Ashab-ı Kiramın, Tâbiînin, Tebe-i Tâbiînin yâni Selef-i Sâhihîn denilen ilk üç kuşağın, onlardan sonra karne ba’de karnin (asırlar boyunca gelen) bütün müctehid imamların, ulemanın, fukahanın, muhaddislerin, Ümmet Cumhurunun, urefanın, evliyaullah’ın, sadat-ı kiramın kesin icmaı ve ittifakı ile:

Hâtemülenbiya Resul-i Kibriya Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e itaat, Allah’a itaat gibi farzdır.Bu hüküm Kur’ân ile, Sünnet ile, icmâ-i ümmet ile sâbittir.

Resulullah’a itaatin mü’minlere farz olduğunu inkar eden İslâm’dan çıkar, mürted olur.

Bütün din uluları (Eimme-i din) Fahr-i Kâinat efendimizin Sünnetinin, İslâm ahkamının, Kur’ân’dan sonra ikinci ana kaynağı olduğunda ittifak etmişler ve Sünneti ve sahih hadîsleri inkâr edenlerin kafir olacağını bildirmişlerdir.

Zamanımızda Sünneti ve hadîsleri inkâr ve red edenler ikiye ayrılır:

1. Sünnetin ve hadîslerin bir kısmını inkar edenler.

2. Tümünü inkar edenler.

Birinciler (Bid’atlerinin kendilerini küfre götürmesinden korkulan) bid’atçidir, ikinciler ise Peygambere itaat hususunda kesin ve muhkem Kur’ân emirlerini, farzlarını inkar ettikleri için dalâlettedir.

Büyük ve güvenilir din alimlerinden İmamı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:

“(Ey insanlar!) Yüce Allah size rahmetiyle muamele buyursun. Çok iyi bilirsiniz ki, usûl ilminde mâruf olan şartları taşıyan kavlî (söz ile) yahut fiilî bütün hadîsler din konusunda hüccet ve delildir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu hadîslerini inkâr eden kimse küfre düşer ve İslâm dairesinin dışına çıkar.” İmamı Süyûtî, Sünnetin İslâm’daki Yeri.)

Muhaddisîn-i Kiram (Büyük hadîs alimleri) Resulullah efendimizden rivayet edilen kavlî veya fiilî hadîsleri kılı kırk yararcasına incelemişler ve hadîs mecmuaları tertip etmişlerdir.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığında en muteber altı hadîs kitabına Kütüb-i Sitte denilir.

Hadîs uleması, herkesin arasında açıkta yemek yiyeni mürüvvetsiz olarak kabul etmişler ve onun rivayet ettiği hadîsi almamışlardır.

Adamın birisi, inatçılık eden atını bir tutam yeşil ot ile yürütmüş, sonra da o otu atına yedirmemişti. Hadîs uleması onun rivayet ettiği hadîsi de kabul etmemiştir. Atı aldatana güvenemeyiz demişlerdir.

Şu dünyada Resulullah efendimizin hadîsleri kadar incelenen, dikkatle toplanan, sahihi gayr-i sahihinden ayıklanmış olan başka bir konu yoktur.

Muhaddisîn-i kiram hazeratının mütevâtir ve sahih olarak kabul ettiği hadîsleri inkâr edenlerden daha insafsız, vicdansız, ahmak ve sefih kim olabilir?

Ulema mevzu hadîsleri de incelemiş, mevzuat konusunda kitaplar yazmıştır.Lakin bazısının mevzu dediğine bazısı değildir demiştir.

Zayıf hadîs, mevzu (uydurulmuş) hadîs demek değildir.

Zayıf hadîs de hadîstir, ancak ondan din hükmü çıkartılmaz.

Zayıf hadîsler dinî emir ve öğütlerin tergib ve terhibi (teşvik ve rağbet ettirilmesi ve yasaklardan çekindirilmesi konusunda zikr edilebilir.

Mesela namaz kılmayı teşvik eden, namazın terkini ve ihmalini kötü gösteren bir zayıf hadîs, zaten farz olan ve nice kuvvetli delili bulunan bir din işinde zikr edilebilir.

Buharî-i Şerifte mevzu hadîs olduğunu iddia edenler yoldan çıkmış kimselerdir.

Peygamberimizin Sünneti ve hadîsleri olmadan Kur’ân doğru ve açık bir şekilde yorumlanamaz.

Sünnet ve hadîsler inkâr edilirse namazın dosdoğru (Resulullah’ın kıldığı gibi) nasıl kılınacağı bilinemez.

Sünnet inkar edilirse fıkıh çöker.

Sünnet inkar edilirse Şeriat ahkamının büyük kısmı ortadan kalkar.

Fıkıh ve Şeriat gidince din bir ism ve resmden ibaret kalır.

Dinde reform isteyenler, dinde yenilik ve değişiklik isteyenler, ılımlı ve light bir İslâm türetmek isteyenler; Haçlıların, Siyonistlerin, emperyalistlerin istedikleri beşerî bir ideoloji ve hümanizma şeklinde yepyeni, içi boşaltılmış bir İslâm türetmek isteyenler açıkça ve sinsice Sünnete ve hadîslere saldırmaktadır, onları yıkmak istemektedir.

Çağımızdaki Sünnet ve hadîs düşmanlarının başında Mahmud Ebû Reye adında bir kişi bulunmaktadır. Bu zata kulak verenler, onun peşinden gidenler, onu İslâm alimi olarak kabul edenler büyük bir bid’ate saplanmış ve dinlerini yitirmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmış olurlar.

Sünnet ve hadîs düşmanları dall ve mudil kimselerdir.

Muhterem Sünnî kardeşlerimi min gayri haddin uyarıyorum:

Sünnet ve hadîs düşmanlarının tuzaklarına düşmeyiniz. İcazetli Ehl-i Sünnet uleması ve muhaddisleri ne diyorsa onu kabul ediniz.

Sünneti kabul etmek Kur’ân Müslümanlığıdır. Sünneti red ve inkâr etmek, Kur’ân’a karşı gelmektir. Allah’a iman eden Peygambere iman ve itaat etmekle yükümlüdür. Sünnet ve sahih hadîsler hidayettir. Sünnet ve hadîs düşmanlığı dalâlettir.

(İkinci yazı) BİR MEKTUP

Paris’te ikamet eden muhterem dostumuz edib, sanatkâr, Mevlevî meşrebli, ziyalı Kudsî Ergüner beyefendinin gönderdiği mektuptur. Faidesi olur ümidiyle -müsamahalarına güvenerek- yayınlıyorum. Selam ve hürmetlerimi sunarım.

Muhterem Şevket Eygi Bey,

21 Ocak tarihli, “İstanbul Kültür Şehri midir?”
makalenizi okudum ve bir musikişinas olarak size teşekkür etmek ihtiyacını duydum. Evet İstanbul Dünya Kültür Başkenti, ancak bugün dünyanın kültür zannettiği hezeyanın başkenti. Maalesef gün geçtikçe, eğlence ve sanat, ahenk ile gürültü, dinleme ile kitle gösterisi, konser ile futbol maçı, ilahî ile tango, tarih ile dedikodu, musiki ile şamata… birbirine karışmakta.

Sadece Türkiye değil bütün dünya modern olmanın şartıymış gibi büyük bir kültür çöküşü yaşamakta, Bizans’tan Osmanlıya asırlarca bütün dünyanın merkezi olan İstanbul’un, bu yıkımı daha hafif atlatmasını ümid ederken neredeyse global seviyesizliğin başkenti oldu.

En acı olanı asrımızın kalem ve fikir sahipleri dahi bu zevksizliğin, bu çöküşün farkında bile değiller ki sizden başka kimseden bir ses gelmiyor.

Alışveriş merkezine benzeyen kültür merkezlerinden, futbol sahasında maytaplı, tangolu, lazer ışıklı Mevlana’yı anma gösterilerinden, kutlu doğum (Mevlid) senfonilerinden, İslâmcı televizyonlarda altın varaklı kırmızı kadifeli tahtlarda kıraat edilen Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden, yeşil boyalı, florasan lambalı, makine halısı döşeli tarihi türbelerden vs. hiç şikâyet eden yok.

Belki farkına varıp da fincancı katırlarını ürkütmemek belki de, bendeniz gibi, bir çok sanatkâr muzdarib oldukları bu halden, bir hasedin ifadesi zannedilmesin diye, sessiz kalmayı tercih etmekteler.

İkide bir istikameti değiştirilen bir toplumun, dalından kopmuş bir yaprak gibi her rüzgâra kapılması tabiî. Acaba bu asırlık çınarın hiç mi kökü kalmadı?

Eski şâirlerimizden bahs ediyorsunuz, dil bitince şiir de, musiki de bitiyor, yazı bitince hattatlık tedâvülden kalkıyor, dergâh kapanınca dervişlik olmuyor, hırslar azınca din olmuyor, din olmayınca edeb kalmıyor, edeb olmayınca edebiyat olmuyor, edebiyat olmayınca da kültür olmuyor. Ekonomik meseleler hallolunca herşey yoluna girecek zannediliyor, maalesef zenginleşmek, zevki kaybolmuş bir toplumu yeniden zevk sahibi yapmıyor, ancak patlatılan maytap sayısını arttırıyor. Vesselâm

Kudsi ERGUNER − Erguner@free.fr 26 Ocak 2010 Salı