Din hakkında konuşmağa, nasihat etmeğe izin ve icazetleri olmadığı halde mütemadiyen konuşan, âdeta vaaz eden Müslümanlar görüyorum. Nazariyatın bini bir paraya. Yok Müslümanlar şöyle yapmalıymış, böyle yapmamalıymış, bizi filâncalar mahv etmişmiş, kurtuluş reçetesi şuymuş, bunlara göre işin püf noktası şuradaymış, rey’-i âlileri şu merkezdeymiş…

Ben de derim ki:

  • Mimar beyefendi, bize mürşidlik taslamayı bırak, çeneni kapat, yaptığın binalar konuşsun. Öyle evler, apartımanlar, hanlar, okullar inşa et ki, onlarda İslâm’ın mimarî özellikleri, güzellikleri görünsün. Dost da düşman da işte Müslümanlar çağdaş şartlarla geleneksel İslâmî estetiği böyle ahenkli ve güçlü bir şekilde bir araya getirebiliyorlar desin.
  • Siz bakkal efendi, konuşmayı bırakın, ticaretiniz konuşsun. Dükkânınız pırıl pırıl olsun, fiyatlarınız ucuz olsun, hizmetiniz beğenilsin. Dindar bakkalın dükkânı hepsinden üstün olsun. Dost da düşman da sizi takdir etsin.
  • Siz Müslüman imalâtçı, siz de lütfen susar mısınız? Fabrikanız, atölyeniz, işyeriniz konuşsun. İşçileriniz konuşsun, ürünleriniz konuşsun.
  • Müslüman lokantacı kardeş, sizin ihtisasınız yemek yapmak, lokanta işletmektir. Siz sükût ediniz, yemekleriniz, aşhâneniz konuşsun. Ticaret ve hizmetiniz şehirde bir efsâne olsun, herkes “bu nefis yemekleri bu ehven fiyatlarla yediren, müşterilerine çok iyi hizmet veren, dükkânının dekorasyonu hârikulade olan bu adamdan Allah razı olsun!” desin.
  • Sen öğrenci küçükbey… Cihad edebiyatını bırak, Türkiye’yi kurtarmak hevesinden vazgeç, gevezeliğe son ver. Senden sıkı ders çalışmanı, hocalarını bile aşmanı, ahlâk ve karakterinle herkese örnek olmanı, üstün bir kişilik sergilemeni bekliyoruz. Sen sus, halin konuşsun. Müslüman bir gencin fazilet ve meziyetlerini sende görsünler.

Ne demek istediğimi anlamışsınızdır, beni daha fazla konuşturmayın…

AH BİZLER!

Hukukta taksirsiz mes’uliyet kavramı vardır. İnsan, şahsen hiçbir kusuru, hatâsı olmadığı halde sorumlu oluyor, birtakım yükümlülükler altına giriyor. Meselâ, evinizin damından kasırga bir kiremiti uçuruyor, sokaktan geçen biri yaralanıyor, siz mes’ul oluyorsunuz. Hukukta olduğu gibi siyasî, sosyal, kültürel alanda da taksirsiz mes’uliyet vardır. Buna toplumsal sorumluluk da diyebiliriz. Bu açıdan bakılırsa biz Müslümanlar aşağıdaki hususlarda mes’uliyet, vebal, borç altındayız.

  • İmâmet-i Kübrâ-yı İslâmiyye müessesesi yıkılmıştır, Alem-i İslâm başsız kalmış, bundan dolayı da hem Müslümanlar hem de bütün insanlık büyük zararlara, fitnelere mâruz kalmıştır. Bu hâdise bizim memleketimizde olmuştur. Milletçe sorumluyuz.
  • Medâris-i İslâmiyye kapatılmış, dinimizi ayakta tutan ilim ocakları söndürülmüş, bu yüzden cehâlet karanlıkları her yeri sarmış, İslâmî hizmetler hakkıyla yapılamaz olmuştur. Bunun sorumluluğu da bizim üzerimizdedir.
  • Şer’-i Şerif-i Ahmediyye’nin bâtınî ve tasavvufî hükümlerini ayakta tutan, fertleri ve cemiyeti manevî bir murakabe ile terbiye eden, olgun insanlar yetiştiren, yeryüzünde Allah’ın zikr edildiği ocaklar olan tekaya ve zevaya kapatılmıştır. Bunun neticesi olarak da büyük tahribat meydana gelmiş, ruhî çöküntü olmuştur. Bunun sorumluluğu da bizim Ümmetimize aittir.
  • Muhadderat-ı İslâmiyye’nin hicapları yırtılmış, şeytanî bir hürriyet perdesi altında kadınların ismetleri, haysiyetleri pâyimal edilmiş, bir nice fenalığa yol açılmıştır. Bunun hesabı da bize aittir.
  • Hangi birini sayayım? Uyduruk zâlim mahkemelerin kararlarıyla din âlimleri, şeyhler sarıkları boyunlarına dolanarak idam edilmiş, mukaddes kitaplar parçalanıp ayaklar altında çiğnenmiş, câmi binaları yıkılmış, satılmış, kiraya verilmiş, diğer evkaf-ı İslâmiyye malları yağma edilmiş; en tabiî ve temel hürriyetler kaldırılmıştır. Biz milletçe bunların vebal ve mesuliyetini taşımaktayız.

Bakıyorum bazılarımız, sanki bu anlattığım şeyler Patagonya’da bundan bin yıl önce cereyan etmiş gibi bir ilgisizlik, bilgisizlik, fütursuzluk içindeler. Vicdanı olan, mesuliyet duygusuna sahip bulunan, gönlünde mürüvvet olan her Müslümanın içi, yakın tarihimizde olup biten bu fâcialar karşısında kan ağlamalıdır. Bunlara ağlamayan, inlemeyen, düşündükçe tirtir titremeyenlere yazıklar olsun!

Şahsî sorumluluğumuz olmasa bile, en azından yüreğimiz kan ağlamadığı, üzüntüden kahr olmadığımız için mes’ul olacağız.

İslâm’a karşı işlenen suçların getireceği uğursuzlukları da unutmayalım.

Müslümanların uğradığı musibetlere ağlayabilmek… Bu da bir asalettir.

Peygamber ne buyurmuş: “Siz benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar, az gülerdiniz.”

Bu sözü ashabına söylemiş. Ya bizler ya bizler…

Bizler ki, çok gülüyor, hiç ağlamıyoruz.

BASIN BERRAK OLMALI

Siyasî iktidarlar için en korkulu muhalefet basından gelen muhalefettir. Bu yüzden iktidarlar basınla iyi geçinmek isterler. Politika hayatının berrak olmadığı, kokuşmuşluğun her yeri sardığı ortamlarda iktidarlarla basın arasında, kapalı kapılar arkasında çirkin pazarlıklar yapılır, sus payları verilir. Ne kadar gizlenirse gizlensin, basına paralel bir fısıltı gazetesi vardır, halkın bir kısmı olup bitenleri bundan öğrenir.

Basında, bilhassa bazı büyük gazetelerde acaip gelişmeler, anormal tutumlar müşahede edilmektedir.

(1) Bakıyorsunuz, büyük bir gazete iktidara ver yansın ediyor, amansız bir muhalefet ateşine başlıyor. Bu savaşın tam ortasında birgün âniden saldırı kesiliveriyor. Bir iki gün sonra da bu sefer lehte yayın başlıyor. Allah Allah, bu ne haldir! . Sonra öğreniyorsunuz ki, bizim iri gazete iktidardan milyarlarca liralık bir menfaat kopartmıştır (fâizsiz kredi, silinen vergi borçları gibi).

(2) Normalde maaşından başka geliri olmayan, herhangi bir ticarî ve iktisadî faaliyette bulunmayan bazı kalantor gazetecilerin milyarlara, hattâ bazı rivâyetlere göre trilyonlara varan servetler edindikleri, söylenmekte ve yazılmaktadır. Bu adamlar bu dev zenginliklere nasıl kavuşmuşlardır?

  • İflâs haline gelen bazı gazeteler, iktidarın yardımıyla nasıl toparlanmaktadır?
  • Siyasî iktidarlar, fâizsiz veya çok düşük faizli milyarlarca lira kredi vererek büyük gazeteleri nasıl esir almaktadırlar?

Basın ve diğer iletişim vasıtaları günümüzde Dördüncü Kuvvet değil, Birinci Kuvvet haline gelmiştir. Milletin, bu kuvvetin perde arkasını bilmesi, oynanan milyarlık, trilyonluk oyunlardan haberdar olması gerekir. Basın berrak olmalıdır.

26.12.1991