Perşembe

 

Bizim halkımız tuttuğunu, futbol kulübü tutar gibi tutuyor. Birtakım Müslümanların tarikatçılığı da böyledir.

Tarikat, tasavvuf ne demektir?Müslümanlığı anlamak, yaşamak, hayata uygulamak; iyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş, iyi aile reisi, iyi âmir, iyi memur, iyi komşu olmak demektir.Herşeyden önce Yaratan’a iyi kul olmak demektir.

Bir tarikata girecek, kolayca ve bedavadan ebedi mutluluğu kazanacak… Ebedî mutluluk bu kadar ucuz ve kolay mıdır?

Herkes “İnsan-ı Kâmil” olamaz ama, çalışan vecehd eden kişi iyi Müslüman ve iyi insan olabilir. Zaten iyi Müslüman, iyi insan demektir. İyi Müslüman olacak da iyi insan olmayacak… Böyle birşey düşünülebilir mi?

Benim tarikatım çok yüksektir… Benim şeyhim çok büyüktür… Şu duayı okuyanın bütün günahları silinir… Şu tesbihatı yapan cenneti hak eder… Muhammed Mustafa Aleyhisselamın bize Allah katından getirdiği İslâm dini böyle mi diyor? Elbette ki, birtakım duaların, ezkârın, evradın faydaları, faziletleri vardır, ancak bunları İslâmî talimatın bütünü içinde mütalaa etmek gerekir.

Bir takım açıkgözler bütün sene bir yığın günah işliyorlar, bin türlü fısk ve fücura bulaşıyorlar, haram yiyorlar; sonra hacca yahut umreye gidiyorlar ve pîr ü pak oluyorlar… Yok canım! Mebrur ve makbul bir haccın, kulun günahlarını affettirmesinin birtakım şartları vardır:

– Üzerinde kul hakkı olmamalıdır.

– İleride hacca gider, affettiririm kuruntusuyla kasıtlı olarak müteammiden günah işlenmemelidir.

Sonra, haccının mebrur ve makbul olacağını nerden biliyor? Bir kere, niyeti kötüdür.

Tarikatlı olmak başka, tarikatçı olmak başka şeydir. Bizde tarikatçı çok tarikatlı azdır.

Tarikata girmek ne demektir?.. Müntesib, derviş, muhib ne demektir?.. Bunları da hakkıyla bilen çok az insan vardır.

Şeriatsız tarikat olmaz. Şeriattan, fıkıhtan, ilmihal talimatından, İslâm’ın zahir hükümlerinden kıl kadar ayrılan bir tarikat bozuktur.

Kişinin muhib veya derviş olması için, zâhirî ve bâtinî taharete dikkat etmesi, beş vakit namazı ve diğer farz ibadetleri yerine getirmesi gerekir.

Adam sözde bir tarikata mensub, lakin ticaret hayatında bir yığın yamukluk yapıyor, bono imzalıyor vadesinde ödemiyor, çek veriyor, karşılıksız çıkıyor, malı şu gün göndereceğim diyor, göndermiyor, kaliteyle ilgili taahhütlerini yerine getirmiyor… Böyle tarikatlı Müslüman olur mu? Bunları yapanlar tarikat ehli değil, sahtekârdır.

Herif tarikata mensub, komşusuna eziyet ediyor.

Âilece pikniğe gidiyor, akşam dönerken piknik yaptığı yeri mezbelelik halinde bırakıyor. Şişeler, gazete kağıtları, naylon torbalar, bir sürü pislik.

Randevusuna yarım saat geç gidiyor, sonra da trafiği bahane ediyor.

Kendisiyle ülfet ve ünsiyet edilmez, asık suratlı bir kimsedir.

Böyle adamlar tarikatlı değil, tarikatçıdır.

Hakiki İslâm tarikatları ulvî, muazzez, yüce, temiz, hürmete layık müesseselerdir. Binaenaleyh hiçbir tarikat ticarethane, finans kurumu gibi çalışamaz. Para, kirli ve kirleten bir vasıtadır; dini, camileri, tarikatları bu kirden bu pislikten uzak bulundurmak gerekir.

Gazete ve televizyon kurulacakmış, hastane işletilecekmiş, fabrika veya holding tesis edilecekmiş, şu veya bu hizmetler yapılacakmış.

Eyvallah. Ancak bütün bunları yapmanın bir usulü, edebi ve erkanı vardır. Bu gibi ticarî, para ve sermaye gerektiren işlerle tarikat doğrudan doğruya meşgul olamaz. Bu gibi hizmet ve faaliyetler dolaylı şekilde yapılmalıdır.

Hakiki şeyhler, kâmil mürşidler kesinlikle para toplamazlar, paralı işlerle meşgul olmazlar. Onlar nuranî bir silsile ile Resûlullah Efendimize bağlıdırlar, o mübarek PeygamberinSünnetinden, metodlarından ayrılmazlar.

Biz Türkiye Müslümanları var oluşumuzu İslâm’a, İslâmî tarikatlara ve tasavvufa borçluyuz. Bu coğrafyanın mânevi fatihleri şeyhler ve dervişlerdir. İstanbul’u Fatih SultanMehmet fethetmiştir ama, o fethin arka planında mürşidi ve şeyhi Akşemseddin Kuddise Sirruh Hazretleri vardır.

Anadolu, Ahmed Yesevî Hazreterinin ve halifelerinin himmetleriyle İslâm yurdu olmuştur. Bin yıldan beri bu topraklarda İslâmiyet büyük ulemanın, büyük şeyhlerin, kamil mürşidlerin; dervişlerin himmet, fütuhat, ruhaniyet ve dualarıyla payidar oluyor.

Tasavvuf ve tarikat bozulursa gümbür gümbür çökeriz.

“Benim şeyhim büyük, öteki şeyhlere aldırma… Benim tarikatım en üstünüdür, öteki tarikatlara kulak asma…” gibi aptalca kuruntu edebiyatları yapanlar tarikatın ve tasavvufun t’sini bile anlamamışlardır.

Müslümanın üstünlüğü takva iledir. Kur’ân böyle söylüyor. Dervişin üstünlüğü takvasıyla ölçülür. Takvanın yanında ilim, irfan, ahlâk, fazilet, yüksek karakter, mürüvvet, hayır hasenat olmalıdır.

Servetiyle övünecek, kibirlenecek; Nemrud ve Firavun gibi lüks ve sefih bir hayat sürecek, saçıp savuracak, esip tozacak sonra da tarikatlı ve derviş olacak. Yok canım!

İslâm’da genel dâvet dinedir. Tarikata genel dâvet olmaz. Önüne geleni tarikata dolduracaksın, bu yanlıştır. Tarikata girmek nasip ve kısmet meselesidir.

Hiçbir hakiki ve ciddi tarikat reklam ve propaganda yapmaz.

Nakşîlik, Kadirîlik, Rufaîlik, Şazelîlik, Mevlevîlik, Cerrahîlik, Halvetîlik, Şabanîlik, Bedevîlik ve diğer tarikatlar hep iman, İslâm, Kur’ân, Sünnet, Şeriat için çalışırlar. Tarikat yoldur, metoddur; gaye değildir.

Gerçekten tarikat ve tasavvuf terbiyesi almış bir insan halinden belli olur. Diliyle bir şey söylemez ama, onun herhali aldığı edeb ve terbiyeyi gösterir.

Osmanlı, üstünlük ve büyüklük devrinde iki kanatla uçarak çok yüksek zirvelere çıkmıştır: Şeriat ve tarikat.27 Şubat 2004