Suriyede Esede Karşı bir Yığın Grup Varmış
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 08 Aralık 2018
Yekûn olarak
imişler ama Esed’i deviremiyorlar. Parçalanmışlığın, bölünmüşlüğün,
budur işte.
İki yüz bin kişi öldü, dört-beş milyon halk yurt dışına göç etti, şehirler yıkıldı, ekonomi çöktü… Esed rejimi yıkılmıyor, yıkılamıyor…
Evde yapılan hesaplar çarşıya uymadı. Ankara’da yapılan hesaplar Suriye’de tutmadı.
Muhalifleri param parça, bölük pörçük, darma dağınık… Suriye yangın yeri gibi. Muhalifler birleşmiyor.
Türkiye Esed gidecek diyor, İran Esed kalacak diyor. Esed’i devirmek için milyarlarca dolar harcandı, yine devrilmedi.
Sivil halk ölüyor, göç ediyor, ülke yangın yerine dönmüş. Şuraya buraya sığınanların çoğu perişan vaziyette, kış geliyor bizdeki mültecilerin hali ne olacak?..
Keşke Osmanlı devleti ve hilafeti yıkılmasaydı. Keşke Ümmet birliği çökmeseydi. Keşke Ümmetin başında bir İmam bulunsaydı. Ah keşke Suriyede barış, güven, huzur olsa da Haleb-i şahbaya, Şam-ı şerife gidip gezsem, tatil yapsam. Gidemem ki… Müslümanlar param parça…
Müslümanlar ölseler de, yenilseler de, yere serilseler de, zillete duçar olsalar da, Suriye yıkılsa da, milyonlarca halk perişan olsa da asla birleşmezler.
Onlarca hizip, fırka, grup, parça… Yahu bunca parça birleşip niçin bütün olmaz ki…
Türkiye şucuları… Türkiye bucuları… Türkiye ocuları… Falanca Müslümanlar… Filanca Müslümanlar… Feşmekan Müslümanlar… Maneviyat semalarında kuşlar gibi uçanlar… Zemine inin, ayaklarınız yere bassın…
Ah ittihad, uhuvvet, vifak, tesanüd!.. Biz bugünkü tefrikayla nasıl adam olacağız?
Bayram sohbetinde, İslâm alemindeki ve ülkemizdeki facialardan hiç bahs etmedik değil, gülüşüp konuşurken biraz edebiyatını yaptık.
Arada çaylar içtik, kurabiyeler yedik. Havalardan sulardan dem vurduk. Konu trafik keşmekeşine gelince huzursuzluk ve şikayetlerimizi sert bir üslûpla dile getirdik. İstanbul’un artık yaşanmaz bir şehir olduğunu söyledik.
Dile getirmediğimiz mevzu kalmadı. Mimarlık, musiki, hüsnühat, tezhip. Eski büyüklerimizi andık. Bediüzzaman, Şeyh Erbilli Esad Efendi, Tahirü’l-Mevlevî, Muallim Mahir bey… Daha niceleri…
Rahat bir halimiz vardı… Facialar, yangınlar, dökülen kanlar, harap olan şehirler konusunda pek hararetli ve tedirgin değildik. Oturduğumuz yerden şen şakrak her dala konduk, her çiçeği kokladık.
Ah vah dediğimiz oldu ama pek yürekten değildi. Gözlerimiz dolmadı. Kalplerimiz ağlamadı. Kederimiz bizi sarsmadı.
Irak derken, Suriye derken, Filistin derken, Diyarbakır derken titremedik. Myanmar’dan bahs etmeyi unuttuk. Orta Afrika Cumhuriyetinde Müslümanlar nasıl eziliyor, kesiliyor? Buna temas etmedik.
Kış geliyor, fakir, evsiz, parasız, biçare Suriyelilerin hali ne olacak dedik ama üzerinde fazla durmadık. Uyurgezerler gibiydik, hiç ağlamadık, inlemedik.
Çaylar, kurabiyeler boğazımıza düğümlenmedi.
İki saatlik sohbetten sonra ayrıldık.
Halimizi düşündüm, Fuzulî’nin bir rubaisindeki şu mısraları mırıldandım:
Ya Rabbi!.. Dertsizlik ne büyük bir derd ü belâdır… 23.10.2014