SUS!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Aralık 1991
Din hakkında konuşmağa, nasihat etmeğe izin ve icazetleri olmadığı halde mütemadiyen konuşan, âdeta vaaz eden Müslümanlar görüyorum. Nazariyatın bini bir paraya. Yok Müslümanlar şöyle yapmalıymış, böyle yapmamalıymış, bizi filâncalar mahv etmişmiş, kurtuluş reçetesi şuymuş, bunlara göre işin püf noktası şuradaymış, rey’-i âlileri şu merkezdeymiş…
Ben de derim ki:
Ne demek istediğimi anlamışsınızdır, beni daha fazla konuşturmayın…
AH BİZLER!
Hukukta taksirsiz mes’uliyet kavramı vardır. İnsan, şahsen hiçbir kusuru, hatâsı olmadığı halde sorumlu oluyor, birtakım yükümlülükler altına giriyor. Meselâ, evinizin damından kasırga bir kiremiti uçuruyor, sokaktan geçen biri yaralanıyor, siz mes’ul oluyorsunuz. Hukukta olduğu gibi siyasî, sosyal, kültürel alanda da taksirsiz mes’uliyet vardır. Buna toplumsal sorumluluk da diyebiliriz. Bu açıdan bakılırsa biz Müslümanlar aşağıdaki hususlarda mes’uliyet, vebal, borç altındayız.
Bakıyorum bazılarımız, sanki bu anlattığım şeyler Patagonya’da bundan bin yıl önce cereyan etmiş gibi bir ilgisizlik, bilgisizlik, fütursuzluk içindeler. Vicdanı olan, mesuliyet duygusuna sahip bulunan, gönlünde mürüvvet olan her Müslümanın içi, yakın tarihimizde olup biten bu fâcialar karşısında kan ağlamalıdır. Bunlara ağlamayan, inlemeyen, düşündükçe tirtir titremeyenlere yazıklar olsun!
Şahsî sorumluluğumuz olmasa bile, en azından yüreğimiz kan ağlamadığı, üzüntüden kahr olmadığımız için mes’ul olacağız.
İslâm’a karşı işlenen suçların getireceği uğursuzlukları da unutmayalım.
Müslümanların uğradığı musibetlere ağlayabilmek… Bu da bir asalettir.
Peygamber ne buyurmuş: “Siz benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar, az gülerdiniz.”
Bu sözü ashabına söylemiş. Ya bizler ya bizler…
Bizler ki, çok gülüyor, hiç ağlamıyoruz.
BASIN BERRAK OLMALI
Siyasî iktidarlar için en korkulu muhalefet basından gelen muhalefettir. Bu yüzden iktidarlar basınla iyi geçinmek isterler. Politika hayatının berrak olmadığı, kokuşmuşluğun her yeri sardığı ortamlarda iktidarlarla basın arasında, kapalı kapılar arkasında çirkin pazarlıklar yapılır, sus payları verilir. Ne kadar gizlenirse gizlensin, basına paralel bir fısıltı gazetesi vardır, halkın bir kısmı olup bitenleri bundan öğrenir.
Basında, bilhassa bazı büyük gazetelerde acaip gelişmeler, anormal tutumlar müşahede edilmektedir.
(1) Bakıyorsunuz, büyük bir gazete iktidara ver yansın ediyor, amansız bir muhalefet ateşine başlıyor. Bu savaşın tam ortasında birgün âniden saldırı kesiliveriyor. Bir iki gün sonra da bu sefer lehte yayın başlıyor. Allah Allah, bu ne haldir! . Sonra öğreniyorsunuz ki, bizim iri gazete iktidardan milyarlarca liralık bir menfaat kopartmıştır (fâizsiz kredi, silinen vergi borçları gibi).
(2) Normalde maaşından başka geliri olmayan, herhangi bir ticarî ve iktisadî faaliyette bulunmayan bazı kalantor gazetecilerin milyarlara, hattâ bazı rivâyetlere göre trilyonlara varan servetler edindikleri, söylenmekte ve yazılmaktadır. Bu adamlar bu dev zenginliklere nasıl kavuşmuşlardır?
Basın ve diğer iletişim vasıtaları günümüzde Dördüncü Kuvvet değil, Birinci Kuvvet haline gelmiştir. Milletin, bu kuvvetin perde arkasını bilmesi, oynanan milyarlık, trilyonluk oyunlardan haberdar olması gerekir. Basın berrak olmalıdır.
26.12.1991