Perşembe

 

Televizyonları ve basını takip etmediğim için birtakım haberleri aradan bir müddet geçtikten sonra dostlarımdan öğreniyorum. Geçenlerde Yeni Cami Hünkâr Kasrı’ndan çalınan çiniler uluslararası antika pazarına düşmüş. Hükümetin bu işle ilgilenmesi, ülkemizdeki kültür mirasının bir parçası olan bu tarihî sanat eserlerinin yurda tekrar getirilmesi için çalışması isteniyormuş.

Bizde çok kötü bir adet ve alışkanlık vardır: Bir hadise patlak verince önce büyük gürültü ve yaygara kopartırız, birkaç gün, bazen birkaç hafta üzerinde önemle dururuz ve sonra unuturuz, olup bitenlerin üzerine sünger çekeriz. Ülkemizdeki yüz (evet yüz) kadar büyük kötülük, eşkıyalık, hırsızlık, yamukluktan biri de tarihî eser hırsızlığı ve kaçakçılığıdır. Bu konuda yakın tarihimizde neler olmuştur:

1. Bütün yurt sathında kaçak kazılar yapılmış ve bulunan altın ve diğer madenî paralar, heykeller, eşya, her nevi arkeolojik tarihî eser gizlice pazara sürülmüş, bir kısmı ülke dışına gönderilmiştir.

2. Bazı müzelerden on binlerce parça eşya çalınmıştır. Güneydeki vilayet merkezlerinden birinin müzesinden on iki bin (12.000) adet eşya kaybolmuştur. Gazeteler bu hırsızlığı yazmışlar, biraz gürültü etmişler ve sonra iş unutulmuştur. Bu gibi hırsızlıklar sadece bir yerde bir kere olmamıştır.

3. Onbinlerce tarihî eski camilerdeki yüz binlerce, hattâ yekûn olarak milyonun üzerinde tarihî, değerli, sanat kıymeti olan bazısı müzelik halı ve kilim yağmaya uğramıştır.

4. Yine camilerdeki tarihî ve değerli hüsn-i hat levhaları, şamdanlar, ahşap işlemeli kapılar, çiniler de yağmalanmıştır.

5. Padişahlara, devlet büyüklerine, valide sultanlara ve başka şahsiyetlere ait türbelerin bir kısmı da yağmalanmıştır. Bu türbelerdeki el yazması tezhibli kıymetli Mushaflar, kandiller, şamdanlar, halılar, puşideler, hüsn-i hatlar, rahleler ve daha nice kıymetli eşya yerinde yoktur.

6. Maalesef bazı kütüphanelerimizden de hayli değerli kitap çalınmıştır.

7. Yine yakın tarihimizde bazı kütüphanelerdeki eski değerli ciltler “fersudedir” denilerek atılmış, yerlerine taklit ciltler yapılmıştır. Eski fersudeler ne olmuştur acaba?

8. Bazı tarihî eserlerin taklitlerinin yapıldığı ve asıllarının götürüldüğü de rivayetler arasındadır.

Evet; yakın tarihimiz korkunç, dehşet verici akıl almaz vandallıklarla doludur. Bir tarihte Topkapı Sarayı’ndaki Osmanlı Devleti arşivine ait kıymetli kağıtlar balya yapılmış, öküz ve manda arabalarıyla Sirkeci Tren İstasyonu’na gönderilmiş ve oradan da Bulgaristan’a yollanmıştır. Bu tarihî evrak okkası iki buçuk kuruştan Bulgarlara hurda kağıt olarak satılmıştır.

Saraylardan, tarihî köşklerden çalınan, aslı alınıp yerine sahtesi konulan eşyalar hakkında da bir yığın rivayet ve söylenti bulunmaktadır.

İstanbul’da, surların hemen dışında Yenikapı Mevlevihanesi bulunmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu binayı antika tarihî eşya deposu olarak kullanıyordu. Burası da defalarca soyulmuş, talan edilmiş, en sonunda parmak izleri ve hırsızları ele verecek delillerin yok edilmesi maksadıyla kundaklanarak yakılmıştır.

Yakın tarihimizde cereyan etmiş çok üzücü, çok kahredici bir kötülük de ecdadımızdan bize miras kalmış olan ve satılmaları hukuka, ahlâka, insan haklarına, millî menfaatlerimize tamamen aykırı bulunan binlerce caminin, mescidin, tekke ve zaviyenin, medresenin ve diğer vakıf binaların ve gayr-i menkullerin haraç mezat satılmış olmasıdır. Bu konuda “Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı” adıyla bir kitap hazırladım. Bir iki hafta içinde basılacaktır.

Yıllardan beri ülkemizde bir yazma Kur’an ticaretidir gidiyor. Eski Müslümanlar, eski Türkler edebli ve dindar kişilerdi. Kur’an-ı Kerim kutsal olduğu için, Mushaf satışlarında fiyatı denmez, hediyesi denilirdi. Para hırsı bir kısım insanlarımızı o hale getirmiştir ki, sadece evlerdeki yazma ve tezhibli Mushaflar değil; camilerdeki, türbelerdeki, müzelerdeki, kütüphanelerdeki kıymetli Mushafların bir kısmı çalınmış ve satılmıştır. Zaman zaman bu konuda medyada haberler de çıkar. Ancak medyamız da bu gibi kültür ve sanat konularında cahildir. On yıl önce Amasya’daki resmî bir kütüphaneden çalınan Hâfız Osman hattı Mushaf için bir gazetemizin “Üçüncü Halife Hazret-i Osman tarafından yazılmış Kur’an çalındı…” diye başlık attığını hatırlıyorum.

Korkunç, iğrenç, dehşet ve korku verici bir ortam içinde yaşıyoruz. Para tek değer olmuştur. Para; din, iman olmuştur. Para milyonlarca insanın putu olmuştur. İnsanı insan yapan, insanı medenî yapan, insanı Müslüman yapan nice hayatî ve zarurî değerler unutulmuştur. İki yüz elli milyar dolar iç ve dış borca batırılmış bulunan şu Türkiye’de iki yüz milyar dolar kara, haram, kirli, necis para olduğu söyleniyor. Böyle bir çürüme, dejenerelik, kokuşma içinde elbette tarihî eserler de yağmaya uğrar.

Neler duyuyoruz… Sahte biletler bastırılıyor… Turnikeler kasden bozuluyor ve yolsuzluk yapılıyor… İhalelerden peşinen yüzde on komisyon alınıyor… İstanbul’un etrafındaki ormanlar, çalılıklar, devlet arazileri yağmalanıyor… Kıyılarımızda deniz diplerindeki batıklar bile yağmaya uğruyor…

Şu herifin maaşı belli, geliri bellidir. Peki bu mendebur bunca serveti, bunca mülkü, bunca milyon doları nasıl elde etmiştir? Ona “Bu serveti nereden buldun?” diye soracak bir kanun, bir makam yok mudur? Bazıları “Efendim sermayeyi ürkütmeyelim, nereden buldun demeyelim…” şeklinde konuşuyor. Bu kafayla diğer suçlulara; katillere, küçük hırsızlara da hesap sormasınlar. Çünkü zavallılar ürkerler…

Tarihî eser hırsızlığı, kaçakçılığı konusunda bilgisi olan birkaç kişinin büyük kitaplar, raporlar yazmaları gerekiyor. Suçlular adalete verilemiyor, cezaevine konulamıyor, gayr-i meşru servetleri ellerinden alınamıyor, bari tarih önünde millet huzurunda teşhir edilsinler, rezil edilsinler. İsimleri açıkça verilemese bile millet acı gerçekleri bilsin; ahlâksızlık ve vandallık tarihe tescil edilsin.

Yangınlar her zaman dumanlı, alevli, ateşli olmaz… Zelzeleler her zaman binaları ve şehirleri yıkmaz… Kasırgalar her zaman şiddetli rüzgarlar şeklinde önüne geleni silip süpürmez… Mecazî mânada yangınlar, zelzeleler, kasırgalar vardır. Türkiye böyle yangınlar, zelzeleler, kasırgalar içindedir. Ama bizim haberimiz yok, umurumuzda bile değil. 18 Nisan 2003