Cumartesi

İmralı’da Adnan Menderes’i asmışlardı. Ülkenin meşru başbakanının cesedi bir müddet sonra ipten indirilmiş, yerde bir külçe gibi duruyordu. Daha sonra Telefoncu Ayten ile maceraları ayyuka çıkacak olan bir ilgili, şehidin cansız vücuduna bakarak, “Bu…. bir kere asmak yetmez, bin kere asmalı” demişti. Bir başka adam da cesedi ayağıyla itmişti. Bu adamın çocukları bilahare Rum çeteciler tarafından öldürülmüş, cesetleri bir banyo teknesine konulmuştu.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu asılmadan önce, “Mason olsaydım beni asmazlardı” gibisinden bir laf etmişti. Annesi Güzide Zorlu, oğlunun idamından sonra uzun yıllar yaşamıştı, her gün ölüp ölüp dirilerek.

Asılan diğer bakan, Maliye bakanı Hasan Polatkan ölümünden önce kendini kaybetmiş, idam sehpasına sürüklenerek götürülmüştü. Yaşlı annesi Eskişehir’de yaşıyordu. Zavallı kadıncağıza oğlunun ipe çekilerek öldürüldüğünü söyleyememişler,

“Oğlunuz Pakistan’a sürüldü”

diye bir yalan uydurmuşlar, zavallıcık ölünceye kadar bu yalanın tesellisi ile avunmuştu.

Sultanahmet Cezaevinde yattığım sırada orada,

(aradan kırk seneye yakın bir zaman geçti)

ismini

İbrahim Sultanpeşendî

olarak hatırladığım İran Azerbaycan’ından bir mahkûm vardı.

Adnan Menderes ve arkadaşları asılırken İmralı’da imiş.

Mahkûmları adanın öbür tarafına göndermişler,

İbrahim’i, çaycılık yaptığı için alıkoymuşlar.

Bu adamcağız o faciaları hep görmüştü. Menderes asılmadan önce hava birdenbire kararmış, gökten bir kuş sürüsü geçiyormuş. Kuşlar birden yere doğru hızla alçalmışlar, canhıraş sesler çıkarmışlar. Darbecilerin

“Sakıt ve sabık başvekil”

dedikleri eski başbakan boynuna yağlı ilmik geçirilince

“Allah”

diye yüksek sesle haykırmış.

Celal Bayar’ı da elleri arkasından bağlı olarak İmralı’ya getirmişler. Adam yaşlı, küçük su dökmek ihtiyacı onu iyice sıkıştırmış. Elleri serbest değil ki, bu ihtiyacın görebilsin. Oradaki bir mahkûma, “Siz benim evladım yaşındasınız, çok sıkıştım, ne olur pantolunumu çözün de ihtiyacımı göreyim” diye rica etmiş.

Koskoca bir cumhurbaşkanı bu hallere düşmüştü.

Üstad Profesör Osman Turan

bey de,

Demokrat Parti milletvekili

olduğu için Yassıda’ya tıkılanlar içindeydi. Bir gün ada kumandanı ona kızmış ve

Bizans’tan kalma, içi insanın dizine kadar gelen pis bir suyla dolu mahzene attırmış.

Nice zaman orada çile doldurduktan sonra çıkartılmış. Yakın tarihimiz

facialarla, yüzkızartıcı işkencelerle, zulümlerle

doludur.

60’lı yıllardaydı. Bergama’da bir Nurcu beraat etmiş, elkonulan kitaplarının kendisine iade edilmesine mahkemece karar verilmişti.

Zavallı Müslüman kitaplarını almak için gitmiş, bir yumruk yemiş ve orada yere yığılıp can vermişti.

Allah rahmet eylesin.

20’li yıllarda ulemadan İskilipli Âtıf Efendi’nin idamı ne korkunç bir cinayettir.

Âtıf Hoca, şapka kanunun çıkmazdan önce küçük bir risale yayınlamıştı. Ceza kanunları makable şâmil olmaz, buna rağmen kendisinin idamına karar çıkmıştı zalim İstiklâl Mahkemesi’nden. Onu da, Ankara’da, Millet Meclisi’ne yakın bir yerde sabah ezanı okunurken asıvermişlerdi. Sehpada can çekişirken ezana icab ettiği söylenir.

Sadece Müslümanlara zulmetmediler.

Komünist önderlerini de, başta

Mustafa Subhi Yoldaş

olmak üzere Karadeniz’in karanlık sularına atarak boğdular. Romancı Sabahaddin Ali’yi,

“Seni Bulgaristan’a kaçıracağız”

diyerek kandırarak Trakya’da ıssız bir yerde öldürdüler.

Trabzon mebusu büyük vatansever, gerçek kahraman Ali Şükrü beyi Topal Osman’a kancıkça öldürttüler,

sonra da Topal Osman’ı temizlediler.

Dersim isyanında onbinlerce sivil halkı Zeylan deresine doldurup yukarıdan ateş ederek kırdılar.

1944’te İstanbul’da tabutluk işkenceleri yaşanmıştı.

Milliyetçileri, türkçüleri yakalamışlar ve akla hayale gelmeyen eziyetler etmişlerdi.

Varlık Vergisi

diye

karakuşî bir vergi

toplamışlar;

Ermeni, Rum, Yahudi azınlıkların canını çıkartmışlardı.

Selanik Dönmelerinin isimlerinin yanına da

(D)

işaretini koymuşlardı. Nice süper zengin o zulüm vergisini ödeyememiş,

Aşkale’ye taş kırmaya gönderilmişti

. Çok zengin bir Ermeni’nin bütün servetini almışlar, adamcığız, kendi kurduğu imaretin çorbasına içmeye mecbur kalmış diye duymuştuk.

Doğu’da Özalp’te otuz üç vatandaş, sorgusuz sualsiz, mahkemesiz kurşuna dizilmişti.

1946 seçimlerinde oylarını korudukları için Arslanköy ve Senirkent halkı kadın, ihtiyar zincire vurularak eziyete ve baskıya mâruz kalmıştı.

İkinci dünya savaşından sonra Batı sınırından Türkiye’yi iltica eden arkadaşlarımız apar topar yakalanmış, doğu sınırında Ruslara teslim edilmiş, orada makinalı tüfenk kurşunlarıyla şehid edilmişlerdi.

1950’den önce Ezan-ı Muhammedî okumak yasaktı.

Bir kere birkaç Müslüman, Millet Meclisi’nin dinleyiciler locasında ezan okudukları için yakalanmışlar, emniyette saatlerce döğülmüşlerdi.

Ankara’da Hacı Bayram camii’nde bazen cemaat içindeki bağrı yanık bir Müslüman ezan okurdu.

Namazdan sonra zavallı mü’min alınır götürülür,

eşek sudan gelinceye kadar döğülürdü.

Öyle ya suçu pek büyüktü. Hangi cesaretle

Allah-u Ekber

demişti.

Bursa’da Ulucami’de bir Müslüman Arapça ezan okuduğu için yer yerinden oynamış, gazeteler

“İrtica hortladı”

manşetleri atmışlar, dehşetli zulümler ve işkenceler yapılmıştı.

27 Mayıs’tan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuk Kürsüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil

tutuklanmış, yerin altındaki hücrelerden birine konmuştu.

Bir müddet orada çile doldurduktan sonra da nisbeten daha serbest bir cezaevine çıkartılmış. Ziyaretine giderdik…

Evet

yakın tarihimiz kan, vahşet, zulüm, işkence, haksızlık baskı, faşistlik, merhametsizlik facialarıyla doludur.

O kadar büyük bir ah birikimi var ki, bunları telafi edecek büyük hayırlar, hasenatlar, tevbeler, pişmanlıklar olmadıkça uğursuzlukların, şeametlerin, felaketlerin, âfetlerin sonu gelmez.

Bazı zekâ özürlüler yaralar sarılacak, kötü günler geçecek, her şey düzelecek diye ümid ediyorlar.

Ülkenin düzelmesi, milletin huzura kavuşması, devletin selameti o kadar ucuz ve kolay mı zannediyorlar?

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra

Rusya’da bile eski haksızlıklar dile getirildi, nice tarihî şahsiyet temize çıkartıldı, itibarları iade edildi.

Ekaterinburg’ta kızıl cellatlar tarafından öldürülüp cesetleri kuyulara atılan

Çar ailesinin bile kemikleri bulundu, kendilerine mezar yapıldı.

Lenin’in Kızılmeydan’daki anıt-mezarının da kaldırılması

, cam tabut içindeki mumyasının toprağa gömülmesi yolunda istekler ve çalışmalar var.

Müslümanlar! İşler kolay düzelmez, bu dünya bozula bozula menzil-i maksuduna doğru yol alır.

Belâ ve musibetin biri gider, biri gelir.

Sizin din sömürücülerine, arivistlere, ucuz kurtarıcılara, demagoglara, soytarılara, şarlatanlara, mukaddesat bezirganlarına sakın aldanmayın.

İbadet, taat, hayr u hasenat, tevbe istiğfar, sabır ve teyakkuz, zikr u tesbih, havf ve reca üzere olun. Allah bugünleri aratmasın. 06 Şubat 2000