Takunya
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Ben konuşurken o esniyordu, ağzı faraş gibi açılıyordu. Nihayet uyku ile uyanıklık arası bir hale girdi, başı omzuna eğildi, sızdı. Neler mi konuşuyordum? Sanattan, kültürden, mimarlıktan, hukuk tefekküründen, kaliteli adam yetiştirmekten, hüsn-i hattan, zarif giyim kuşamdan, millî kimlikten, güçlü ve üstün olmaktan bahsediyordum. O ise esniyor, uyuyordu. Bu konular belli ki onu hiç ilgilendirmiyor, canını sıkıyordu.
Sonra mevzuu değiştirdim, Japonlar elektronik bir takunya icat etmişler, abdest aldıktan sonra takunyadan
diye bir ses çıkıyormuş, dedim. Birden yerinden fırladı, uykusu ansızın dağıldı, gözleri fal taşı gibi açıldı.
diye bağırmaya başladı. Bana,
dedi. Ben ona konuşan elektronik takunyayı anlatırken pür dikkat, bütün varlığıyla kulak kesilmişti. Bir müddet sonra bu fen harikası, bu kutsal takunyaya karşı olan ilgi ve hassasiyetinden ağlamaya başladı…
O da bir Müslümandı. Namaz kılıyordu. Onun da siyasî tercihi, görüşleri, reçeteleri vardı. O her ay, her yıl avuç avuç para veriyordu bir takım dinî cemaatlere ve teşkilatlara. Lakin ne yazık ki, o konuşan elektronik takunya kafalı ve zihniyetli bir Müslümandı. Ondan ne köy olurdu, ne kasaba.
Hoca efendi mikrofona püf diyormuş, hoparlörden böööh diye gökgürültüsü gibi bir ses çıkıyormuş… Camilere sürülen yaldızlar, takılan flüoresan lambalar, yaptırılan kaloriferler, ışıldaklar, zırıldaklar, fırıldaklar çok önemliymiş… Mâbetlerin yanına lüks ve modern helalar ve şadırvanlar inşa edilmeliymiş… Onun küçük dünyasında sadece bunlar vardı. Dama oynamasını bile bilmezdi ama kendini siyaset satrancının ordinaryüs profesörü sanıyordu. Kendi görüş ve tercihlerini paylaşmayan din ve iman kardeşlerine ver yansın ediyordu. Ucb, gurur, kibir, kendini beğenmişlik içindeydi. Kâmil Müslüman görmek isteyen bana baksın der gibi bir hava içindeydi.
Bu konuşan elektronik takunya kafalı adamın evi, işyeri berbat bir şekilde döşenmiş ve dekore edilmişti. İslâm sanatına, kültürüne, medeniyetine ait tek bir renk, çizgi, şekil, eşya yoktu. Evi elektronik alet ve cihazlarla doluydu. Kocaman bir televizyon, müzik seti, mikro dalga fırın, harar gibi büyük bir buzdolabı, modern ve lüks bir ocak, kurutmalı otomatik çamaşır makinası, bulaşık makinası, en pahalısından video ve kayıt cihazları, kameralar ve daha neler neler… Parası vardı ama aklı, kültürü, sanatı, medeniyeti, gücü, vasfı, üstünlüğü yoktu.
Bunlar islâmî hareketin, hizmet ve faaliyetlerin sırtında ne büyük yüklerdi.