Sünnî Müslümanlar bu ülkede büyük çoğunluğu teşki etmektedir. Çok normal ve haklı olan siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî istekleri vardır. Bu istekler evrensel insan hakları ve hürriyetleri, ahlâk, âdil hukuk tarafından desteklenmektedir.

  • Türkiye Müslümanları din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti istiyor.
  • Türkiye Müslümanları, evrensel insan haklarının kendileri için de yüzde 100 geçerli olmasını istiyor.
  • Hukuk önünde mutlak eşitlik istiyor; birtakım azınlıkların kendilerinden

    daha eşit

    olma statüsünü kabul etmiyor.

  • Hakaret içermemek, şiddete yönelik olmamak, başkalarının hak ve hürriyetlerini tehlikeye atmamak şartıyla tam bir fikir, görüş, ifade, tenkit hürriyeti istiyor.
  • Eğitim ve üniversite hürriyeti istiyor.
  • Millî kimliğini korumak, geliştirmek, yaşatmak konusunda yüzde 100 hürriyet istiyor. Yabancılaşmak, yabancılaştırılmak istemiyor.
  • Herhangi bir ideolojinin kendisine bir din gibi empoze edilmesini istemiyor.
  • Tarihî kopukluk ve ârıza istemiyor.

    Çoğunluğun bu mâkul (akla uygun), meşru (yasal), haklı istekleri bazıları tarafından devlet için bir tehdit ve tehlike olarak görülüyor. Çoğunluğun hak istemesi niçin tehdit ve tehlike olsun? Müslümanların haklı isteklerini elde edememeleri için bütün şer güçleri seferber olmuştur.

    Din sömürücüleri, din ve mukaddesat ticareti yapanlar, dini istismar ederek ikbal ve servet elde edenler İslâmî hareketin ve Müslümanların en büyük köstekleyicisidir.

    Türkiye’yi babalarının çiftliği, çoğunluğu o çiftliğin ırgat ve marabaları olarak gören bir zihniyet Müslümanlarla iki cephede çarpışıyor:

  • Açıktan çarpışıyor. Onları düşman olarak görüyor.
  • Sinsice Müslümanları parçalıyor, yanlış yollara sokuyor, yönlendiriyor, birbirlerine düşürüyor. İçlerine ajanlar, provokatör casuslar sokuyor. Birilerini, İslâmî hareketi bataklıklara sokmak, Müslümanların enerjilerini ve servetlerini faydasız sahalarda ziyan ettirmek için vazifelendiriyor.

    Müslümanların, faydalı ve müsbet çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik teşkil etmeleri gerekir.

    Bu birliği bozan, bu birliği engelleyen, bu birliği dinamitleyen herkes hâindir. Muslih

    (islah edici, iyileştirici)

    görünse de hâindir.

    Müslümanlara Türk Kürt, Sünnî Alevî, şucu bucu gibi birbirine düşman kamplara ve kesimlere ayırıp onları birbirleriyle çarpıştıranlar hâindir. “Biz hizmet ediyoruz” diyerek saf Müslümanları soyanlar, din sömürüsü ile zimmetlerine milyarlarca dolar geçirenler hâindir.

    İslâmî hareketi bedevî zihniyet ve kültürü bataklıklarında boş işlere yönlendirenler haindir. Müslümanlık kemmiyet (kelle sayısı) ile kalkınmaz, keyfiyetle ve vasıfla kalkınır. Müslümanlardan milyarlarca dolar hizmet ve faaliyet parası toplayıp da, o paralarla bu ülkeye, bu halka, bu devlete, insanlığa hizmet edecek güçlü ve vasıflı elemanlar yetiştirmeyenler hâindir.

    Yüce İslâm dininde, Peygamberden başka mâsum (günahtan korunmuş), hatâ etmez kişi yok iken, kendi baronlarını putlaştıranlar,

    “erbab”

    haline getirenler ve o putlar, o erbab hâindir.

    Militan ve harbî kâfirlerden aldıkları yardımlarla, gördükleri destekler, gerçek İslâm’ı bozmak, münzel (indirilmiş) İslâm’ın yerine uydurulmuş türeme bir İslâm getirmek isteyenler hâin kere hâindir.

    Maalesef ülkemizde hayli insî şeyâtîn bulunmaktadır. Müslümanların bir kısmı bunların tuzaklarına düşmüştür. İnsî şeytanlar ve onların peşine takılan ahmaklar ve câhiller İslâmî hareketin kirlenmesine sebep olmuşlardır. Yeni ve korkunç bir

    müellefe-i kulûb

    sınıfı türemiştir. Bunlar Ümmet-i Muhammed’i soyarak zengin olmaktadır.

    Peygamber aleyhisselam “Ümmetimin ihtilâfı (çeşitliliği) geniş bir rahmettir” buyurmuştur. İslâmî kesimde tekelcilik yapanlar çok yanlış bir yoldadır. Başlarındaki zatları mâsum kabul edenler, onları

    “erbab”

    haline getirenler, putlaştıranlar bilerek veya bilmeyerek hâindir.

    İslâmî hizmet ve faaliyetleri paraya endeksleyenler hâindir, şeytandır. 14 asırlık İslâm tarihine bakınız. Her asırda yaşamış gerçek İslâm büyükleri din yoluyla zengin olmuşlar mıdır?

    Dört büyük imam… Her yüzyılda bir gelen müceddidler… Muhammedî mirası koruyan Ehl-i Beyt silsilesi… Kâmil mürşidler… Abdülkadir Geylanîler, Ahmed er-Rufaîler, İmam Rabbanîler, Halidi Bağdadîler, Şah-ı Nakşibendler, Hasan Şazelîler, Mevlânâ Celalüddinler, Şabanı Velîler, Hacı Bayram Velîler, Emir Sultanlar ve daha yüzlerce büyük rehber; para, servet, ikbal, makam mevki, şan şeref, benlik pisliklerine battılar mı?

    İslâm’a gerçek hizmet sadece Muhammedî metodla yapılabilir.

    Şeytan metodlarıyla hizmet olmaz! Birtakım münâfıkların ne haltlar yediklerini görüyor ve duyuyoruz. Yüce İslâm dini pak ve temiz bir dindir. Ona pis metodlarla hizmet etmek mümkün değildir.

    “Bu düzen bozuktur… Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılabilir…”

    Kim vermiş bu fetvayı? İblis…

    Müslümana her şeyin en iyisi lâyıkmış… Bu fetvaya ve felsefeye dayanarak birtakım Müslümanlar lüks, israf, şatafat, gurur, kibir, aşırı tüketim, saçıp savurma içinde yaşıyor. Peygamber böyle mi diyor? Din büyükleri böyle mi söylüyor?..

    Lüks, israf, şatafat, tantana rahmanî değil, şeytanîdir.

    Kâfirler Müslümanların bedevî, kırsal kesim, varoş kültürü bataklığında kalmasını istiyor… Din sömürücüleri de aynı şeyi istiyor… Cahil kitleleri aldatmak ve soymak kolaydır. Medenî Müslümanlar aldatılamaz ve soyulamaz… Ey Müslümanlar nedir bu haliniz? 01 Haziran 2007