TABULAR KALKSIN
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 22 Aralık 1991
Devlet, cumhuriyet, demokrasi, insan haklan, hukukun üstünlüğü prensibi, hukuk devleti. Bunları birbirine karıştıran bir zihniyet var ki laikliği hepsinin üstünde tutuyor, sanki laiklik elden giderse devlet de cumhuriyet de demokrasi de hukuk da elden gider şeklinde propaganda yapıyor. Böylelerinin içinde, adalet ve hukuk âleminde yüksek mevkilere çıkmış kimselerin bile bulunması düşündürücüdür.
Laiklik ile devlet ve cumhuriyet, birbirlerine et ile kemik, beden ile ruh gibi yapışık kavramlar değildir. Şöyle ki:
İnsan hakları meselesine gelince. Nice Muz Cumhuriyeti vardır ki, anayasalarında laiklik yazılı olduğu halde insan hak ve hürriyetlerini ayaklar altına almışlardır.
Laiklik bir mutlak değer değildir, seçimlik bir konudur.
Bir devlette, bir rejimde önemli olan adalettir. Adalet olmadı mı, hürriyetin de kıymeti kalmaz. Esirlere, beyni yıkanmış robot sürülerine pekâlâ hürriyet şarkıları söyletilebilir.
Önemli olan, hukuk devleti, o devletin içinde hukukun üstün olması keyfiyetidir. Enver Hoca Arnavutluğu son derece laik bir rejime sahipti. Lâkin insan hak ve hürriyetlerini çiğneyen pis bir polis rejimi ile idare olunuyordu.
İyi bir insan, iyi bir vatandaş, laiklik taraftarı olmadan da devlete, millete, vatana yararlı bir kimse olabilir. Vatanseverlik, milletperverlik sırf laiklere mahsus değildir.
Cumhuriyetin ilk anayasasında “devletin dini Din-i İslâm’dır” maddesi vardı. Bu madde 1928’e kadar devam etmiştir. Başta cumhurbaşkanı olarak da Mustafa Kemal vardı. O zamanki devlet kötü müydü, o anayasaya bağlı olan idareciler ve vatandaşlar kötü müydü? 1928’de bu madde kaldırıldı ama resmen laiklik maddesi konulmadı. Laiklik anayasaya 1937’de konulmuştur. Demek ki, cumhuriyetimiz 1928’e kadar anayasaya göre bir İslâm cumhuriyetiydi. 1937’e kadar da laiklik yazılmamıştı. Şimdi birtakım Atatürk’ten daha Atatürkçü olan fanatik laiklere ne oluyor ki ya laiklik ya ölüm dercesine yaygara kopartıyorlar?
Yeni anayasa yapılırken esnek davranılmak, fazilet (erdem) temeli üzerine oturması gereken cumhuriyet rejimi gereksiz kalıplar, millî ve toplumsal iradenin benimsemediği cendereler, evrensel olmayan psödo-değerler içine hapsedilmemelidir.
Böyle yapılmayıp, anayasanın kuyruğuna lüzumsuz kabaklar bağlanacak olursa, işlemeyecek, millî bünyede rahatsızlıklar meydana getirecek ve on sene sonra tekrar değiştirilmesi gerekecektir.
Aslında laiklik üzerinde, içeridekilerden çok dış güçler durmaktadır. Şu Amerikalılar ne garip adamlar! Kendileri paraların üzerine “we trust in God – biz Allah’a güveniyoruz” diye yazarlar, Kutsal Kitap üzerine el basıp yemin ederler, Anayasalarına “Kongre din hakkında kanun çıkartamaz” diye madde koyarlar da, bize gelince başka telden çalarlar.
Vaz geçilmez olan, din ve vicdan hürriyetidir. Bir ülkede din ve vicdan hürriyeti yoksa yahut kısıtlıysa, o ülkede hukuk devleti yok demektir.
Bazıları, din hürriyeti laikliğin bittiği yerde başlar diyorlar. Biz de laiklik, din hürriyetinin bittiği yerde başlar diyoruz. Biz iddiamızı isbat edebiliriz, muarızlarımız (bize karşı olanlar) edemezler. Tabiî ve ilâhî hukuk prensipleri, Evrensel İnsan Hakları Beyannâmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer köklü metinler hep bizden yanadır.
Biz Müslüman olduğumuz için, masonluk prensipleri, Rotary kulübünün tüzüğü, birtakım ideolojik ve mitolojik inançlar, materyalizm gibi felsefî doktrinler bizi bağlamaz.
Türkiye yasaksız bir ülke olacaktır, deniliyor. Hem yasaksız hem de tabusuz olsun emi!
AHLÂK FESADI
Sinsi bir ahlâk fesadı içindeyiz. Evet, birinci şahıs çoğul, yâni biz. Sakın ama nasıl olur demeyiniz. Yakında yılbaşı gelecek, gafiller içip içip bir sürü rezâlet çıkartacaklar, biz de onları bol bol tenkid edeceğiz. Sarhoşlar, dinsizler, densizler, edepsizler diyeceğiz. Başkalarını tenkid etmekten kendi kusur, eksik ve günahlarımızı görmeye vakit bulamıyoruz. Yaaa, siz bay Sofu, siz içki içip sarhoş olmazsınız ama başka taraftan açık verirsiniz. Gıybet etmeye ne buyurursunuz? Hizip taassubu ile Müslümanlar arasındaki birliği bozmağa ne dersiniz? Ehli olmadığınız o emâneti niçin yüklendiniz? Allah’ın size verdiği o bol nimetlerin bir kısmını niçin muhtaç kardeşlerinize vermiyorsunuz? Niçin parayı bu kadar çok seviyorsunuz? Ticaret yaparken niçin Şeriatın ölçülerini göz ardı edip, bey’ bi’l-bâtıl işlere tevessül ediyorsunuz?
Ahlâksızlık sadece sarhoşluk, fuhuş, zina gibi bizim uzak durduğumuz şeylerden ibaret değildir ki. Niçin başkalarının ayıplarıyla, kendi kusurlarımız arasında çifte standart uyguluyoruz?
Yalan yanlış övgülere çocuklar gibi sevinip mest olmak; en doğru ve uyarıcı tenkidler karşısında Nemrud gibi köpürüp havalara çıkmak. Bunun adı da ahlâksızlık değil midir?
Kendi cemaatine mensup olan değersiz birini, başka bir meşrebten olan çok değerli ve sâlih kardeşine tercih etmek, ya bunun adı nedir? Ahlâklılık mıdır?
Makam, mevki, servet, riyâset, benlik uğruna Müslümanları birbirine katmak, ya onun adı nedir?
Bazılarımızın lügatinde ahlâksızlık şöyle tarif edilir: Başkalarına ait olan kötülükler. Aslında böyle midir?
Kendini iyi görmek, nefsini temize çıkarmak, kişiye kötülük olarak yetmez mi?
Şayet kıldığın teheccüdler sana gurur verecek, başkalarını hor görmene yol açacaksa, yatsıyla sabah arasında mışıl mışıl uyuman yeğdir.
Ben nâfile oruç tutuyorum diye böbürleneceksen, pazartesi perşembe günleri aç durmanın ne faydası olur sana?
Yaptığın ibadet ve hayırları kendinden bilmen şirk olmaz mı? Daha ne zamana kadar Kıldırandan, Yaptırandan gafil olacaksın?
Sarhoşlar şarapla mestler, sen ise içmeden sarhoş olmuşsun. Hangisi daha ayıp?
Vird-i zebanın hep “ben, ben, ben…”. Ne zaman biz diyeceksin?
Bu memlekette ahlâksızlıklarsa, bunun sorumlusu biz değil miyiz? Ahlâksızlıkları önlemek için ne yapıyoruz?
Bu mülk bize emânet değil midir? Emânetin şu haline bakınız. Yeryüzünde biz halife değil miyiz? Hilâfetin hakkını niçin vermiyoruz? Ezeldeki ahd ü misaka riâyet edebiliyor muyuz? Resûl’e olan biatımızda sâdık mıyız?
Sarhoş tevbe eder, affa uğrar, kurtulur. Biz nasıl hesap vereceğiz?
BİRAZ VAKAR
İçki içmek, dansöz oynatmak, çalgı çaldırmak laikliğin zorunlu bir şartı değil ki, her toplantıda bunları yapıyorlar. Hele bağımsızlıklarına yeni kavuşan Ortaasya ve Kafkasya Müslüman-Türk devletlerinin temsilcileriyle bir araya geldiklerinde kadeh kaldırıp tokuşturmalar doğrusu çok ayıp. Düzen laiktir diye, ille de içki içmek şart mıdır yâni?
Bir şey içeceklerse, bari kımız içsinler.
Bazı partiler geceler tertipliyorlar ve mutlaka dansöz oynatıyorlar. Kadın oynatmak politikacılara yakışır mı?
Bunların dansözlü resimlerini çekip, seçimlerden önce dağıtmak lazımdır. Bu propagandanın sonunda mutlaka bir miktar oy kaybedeceklerdir. Bu da onlara çok pahalıya mal olacaktır. Belki korkarlar da intibaha gelirler.
Biraz ciddiyet, biraz vakar efendiler.
22.12.1991