Çarşamba

 

Zaman gazetesi

Taha Akyol

ile bir röportaj yapmış; Akyol bunun bir yerinde şöyle söylemiş: “…..Batı toplumları da feodaliteden bu noktaya geldi. Bunlar dinî düşünceyi de etkileyecek.

Kalabalığın hareketi yerine daha bireysel, daha yaratıcı bir din anlayışı gelişiyor.

Gençlerin okuduğu kitaplarda artık eski klasik kaynakları bulmak çok zor.

Fethullah Gülen ve Prof. Dr. Mehmet Aydın Türkiye’deki dinî değişimin somut örnekleridir.

Hayrettin Karaman bile fıkıh ağırlıklı olmasına rağmen eskisine göre farklıdır.

En geleneksel İslâm’ı temsil eden

Şevket Eygi’

dir. Ama

Eygi’nin Türk toplumu tarafından talep edilebilirliği ile bir Fethullah Gülen’in Türk toplumu tarafından talep edilebilirliği aynı şey değildir.

Abant toplantları, toplumsal değişmenin din anlayışını nasıl değiştirdiğini gösterir.”

(26 Ocak 2003)

Bu konuda kendi görüşlerimi yazmadan önce, bir başka gazetecinin şu fikirlerini de kaydetmek uygun olacaktır.

Yazar Hikmet Çetinkaya

diyor ki:

“Türkiye’de devletin hakim sistemi iki şeyi aradı durdu.

Mümkünse İslâm’ı değiştirmek, ona gücü yetmezse Müslümanların din anlayışını değiştirmek.

Kemalizmin

en önemli özelliklerinden biri

dinde reformu amaçlaması

idi. Bunda muvaffak olunamadı.

Çünkü İslâm’ın kitaba bağlı karakterleri böyle bir reformasyona ve deformasyona izin vermiyordu.

Bu, Müslümanlara da kabul ettirilemedi.

Ağır baskı dönemleri yaşandı Türkiye’de ama dinde reform kabul görmedi.”


(www.angelfire.com.)


Eski devirde

dinde reform

, din dışı güçler tarafından gerçekleştirilmek istenmiş, bunda başarılı olunamayınca bu

“önemli işin”

yapılması

Müslüman kesimin içindeki bazı şahıs ve kliklere havale edilmiştir.

Taha Akyol’un istediği, özlediği, hasretini çektiği değişim işte bu reformdur.

Bazıları buna

yenilikçilik

de diyorlar.

İslâm tarihinde her asırda ve devirde tecdid,

dinî aslî safiyetine döndürme, hurafe ve bid’atleri temizleme hareketleri ve çalışmaları

olmuştur.

Bunları reform, yenilik hareketleriyle karıştırmamak gerekir.

Çünkü

tecdid

hareketinde asla bağlı kalmak, asliyeti korumak esastır;

reform ve yenilik hareketlerinde ise asıldan, temelden, ana kaynaklardan uzaklaşmak vardır.

İslâm âlemindeki reform ve yenilik hareketiyle Hıristiyan dünyasındaki reformasyon hareketi arasında benzerlik ve paralellik yoktur. Çünkü

Hıristiyanlık, çeşitli tarihî ârızalar ve kazalar dolayısıyla ana kaynaklarını yitirmiş, evrensel ve ilâhî tevhid akidesinden sapmış, teslis

(üç uknumda bir Tanrı)

inancına

saplanmış; Hazret-i İsâ’nın getirdiği dinden ayrılmış,

Pavlov’un icad ettiği bir doktrindi.

İslâm için, ana ve temel kaynakları yitirmiş olmak, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm’ın getirmiş olduğu talimattan, teori ve doktrinden uzaklaşmış bulunmak gibi bir problem olmamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm gönderildiği gibi elimizdedir.

Peygamberimizin binlerce sahih hadîsi elimizdedir.

Ondört asırlık İslâm tarihinde

Ehl-i Sünnet ve Cemat anacaddesinde

hiçbir kopukluk, kesiklik olmamıştır. Bizim dinî bilgilerimiz sahih isnadlarla ve ucu Hazret-i Peygamber’e dayanan silsilelerle asla, temele, öze ulaşmaktadır.

Celal Bayar

‘a isnad edilen önemli bir söz vardır. Hazret bir gün Çankaya’da özel bir yemek esnasında, din meselesini kasdederek

“Biz bu işi mihrabtan halledeceğiz!”

cümlesini ağzından kaçırmıştır.

Bazı çevreler ve mihraklar istedikleri, işlerine gelen

yeni, ılımlı, sulandırılmış, reforme edilmiş, kendi anladıkları lâikliğe uydurulmuş yeni bir İslâm türetmek istiyor.

Akyol benim için

“En geleneksel İslâm’ı temsil eden Şevket Eygi’dir…”

buyurmuş. Böyle bir iltifat cümlesinden ve hükmünden dolayı iftihar etmemek, şeref duymamak mümkün değildir. Teşekkür ederim ama benim böyle büyük rütbelere, temsilciliklere liyakatim yoktur; sadece nâçiz bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım, başka bir iddiam yoktur.

“Türk toplumu tarafından talep edilirlik…”

meselesine gelince: Talep kelimesinden

benimsenmek ve destek görmek mânâsı

çıkartılıyorsa

, şunu kesinlikle söyleyebilirim ki,

Türkiye Müslümanları dinde reform ve yenilik hareketini asla kütlevî şekilde desteklemez ve benimsemezler.

Ülkemizde hakim olan zihniyet ve kültür -maalesef-

kırsal kesim, gecekondu, şifahî olduğu için

reform ve yenilik hareketinin

içyüzü tabana bütün açıklığı ve çıplaklığı ile anlatılmamaktadır.

Yoksa, reform ve yenilik cereyanının balonunu

birkaç milyon basılacak birkaç çeşit broşürle patlatıp söndürmek mümkündür.

İleride bu hizmetin yapılacağına inanıyorum.

İslâm dinini ve Muhammed Ümmetini birtakım oryantalist zihniyetli ilâhiyatçılar temsil etmezler.

İslâm tarihinde bugünkü mánâsıyla bir ilâhiyatçı sınıfı olmamıştır. Onlar, medreseler kapatılmış olduğu için, bizzarure ve bilmecburiye eski ulemanın yerini tutmak için bu devirde zuhur etmişlerdir. Bir kısmı itikad, fıkıh ve amelde klâsik, geleneksel, kopuksuz Ehl-iSünnet ve Cemaat çizgisine bağlı kalmış; bir kısmı ise

reform, yenilik, tarihsellik, dinlerarası diyalog ve hoşgörü, telfik

gibi çıkmaz sokaklara sapmıştır.

Doğru yolda olanlara selâm ve hürmetler ederim ama ötekileri benimsemiyorum ve kendilerini dinimin ve ümmetimin temsilcileri olarak görmüyorum ve kabul etmiyorum.

Türk toplumu yakın tarihte kasıtlı, planlı, programlı olarak bozulmak; aslî kimliğinden, kültüründen, kişiliğinden, kendi medeniyetinden uzaklaştırılmak, yabancılaştırılmak istenmiştir.

Bir İmam-ı Kebir’leri yok, medreseleri yok, kendi eğitim sistemleri yok, gönülleri terbiye eden, olgun Müslüman yetiştiren tasavvufî müesseseleri yok.

Dinî alanda büyük yozlaşma, erozyon, tahribat olmuştur.

Böyle bir ortamda bir kısım Müslümanların bir müddet için reformcu ve yenilikçilere destek vermesini tabiî karşılamak gerekir.

Ancak büyük çoğunluk, Peygamber’in tabiriyle sevad-ı azam olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat anacaddesindedir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Reform, yenilik, telfik, tarihsellik

(Fazlurrahman),

diyalog ve hoşgörü taraftarlarının dinî konulardaki hatâ ve gaflarını anlamak ve onlardan uzak durmak için din alimi olmak gerekmez.

Bu hatalardan birkaçını sayayım:

1. Ünlü bir reformcu,

sahte Peygamber Reşad Halife

için

merhum

deyip duruyor.

Reşad Halife açıkça peygamberliğini ilan etmiş, hazırladığı İngilizce Kur’ân tercümesinde birçok yerine parantez içinde

(Rashad)

kelimesini koymuştur.

Bu adam, namaz kılarken

salavat getiren Müslümanlara müşrik damgasını basmıştır.

Böyle bir adama merhum denilir mi? Hİçbir Müslüman demez.

Sadece reformcu der.

2.

Reformcular, Kur’ân’daki ve Sünnet’teki kesin hükümlerin bir kısmının

“tarihsel”

olduğunu iddia ediyorlar.

Yani o âyetlerin, o hükümlerin bugün geçerliliği kalmamış, onlar gönderildikleri çağa aitmiş…

Böyle bir iddiayı hangi sağduyulu Müslüman kabul edebilir?

3. Bir kısım reformcu ve yenilikçiler

İranlı Ali Şeriatî’yi büyük İslâm düşünürü, büyük mücahid, büyük önder olarak kabul ediyor.

Bu adam,

İslâm-şinasî

adlı kitabında

“Allah gerçek bir Janus’tur”

diyerek,

Yüce Rabbimizi iki yüzlü bir Roma putuna teşbih etmekte, benzetmektedir. Bu kadar fâhiş bir sapıklık olur mu?

4. Yine başka bir reformcu, Müslümanlara mürşid, kılavuz, önder, rehber olarak şu üç kişiyi gösteriyor:

Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza.

Bunların birincisi şiî olduğu halde kendisini sünnî gösteren, İranlı olduğu halde Afganistanlıyım diyen,

Masonluğa intisap etmiş

bir aktivist ve maceraperesttir. Ötekiler de onun yolundan giden tilmizleridir.

İslâm dünyasında imam, rehber, mürşid, kılavuz kalmadı da bunlar mı kaldı?

Her asırda İslâm’ı bozmak, Müslümanları şaşırtmak ve sapıtmak için birtakım hareketler olmuştur.

Vaktiyle

Hindistan’da Ekber Şah

adında zalim ve sapık bir hükümdar;

İslâmî, hıristiyanî, brahmanî hükümlerin karışımından

«Dinî İlâhî»

adında yeni bir din çıkartmış,

bu din için

İbadethâne

denilen mabetler yaptırtmış,

İslâm selamını kaldırıp, onun yerine “Allahu Ekber” şeklinde yeni bir selâm getirmişti.

Sonra ne oldu?

Ekber Şah öldü, dini yıkıldı, Müslümanlık yerinde kaldı.

Türkiye Müslümanlarına reform, yenilik, tarihsellik, Fazlurrahmancılık, Afganîcilik, telfik, ılımlı İslâm, dinlererarası diyalog ve hoşgörü hareketlerinin içyüzlerini; sahih bilgilerle, gerçek belgelerle anlatan küçük, fakat tesirli broşürler sunmak gerekir.

Bunların milyonlarca adet basılması icap eder.

O zaman birkaç sene içinde nice balon sönecek,

halk yığınları dönen ve döndürülen dolapların içyüzünü anlayacaktır.

İslâm’da reform olmaz. Buna hiç kimsenin gücü yetmez.

Allah bu dini Kıyamet’e kadar koruyacaktır.

Kur’ân, Sünnet, icma, sevad-ı azam yolunda yürüyen kendini kurtarmış olur; bu yoldan sapan kendine yazık eder.

30 Ocak 2003