Cumartesi

Türkiye Müslümanlarının mânevî önderlerinden biri de türbesi Şam-ı şerifte bulunan Halid-i Bağdadî hazretleridir. Bu zat bizim büyük velinimetlerimizdendir. Çok sayıda halife yetiştirmiş ve onları İslâm dünyasının her yerine göndererek dine hizmet etmiştir. 19’uncu asrın iki büyük mücahidi, Cezayirli Emir Abdülkadir ile Kafkasyalı Şeyh Şamil hazretleri de bu büyük zattan icazetlidir. O devirde İslâm dünyası emperyalist Avrupa devletlerinin saldırılarına mâruz kalıyor, batılılaşma bahanesiyle dinsizlik hareketi yayılıyordu. Halid-i Bağdadî hazretleri sapıklıklar ve bid’atlerle mücadele etmiş; Müslümanların sahih itikadlı olmaları için çalışmıştır. Bu yüce zat Şeriat’a sımsıkı bağlıydı. Muhammedî ahlâk üzereydi. Dünyaya, dünya malına, paraya, servete asla önem vermezdi.

Türkiye Müslümanları, başlarına gelen felaketler yüzünden câhil kaldılar. Velinimetleri olan din büyüklerini tanımıyorlar. Biz bu vatandaki varlığımızı o büyüklere borçluyuz. Anadolu’nun ve Rumeli’nin asıl fatihleri onlardır.

Bu gibi ulu kişilerin isimlerini anmak, kendilerini sevmek, kabil olursa türbelerini ziyaret edip Fatiha okuyup sevabını onlara hediye etmek bize büyük güç kazandırır. Çünkü onlar Allah dostlarıdır, Peygamber’in yolundan giden rehberlerdir.

Her şeyin başı Şeriat’tır. Tarikat Şeriat’ı hayata daha iyi tatbik etmek, ihlaslı, ahlâklı, faziletli, olgun bir Müslüman olmak için bir yoldur. Şeriatla tarikat birbirinden ayrı ve gayrı değildir. Şeriat’a uymayan tarikat, hakikî tarikat değildir.

Bütün gerçek tarikatların esası Şeriattır.

Nakşibendî tarikatı bu ülkede İslâm’a ve Müslümanlara büyük hizmet etmiştir. Nakşiler İslâm yolunda büyük kurbanlar vermişlerdir. Nice Nakşî şeyhi ve dervişi zindanlarda çürümüş, mahkemelerde sürünmüş, hattâ bazıları idam sehpalarında şehitlik rütbesine ve şerefine kavuşmuştur. Allah onlardan razı olsun, makamları Cennet olsun.

Şube isimleri değişik de olsa bütün tarikatlar birdir, hepsi de Tarikat-ı Muhammediye’dir. Hepsinin silsileleri Muhammed aleyhissalatü vesselama çıkar.

Bir Müslüman, hangi tarikata mensup olursa olsun tarikatlar arasında fark gözetmez. Bir tarikata ve şeyhe intisap etmek, diğerlerini reddetmek mânasına gelmez. Tarikat terbiyesinde “Bire itaat ve intisab, bine hürmet” kuralı vardır, Yâni kendi tarikatının dışındaki yollara, şeyhlere ve alimlere de hürmet edecektir.

“Benim tarikatım çok iyi, çok yüce; ötekilere aldırma…” zihniyeti gerçek tarikat terbiyesine zıttır. Hiçbir tarikatlı Müslüman böyle bir vartaya düşmemelidir.

Kendilerini çok dindar, çok sofu, çok yüksek sanan bazı gafiller, Mevlevî tarikatına cephe almaktadır. Bu çok yanlış bir şeydir. Yakın zamana kadar bazı Nakşî dergahlarında Mesnevî dersleri verilmiş; hem Nakşilikten, hem de Mevlevilikten icazetli şeyhler görülmüş; nice Nakşî şeyhi ile nice Mevlevî şeyhi dostluk etmiştir.

Ancak, “Şeriatsız tarikat olmaz” ana prensibi asla gözden uzak tutulmamalıdır. Şeriat hükümlerine uymayan, feraizi yerine getirmeyen bir kişi Mevlevî değildir. Zamanımızda bozuk inançlı bir râfızî Mevlevî şeyhi kılığına girmiş olup arlanıp utanmadan açıkça rakı içmektedir. Bu “Demci Dede”ye bakıp da, işte Mevlevilik buymuş demek büyük küstahlık ve haksızlık olur.

Yine başka tarikatları da birtakım bozuk adamlar istismar etmeye kalkabilir. Yalancı bir şeyh kendisini sevenlerden büyük paralar toplayabilir. Bunlara bakıp da tarikatı, tasavvufu kötülemek insafsızlık olur. Kötü Şeriat alimleri de çıkmıştır. Onlar yüzünden Şeriat’a dil uzatmaya hakkımız olabilir mi?

Bu devirde Müslümanların tarikata büyük ihtiyacı vardır. Tarikat Müslümanların büyük cihad yapmalarına; nefislerine ve şeytana galebe çalmalarına imkan veren büyük bir silahtır. Çeçen halkı, kendisinden birkaç yüz defa büyük ve güçlü Rusya federasyonu ile yaptığı birinci savaşta tarikat gücü ile zafer kazanmıştır. Sonra araya tarikat düşmanı bazı Araplar girmiş ve bu sefer büyük güçlüklere uğramışlar, memleketleri düşman kuvvetleri tarafından istila edilmiştir.

“İslâm’da tarikat yoktur… Râbıta, şirktir, küfürdür… Zikir halkaları dine aykırıdır…” gibi iddiaların gerçekle ilgisi yoktur. 19’uncu asırda Osmanlı ordusunda müftülük yapmış olan büyük Şeriat âlimi ve Nakşî şeyhi Ömer Ziyaeddin hazretleri, “Feteva-i Ömeriyye” adlı eserinde bütün bu iddiaları çürütmektedir. Şüphesi ve tereddüdü olanlara bu kitabı okumalarını tavsiye ederim.

Âhir zamanda yaşıyoruz. Günahlar, isyanlar, tuğyanlar her yeri istila etmiştir. Şirk, küfür, şer, şeytan güçleri Müslümanları sapıtmak, imansız etmek için gece gündüz çalışıyor. İmamet-i Kübra müessesesi yıkılmıştır. Böyle bir devirde, hakikî bir tarikat ve hakikî bir şeyh bulup da onlara bağlanan inşaallah kurtulur. Hangi tarikata, hangi şeyhe? Bazı ipuçları vereyim:

1. Şeyhin icazeti olacak.

2. Muhiblerinden para toplamayacak.

3. Şeriat’a sımsıkı bağlı olacak.

4. Sahih itikad dairesi içinde bulunacak.

5. Lüksten, konfordan, şatafattan, israftan, gösterişten uzak olacak.

6. Başta beş vakit namaz olmak üzere feraizi titizlikle eda edecek.

Muhibleri, bağlıları, kaz gibi yolunan, inek gibi sağılan; şeyhleri ve avanesi servet ü sâman içinde yüzen ve Nemrud’a, Firavun’unkine benzer saltanatlı hayat süren müesseseler tarikat olamaz.

Velhasıl gerçek bir tarikata ve gerçek bir mürşid-i kâmile bağlanan Mevlasını; sahte bir tarikata giren, sahte bir şeyhe bağlanan da belasını bulmuş olur. 27 Ağustos 2000