Tarih İstiyoruz!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Şubat 2019
Perşembe
İlmî, tarihî, kültürel gerçekler ilâç gibidir. Türkiye bunlara son derece muhtaçtır; çünkü sosyal yapımız hastadır. Ancak bu gerçekleri verirken çok dikkatli olmak gerekir; dozunda hatâ edilirse büyük sarsıntılara, zelzelelere yol açabilir.
Türkiye’nin tarihî gerçeklere büyük ihtiyacı vardır. Uzun yıllardan beri, gerçek tarihten başka bir tarih öğretilmiştir. Artık gerçek tarih araştırılmalı; tarih üzerinde yapılmış olan spekülasyonlar, manipülasyonlar, tahrifler son bulmalıdır. Elbette tarihin yorumu üzerinde çeşitlilik, farklılık olacaktır. Lakin her hâl ü kârda tarihe namuskâr ve dürüst bir zihniyet ve metodla yaklaşılması şarttır.
Ismarlama tarih olmaz. Tarih imal edilen (üretilen) bir şey değildir. Tarih sağlam ve gerçek belgelere, bilgilere dayanmalıdır. Yorumlar farklı olabilir ama tarihin gerçek ve ciddî bir tarih olması için birtakım zarurî şartlar vardır ki, onlar kesinlikle gözardı edilmemelidir:
A. Birincisi belgeler arasında seçim ve ayıklama yapılmayacaktır. İşine gelen veya gelmeyen lehte ve aleyhte bütün belgeler ele alınacaktır. Büyük İslâm tarihçileri böyle yapmıştır. Onlar, İslâm’ın ve Müslümanların aleyhinde kullanılabilecek vak’aları, belgeleri de zikretmişlerdir.
B. İşine gelmeyen bazı belgeleri ve bilgileri meskutün anh geçmek (sükutla örtmek, zikr etmemek) tarihe ihanettir.
C. Belgeleri ve bilgileri tahrif etmek, çarpıtmak tarihçiye yakışmaz. Böyle yapan tarihçiler tarihçi değil, tarihçi müsveddesi ve karikatürü, tarih o……. dur.
Ç. Tarihçi hem savcı, hem hakim, hem de cellat rollerinin üçünü birden üzerine almamalıdır. Elbetteki, büyük ve vasıflı bir tarihçi bir nevi savcıdır; toplumun, ülkenin, milletin, insanlığın savcısı… Böyle bir tarihçi olabilmek için aynı zamanda büyük fikir adamı olmak gerekir. Büyük ve iyi tarihçi hem savcı, hem de avukattır.
D. Tarihçi âdil olmak zorundadır. Dosyasına konuyla ilgili bütün belgeleri, şahadetleri, bilgileri koyacak; bunların tarih mantığı ve tefsiri ile incelemesini, tartışmasını yapacak ve sonra hüküm çıkartacaktır.
Para mukabilinde ısmarlama tarih yazılmaz. Bir rejimi, bir sistemi, bir ideolojiyi, bir diktatörü, bir kliği müdafaa etmek, pohpohlamak, yaldızlamak için yazılan tarihler yüz karası tarihlerdir.
Tarihçi gerektiğinde muhalif olmaya mecburdur. Çünkü işlediği konunun yanlış, bozuk tarafları vardır, bunları mutlaka ele alması, dile getirmesi gerekir. Sükutla geçiştirirse tarihçi değildir.
Müslüman bir tarihçi sadece Peygamberi ve O’nun Sahabe-i güzinini tenkit etmez. Çünkü böyle bir şey gerçeğe ve imanına ters düşer. Zaten, gayr-i müslim tarihçiler ve oryantalistler aleyhte bulunmaktadır. Müslüman tarihçinin vazifesi, din ve gerçek adına onlara cevap vermek, onları ilmin ve gerçeklerin ışığında çürütmektir.
Devlet, millet ve ülke olarak Türkiye’ye en büyük kötülüğü kalemlerini, vicdanlarını kiralayan veya satan sahte tarihçiler vermiştir. Tarih şarlatanlık, demagoji, yetersizlik, cahillik kabul etmez. Çalakalem, daha önce yazılmışları aktararak rastgele tarih yazılamaz.
Bu ülkenin, bu milletin, bu devletin yakın çağ tarihine ait onbinlerce kitap, risale, makale, dergi ve gazetenin yurda sokulması bakanlar kurulu kararıyla yasaklanmıştır. Tarihçi bu yasak ve tabu belgeleri, bilgileri, iddiaları görmeden tarih yazamaz. Artık bu yasak kaldırılmalıdır. Yakın tarihimizde birçok tarihî bilgiler, belgeler, arşiv vesikaları imha edilmiştir. Böyle bir yok etme tarihe karşı işlenmiş bir cinayettir.
Profesör Scholem, Sabatay Sevi hakkındaki büyük araştırmasında, Türk devlet arşivindeki sahte Mesih ile ilgili dosyaların eksik olduğunu yazıyor. Bu dosyalar nereye gitmiştir? Büsbütün yok mu edilmişlerdir, yoksa karanlık yerlerde mi saklanıyorlar?
Halide Edip Adıvar, “Türkiye’de Şark Garp ve Amerikan Tesirleri” adlı kitabında, bizde tarihe ve lisana yapılan müdahalelerin, Hitler Almanyasında ve Stalin Rusyasında yapılanlardan daha fazla olduğunu yazıyor ki, bu iddia gerçeğin yüzde yüz ifadesidir. Sun’î (yapay), uyduruk, mitolojik, gerçekdışı bir tarihin bu devlete, bu ülkeye, bu millete hiçbir faydası yoktur. Aksine büyük zararı vardır.
Tarihe hizmet etmenin tek çaresi büyük tarihçiler yetiştirmektir. Türkiye gibi bir ülkede en az beş altı dili, belge okuyacak ve onları yorumlayacak kadar bilmeden tarihçi olmak mümkün değildir. Türkiyeli bir tarihçi mükemmel Osmanlıca, Arapça, Farsça bilmelidir. Fransızca, İngilizce, Almanca da bilmelidir… Grekçe, İtalyanca, Rusça bilmeden bizim tarihimizi ilgilendiren kaynaklara, bilgilere ulaşmak mümkün müdür? Bu kadar dili öğrenmeye bir Türk’ün kapasitesi yetmeyeceği için yeni yetişecek tarihçilerimiz ekip halinde çalışmalıdır.
Batı ülkelerinin gizli arşivleri aradan elli yıl geçtikten sonra araştırıcılara açılmaktadır. İngiliz, Fransız, Amerikan, Rus ve diğer ülke arşivlerinde bizim tarihimizle ilgili binlerce önemli belge, rapor, bilgi bulunmaktadır. Bunların taranması gerekir.
Yakın tarihimizde Sabataycıların, Yahudilerin, Masonların, iki kimliklilerin, Boğaziçi aşiretlerinin, gerçekten dönmüş veya dönmemiş olanların büyük yeri, ağırlığı bulunmaktadır. Lakin bakıyorsunuz, binlerce sayfalık bir yakın tarih kitabında Sabataycı kelimesi bir kere bile geçmiyor. Böyle tarih olmaz… Böyle tarih olmaz olsun!
Bir adamın, kimsenin kökeninin Arnavut, Boşnak, Arap veya Çerkes olduğunu yazmak ve söylemek ırkçılık olmuyor da, Yahudi ve Sabataycı olduğunu belirtmek niçin antisemitizm oluyor? Böyle saçmalık olmaz!
Türkiye’nin tarihe ihtiyacı vardır.Konvansiyonel, ideolojik, özel imalat, ısmarlama tarih bu milleti tatmin etmiyor. Halkımız ve gençliğimiz gerçekleri, aleyhimizde olan taraflarıyla birlikte öğrenmek, bilmek istiyor. Sabataycılar, nomenklatura, egemen azınlıklar istemese de gerçek ve ilmî tarihimiz yazılmalıdır.
Balığın tırmandığı kavak hikayeleriyle dolu mitolojik tarih artık kabak tadı veriyor! 07 Şubat 2003