Tarihin en ahlâksız papası 6’ncı Aleksandr
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Salı
kızı Lükres ve oğulları ile ilgili Fransızca bir kitabı okuyup bitirdim (Les Borgia, J. Lucas, Dubreon, Paris 1952, Athéme Fayard). Esasa geçmeden önce kitabın arka kapağındaki tarihî eserler kataloğunda dikkatimi çeken bir hususu beyan etmek isterim. Jacques Bainville’in
adlı kitabının 512 baskısı yapılmış. Daniel Rops’un
kitabı 448 kere basılmış, André Maurois’nın
292 kere… Bunlar 1952’nin rakamları. Bizde birkaç yüz baskı yapan kitap var mıdır?
Gelelim Borjiya’lara. Bu zatın bizim tarihimizle de yakın alâkası vardır. Çünkü Şehzade Cem, Rodos Şovalyeleri’ne sığındıktan sonra bu Papa’ya satılmıştır.
Katolik Kilisesi’nin başına geçen, Papalık Devleti’nin hükümdarı olan İspanyol asıllı bu zatın hayatını okurken bir lâğım nehrinde seyahat ediyorum hissine kapıldım. Papalık makamına, seçici kardinallere para vererek gelmiş. Metresinden çocukları olmuş. Vatikan Sarayı’nı geneleve çevirmiş. Yapmadığı ahlâksızlık, kepazelik, rezillik kalmamış. Kızını da kullandığı iddia ediliyor.
O tarihte 100 bin kişilik Roma’da 10 bin fahişe varmış. Venedik’te ise 11 bin fahişe bulunuyormuş.
Kilisenin yüksek rütbeli papazları olan kardinallerin de çoğu Papa gibiymiş. Haram para, fuhuş, din ticareti, ahlâksızlığın her türlüsü gırla gidiyormuş. Zehirle adam öldürmek yaygınmış. Papa’nın oğlu Sezar ile kızı Lükres’in hayatları da dillere destan.
O devirde (15’inci asrın sonları) bütün İtalya Türk korkusu ile titriyormuş. Şehzade Cem’in Papa’nın eline düşmüş olması Osmanlı’nın hızını kesmiş. O devirde İtalya’da o kadar karışıklık, parçalanmışlık, fitne fesat, ahlâksızlık varmış ki, Venediklilerinki ile başedebilecek iyi bir donanma olsaymış, yarımada kolaylıkla ele geçirilebilirmiş.
İslâm dininde âlim vardır, şeyh vardır, mürşid-i kâmil vardır; müderris, fakih, kadı, nâib, şeyhülislâm, kadiülkuzzat gibi makamlar, mevkiler, rütbeler vardır. Lakin zamanımızdaki gibi kontrolsuz, icazetsiz, kendine buyruk “CEMAAT BAŞKANI” gibi bir makam, mevki ve rütbe yoktur.
Eskiden din âlimi ve hocası olmak için icâzet lâzımdı.
Tarikat şeyhi olmak için icâzet lâzımdı.
Hiç kimse hod be hod kendini âlim, şeyh, mürşid ilân edemezdi.
Medreseler kontrol altındaydı.
Tarikatler, tekkeler kontrol altındaydı.
Osmanlı Şeyhülislamlık (Meşihat) dairesinde “Meclis-i Meşâyih” denilen bir büro vardı, tarikatları ve tasavvuf hayatını onlar kontrol ederdi.
Hiçbir medrese âlimi kendi re’y, heva ve kafasına göre dinde reform ve yenilik yapmaya yeltenemezdi.
Hele kaçığın veya sahtekârın biri kendini Mehdi ilân etmeye kalksın. Onu doğduğuna doğacağına pişman ederdi. Hattâ idam bile edilebilirdi.
Zırzopun biri zuhur edecek ve “Ey Müslümanlar! Sizin inandığınız ilmihal dini bozuktur. Ben Kitabullah Müslümanlığı çıkarttım. Peygamber bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir, siz benim peşimden geliniz…” gibi lâflar edecek, eskiden böyle bir şey mümkün müydü?
Medreseler yıkıldıktan sonra uzun bir fetret ve boşluk oldu. Sonra İlahiyat Fakülteleri açıldı. Bunlardan iki sınıf hoca çıktı:
Birinci sınıf sâlihler zümresidir. Onlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığına bağlı kaldılar, eski medreselerin çizgisinde yol aldılar. Allah kendilerinden râzı olsun. Onlara çok hürmet ediyoruz, hayır duada bulunuyoruz.
İkinci sınıf müfsidler (ifsad ediciler, dinde fesat çıkarıcılar) tâifesidir. Yapmadıkları tahribat kalmamıştır.Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik, light İslâm, ılımlı İslâm, dinsizlerin istediği İslâm…
19’uncu asırda, kapalı olmayan, fakat ehliyetli müctehid kalmadığı için kullanılmayan ictihad kapısını Farmason Cemaleddin Afganî sonuna kadar açmış ve çok kötü bir cereyan başlatmıştır. Mutlak müctehidlik, ilmî rütbelerin en büyüğüdür. Bir âlimin müctehid olması, ictihad yapabilmesi için 100 bin hadîs-i şerifi (varyantlarıyla birlikte) bilmesi gerekir. Zamanımızda Arapça bilmeyen, elifi görse mertek sanan birtakım cühelâ utanmadan, arlanmadan ictihad yapıyor, uyarıldıkları zaman da “Ebû Hanife de benim gibi bir insandı, o yapmış da ben niçin yapamayacakmışım?..” diye küstahça cevaplar veriyor.
Hayızlı kadınların namaz kılması, oruç tutması, Kur’ân’ı eline alması doğru değilken bizim naylon müctehidler “Olur olur biz fetvasını verdik…” diyorlar.
Ya Rabbi ne ictihadlar yapıldı, ne fetvalar verildi…
Adamlar “Allah üçtür, İsa O’nun oğludur…” diyorlar, bizimkiler onları da Cennete sokuyor.
Adamlar “Hazret-i Muhammed -hâşâ- yalancıdır, Kur’ân düzmecedir, İslâm bozuk dindir” diyorlar bizimkiler onları da ebedî mutluluk diyarına sokuyorlar.
Velhasıl icazetsiz yalancı hocaların yemediği halt kalmadı.
Bir de, eskiden hiç olmayan “Dinî cemaat başkanlığı” zuhur etti. İslâm’da cemaat başkanlığı diye bir şey var mıdır?
Cemaat başkanlığı diye ilmî ve tasavvufî bir rütbe, makam, mevki yoktur.
“Evvel yoğ idi bu iş yeni çıktı…”
Kesin konuşuyorum:
Kur’ân’a, Sünnete, fıkha, Şeriata, ahkam-ı islâmiyeye, ilmihal kitaplarına aykırı hiçbir bilgiyi, hükmü, fetvayı, ruhsatı kabul etmiyoruz.
İslâm tek hak dindir. Peygamberimize iman etmeyen, O’na yalancı diyen bir kimse asla ehl-i cennet ve ehl-i necat olamaz.
Bazı bozukların iddia ettiği gibi üç ibrahimî din yoktur, bir tek ibrahimî din vardır o da İslâm’dır.
İslâm düşmanlarını dost ve veli edinenler sapıktır.
Kur’ân’la sâbittir ki, İslâm dini, usûl (temeller, asıllar) itibarıyla Hazret-i Adem’den beri tek hak dindir. Allah İslâm’dan başka din kabul etmez.
Haddini bilen, Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisinde yürüyen cemaat başkanlarına hürmet ederiz. Lâkin kendini mehdi, müctehid, yegâne-i cihan, ben her istediğimi yaparım, beni doğru da olsa tenkit edenler zındıktır diyen cemaat başkanlarını dışlıyorum. Onlar gerçek ulemanın, gerçek fakihlerin, gerçek müftilerin ayaklarının tozu bile olamazlar.
Müslümanlar!.. İslâm dininde yeri ve rütbesi olmayan bozukların peşinden giderek, onları destekleyerek hem kendinizi yakmayınız, hem dininizi yıkmayınız. 24 Ocak 2007