Muhterem kardeşim… Selamdan sonra…

Târik,

kökü Arapça olan ve zengin Türkçede kullanılan bir kelimedir.

Terk eden, terk etmiş mânasınadır.

İslâmın en büyük farzı olan

beş vakit namazı terk edenler

, büyük günaha girmiş olur.

Şeriat ve fıkıh, farz namazların, hür ve mukim Müslüman erkekler tarafından cemaatle kılınmasını emr etmektedir.

Namazı kılıyor ama tek başına

(münferiden)

kılıyor, cemaati özürsüz olduğu halde terk ettiği için yine günahkârdır. Cemaate katılmamak konusunda

Şeriat yirmi kadar meşru özür kabul etmektedir.

Hastalık, şu iki şartla geçerli bir özürdür: Cemaate gittiği takdirde hastalığı ya uzayacak, yahut şiddetlenecektir. Biraz başım ağrıyor, cemaate katılmasam da olur gibi özürler geçerli değildir.

Osmanlılar, kuruluş, yükseliş, hattâ gerileme devirlerinde beş vakit namaza çok önem vermişlerdir.

Bu devirde, namazın farz olduğunu bilen çoktur ama

cemaatin, farza yakın bir vazife olduğunu bilenler azdır.

Çünkü

Diyanet bu konuda halkı yeterli miktarda uyarmamakta, bilgilendirmemektedir.

Beş vakit namazı

kadınların evlerinde kılmaları yeğdir=efdaldir.

Diyanete sızmış Feministlerin, erkekleri bırakıp camileri kadınlarla doldurma faaliyetleri ve projesi, Ehl-i Sünnete aykırı pek kötü bir bid’attir.

Camilerde kadınların bölümünü ayıran

kafes ve perdeleri kaldırmak da bid’attir.

Galatasaray lisesi, bugünkü şekliyle 1868’de kurulmuştur. Batıya açılan pencere olan bu lisede taaa 1912 yılına kadar bütün Müslüman öğrencilerin, vakit namazlarını okulun 600 kişi alan camiinde, okulun resmî imamının ardında cemaatle kılmaları mecburî idi. Bu mecburiyet 1912’de kaldırılmıştır ama cami yine açık kalmış, devletten maaş alan imam yine bulunmuş ve yüzlerce talebe yine namaz kılmaya devam etmiştir.

1924’te son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han hazretleri kovuluncaya kadar.

O tarihte cami kapatılmış, imam kadrosu kaldırılmıştır.

(Gerçek Müslüman olmayan Dönme çocukları abdestsiz namaz kılmış olabilirler ama imanlı Müslüman öğrenciler taharetli olarak namaz kılmışlardır.)

Kur’ân-ı kerim, kötülenen bir kavim için

“Onlar namazı yitirdiler ve şehvetlerine uydular”

buyuruyor.

Gerçek Bektaşilik dahil, bütün tarikatlarda beş vakit namazı kılmak vardır.

Mevlevilikte bilhassa vardır.

Risale-i Nur talebesi

, gerçek bir talebe ise mutlaka namaz kılar. Hem de dikkat ve itina ile kılar. Beş vakit namazı kılmayan bir Nakşî düşünülemez.

Târik-i salat ve târik-i cemaat olmak,

Müslüman için büyük bir kusur, günah ve isyandır.

Eskiden, kadılar, namazı ve cemaati terk edenlerin

şahitliklerini kabul etmezlermiş.

Bu devir Müslümanlarının en büyük hatâsı, eksiği, günahı, isyanı namazı ve cemaati terktir.
Diyanet’in hem beş vakit namaz, hem de farzların cemaatle kılınması konusunda halkı uyarması, aydınlatması, bilgilendirmesi gerekir.

Zamanımızın büyük afetlerinden biri de,

cami imamlığının namaz kıldırma memuru durumuna düşürülmüş olmasıdır.

Cami imamları icazetli alim, fakih, ârif, muttaki, muhlis, muslih karizmatik kimseler olacak ki, halk ezan okununca camilere koşsun.

İskender Paşa Camii şerifi

(imamı)

Muhammed Zahid Kotku hazretleri gerçek bir imamdı

ve halk onu görmek için beş vakitte camiini doldururdu.

Peygamber Efendimiz

(Salat ve selam olsun ona),

“Namaz dinin direğidir. Onu ayakta tutan dinini ayakta tutmuş, onu yıkan dinini yıkmış olur”

buyurmaktadır.

Türkiye Müslümanlarının büyük kısmı namazı, daha büyük kısmı cemaati terk etmiştir.

Bu terk onları helake sürükler.

Bendeniz din hocası değilim.

Bu satırları Müslüman bir gazeteci olarak kaleme alıyorum.

Başta Diyanet hocaları olmak üzere memleketteki bütün gerçek hocaların, alimlerin, fakihlerin namaz ve cemaat konusunda halkı uyarmaları

gerekir. Bu hususta hiçbir ihmal ve gaflet mazur görülemez.

Haddim olmadığı halde henüz namaz kılmayan bütün Müslüman kardeşlerimin hemen başlamalarını acizane tavsiye ediyorum.

Şeytan onları, hele ay başı gelsin de, okullar tatil olsun da gibi geçersiz bahanelerle aldatmaya çalışacaktır, sakın İblise uymasınlar, geciktirmesinler.

Namaz kılmakta olanlar da, sâlih ve ihlaslı imamlar arasınlar ve onların ardında cemaat olsunlar.

Hayırlı olan budur.

(Ezanları hoparlörle 65-70 desibel şiddetinden daha yüksek sesle okuyanlar ezana ve namaza zarar vermektedir… Cuma namazını geciktirenler cemaate eza vermektedir… Camilerde halktan makbuzsuz para toplayanlar ayıp etmektedir… Cami altlarındaki ve avlularındaki bir sürü WC WC WC Men Women One lira levhaları utanç vericidir…)

* (İkinci yazı) Bozuk Besinlerle Soykırım

Bozuk, hileli, boyalı, aromalı, kimyalı, korumalı, yalanlarla dolu reklamlı

sağlıksız ve zehirli gıda maddeleri ve içecekler dolayısıyla

, halkın yarısının, başta

kanser

olmak üzere vahim hastalıklara tutulması kaçınılmazdır.

Devlet, birçok belediye ve resmî kuruluşlar bu konuda vazifelerini yerine getirmemektedir.

Dev firmaların güçlü avukatları, adamları, aracıları vardır ama tüketen halkın yoktur.

Musluk ve menba suları konusunda da

dehşet verici korkunç iddialar bulunmaktadır

Mezbahalarda domuz eti kesimine izin verilmiştir.

Ülkenin batı bölümünde

domuz çiftliklerinin sayısı çoğalmıştır.

Avcıların vurup yol kenarında tenteli kamyonetlerle gelenlere sattıkları yaban domuzları ne olmaktır? Rusyaya ihraç edilen mandalinaların ve domateslerin bir kısmı niçin sınırdan geri çevrilmiştir?

Bazısı dana ve kuzu etinden yapılmış sucuklar.

Fiyatları da pek ucuz.

Et bu kadar pahalı iken, bu sucuklar niçin bu kadar ucuz?

Hormonlu sebzeler ve meyveler…

Unundaki bütün kıymetli ve sağlık verici maddeler ve kepek çıkartılmış beyaz, bembeyaz, en beyaz ekmekler…

Fazla miktarda içildiği takdirde öldüren meşrubat.

(Azı hemen öldürmez, süründürür!)

Genetiği değiştirilmiş mısır, soya fasulyesi, susam…
Amerikadan gemilerle getirilen

domuz iç yağları…


Akıl ermez derecede ucuza satılan o biçim sahte ballar…


Tabağımızdaki zehirler… Hemen öldürmeyen, yavaş yavaş süründüre süründüre öldüren

sağlıksız besinler…

Evet bütün bunlar bir soykırımdır.

Devlet ve belediyeler vazifelerini gereği gibi tastamam yapmamaktadır. Binde bir verilen küçük ve gülünç cezalar caydırıcı değildir. Devletin ve belediyelerin, gıda maddelerinin, meşrubatın,

şişe sularının etiketlerinde yazılı bilgilerin doğru olup olmadığını devamlı şekilde denetlemesi lazımdır.

Hastahanelerin ve doktorların sayısı aritmetik dizi ile çoğalırken, hastaların ve hastalıkların sayısı geometrik dizi ile çoğalıyor.

Halkın benzi soluk… Yemek tabaklarımız boya, aroma, renk, koruyucu madde ve kimya ile dolu.

Uzun vadeli intihar etmek isteyenler devamlı beyaz ekmek yesinler. Boyalı meşrubatla dolu şişedeki sıvıyı çiçek saksısına dökmüşler, çiçek kurumuş.

Medyada

menba suyu bidonlarındaki tehlike ile ilgili haberler

, uyarılar yayınlanır ama

varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kim dinler…

Medenî ülkelerde gıda maddeleri, meşrubat, sular, ekmekler çok sıkı ve devamlı şekilde denetleniyor da bizdeki denetim niçin hamamın namusunu kurtarmak kabilindendir? Halkın sağlığını korumakla vazifeli bakanlıklar, bazı belediyeler büyük vebál altındadır.

Vazifelerini tam yapmayanlar büyük sillelere hazır olsunlar.

(Halka sağlıklı gıda maddesi yediren, sağlıklı meşrubat içiren, hile yapmayan, helalinden para kazanan, tavukları İslâmî usule uygun zebh eden ve tüylerini kuru yolan bütün firmalar, yukarıdaki tenkitlerimin dışındadır. Kendilerine teşekkür ve minnet borçluyuz.)

20.04.2014