimdi millî para bir nevi fiş haline dönüşmüş bulunuyor. Eminim ki, tedavülde TL’den çok, dolar ve mark vardır. Devlet bile işlerini dolarla hesaplayarak yaptırıyor.

Yakın zamanlara kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan Türkiye, şimdi ekmeklik buğdayını dışarıdan getiriyor. Topraklarımız hayvancılığa çok müsaittir. Lakin, etimiz de ihtiyaca yetmiyor ve dışarıdan, çoğu domuz eti olmak üzere et ithal ediliyor.

Eğitim bitmiş, üniversiteler iflas etmiş; siyaset kirlenmiş, kokuşma korkunç boyutlara ulaşmış, haram yiyicilik genelleşmiş; ekmek ve üretim ikinci plana atılmış, onların yerini faiz, rant, repo, avanta, çalışmadan gelir elde etme almış; millet birbirine hasım kamplara ve kutuplara ayrılmış; büyük medya holding, banka, büyük şirket patronlarının tekeline girmiş…

Fabrikalar, atölyeler kapanıyor. Daha bunlar gibi bir sürü madde varken bazıları böşürtüsü, irtica, şeriat tehlikesi diye sayıklıyor. Yirmi işçi çalıştıran atölye sahibi şimdi, çoluk çocuğunun nafakasını elde edebilmek için pazarcılık yapıyor. Uğursuzluk öylesine yaygınlaşmış ki, denizlerdeki balıklar bile kurudu. Sapıkların, hainlerin, yiyicilerin, ehliyetsizlerin, yetersizlerin bastıkları yerden ot bitmiyor.

Korkunç bir çöküş arefesindeyiz. Egemen azınlıklar bunu halktan gizliyor. Eğlence, fıskufücur, günah ve isyan gırla gidiyor. Gençler için “Aman dindar olmasın da ne halt yerse yesin” felsefesi tatbik ediliyor.

İç ve dış borçlar öylesine büyük bir yekun tutuyor ki, bir iki sene sonra devlet bütçesi bunların faizini ödemeye yetişmeyecekmiş. İhtiyacın birkaç misli memur aldılar, şimdi onların maaşlarını ödeyemiyor, gerekli zamları yapamıyorlar.

Bir adamı İsrail gizli servisinin yardımıyla tuttular. Fakat ne yapacaklar? Assalar asamazlar, kesseler kesemezler; tekrar harice gönderseler olmaz; devamlı olarak içeride tutsalar o da bir çözüm değil. Bu işin sonu ne olacak?

Şu anda ülkenin gündemini medya ve egemen azınlıklar tanzim ediyor. Lakin bu gündem sun’î bir gündem. Halbuki an kaybetmeden gündeme gerçeklerin yazılması ve onlar için çareler ve çözümler aranması gerekiyor. Bu işi kim yapacak? Bol bol laf üreten, olmayacak vaadlerde bulunan, yüklendikleri emanete ehil olmayan İslâmcılar mı?

Sömürge Yerlisi Müslümanlar

Bundan otuz otuz beş sene önce, okulun helâ duvarlarına komünizm lehinde cümleler yazan on beş yaşında bir çocuk yakalanmış ve gözaltına alınmıştı. O zaman ne kadar komünist, ateist, çağdaş varsa yaygaraya başlamışlar, insan haklarından dem vurmuşlar, hak hukuk diye bağırmışlardı. Hatta İsmet Paşa beyanat vermiş,

“Ağzı süt kokan masum çocuklar tutuklanıyor”

demişti. Merak edenler o günlerin gazete kolleksiyonlarına bakabilir.

Türkiye’de rejimi zor kullanarak değiştirip yerine marksist-leninist bir kızıl düzen kurmak isteyen

Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar

için ağıtlar yakan, “Onlar vatansever çocuklardı, asılmaları doğru değildi” diye sızlananlar, Müslüman çoğunluğun temel hak ve hürriyetleri mevzubahs olunca canavar birer diktatör kesiliyorlar. Ateiste, komüniste, masona, sabotajcıya, anarşiste hürriyet isteyenler, Müslümanların hürriyetten yararlanmasını istemiyor.

Malatya’da olup bitenlere bakınız.

Üniversitede okuyan başörtülü kızlara yapılanları millet televizyon ekranlarından seyretti.

Devletin kolluk kuvvetleri, başörtülü dindar kızları ittiler, kollarından tutup sürüklediler. Bunlar başörtülü Müslüman olmayıp da,

marksist-leninist militanlar olsaydı

, bizim kartel medyası, laik çağdaşlar feryad u figana başlarlar, özgürlük diye haykırırlardı.

Bu memlekette çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci muamelesi görmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde on milyonun üzerinde Müslüman yaşamaktadır. Orada Müslüman kızlar kolejlere ve üniversitelere başları örtülü olarak gidebiliyor; Müslüman kadın polisler başları örtülü olarak ve üzerlerinde üniforma bulunduğu halde vazife görebiliyorlar. Her sene Pentagon’da iftar ziyafetleri veriliyor, Müslüman Amerikalı subaylar ve astsubaylar iftar ediyor, cemaatle namaz kılıyor, Kur’ân okuyor, başka dinlere mensup davetliler de orada bulunuyor ve bütün bu yapılanları gayet normal karşılıyor.

İngiltere’de, kolejlerin kiliselerinde sabahleyin topluca dinî âyinler yapılıyor, bütün öğrenciler bunlara mecburî iştirak ediyor. İleri, medenî, hür, gelişmiş Batı ülkelerinde bu gibi dinî faaliyetlere kimse itiraz etmiyor. Bunları gericilik olarak vasıflandırmıyor. Dindarlara kimse hakaret etmiyor. Eden bir densiz çıkarsa mahkemeler tarafından ağır cezalara, tazminatlara mahkum ediliyor. Bizde ise durum tam tersinedir.

Zavallı Müslümanlar kendi öz vatanlarında parya gibi yaşıyorlar. Resmî “vesikalarla” kadın satan, fuhuş ticareti yapan Hıristiyan Madam’a vergi rekortmenliği ödülü veren, bu maksatla tantanalı merasimler tertipleyen kafa, başını örttüğü için yüksek tahsilli, aydın bir kadın milletvekilini vatandaşlıktan atmak suretiyle cezalandırabilmektedir.

Müslümanları kurtarmak, hürleştirmek, temel haklarına kavuşturmak maksadıyla ortaya çıkmış olan cemaatler, baronlar, sözde mücahitler, bütün bu felaketler ve rezaletler içinde âciz vaziyette durmakta, ufak tefek itirazlar, iniltiler ve sızıltılar çıkarmaktan başka bir tepki göstermemektedir.

Zâlimler ne kadar cesur, gözükara ve atak ise, haklılar ve mazlumlar da o derece pısırık, korkak ve meşru müdafaada bulunmaktan âcizdir. Bu memleketin geleceği korku veriyor. 14 Haziran 1999