Salı

 

Mustafa Kemal Paşa 1930’lu yıllarda Türkiye’deki Mason localarını kapattırdı. Onun yerine, “Millî Şef” unvanıyla geçen İsmet Paşa, 1947’de locaları açtırdı.

Herkesin bildiği gibi masonluk gizli bir tarikattır. Cumhuriyetin ilk yıllarında İslâm tarikatları yasaklandı, tekkeler, dergâhlar, zaviyeler kapatıldı. Bazıları, “O günlerde memleketin durumu çok karışıktı, isyanlar vardı, Atatürk on beş sene sonra tarikatlara tekrar izin verecekti…” diyorlar. Mason tarikatları açıldı, İslâm tarikatları kapalı… İşte facia burada.

Tarikatlar kapatıldı ama tasavvuf ve tarikat, esas itibariyle insanın içinde olduğu için yüzde yüz yok edilemez. Türkiye’de bütün yasaklara, baskılara, teröre rağmen tasavvufî faaliyetler, tarikatlar devam etmiştir. Bugünkü Türkiye’de tarikatlar ve İslâmî cemaatler çok büyük bir sosyal güç teşkil etmektedir.

Devlet, Şeriat ve fıkıhla ilgili İslâmî hizmet ve faaliyetleri düzenliyor, kontrol edebiliyor ama tarikatlara karışmıyor. Tarikatlara ve cemaatlere hiç müdahale edilmiyor demiyorum, şu anda ülkemizde ne kadar tasavvufî tarikat, İslâmî cemaat varsa bunların içleri çeşitli istihbaratların, entelijansların; ajanları, casusları, provokatörleri, yönlendiricileriyle doludur.Bunlar genelde kraldan ziyade kralcıdır. Diyelim ki, sakala, dinî kıyafete meraklı bir tarikatin veya grubun içinde çalışacak.Ne yapıyor? Sakalını göbeğine kadar uzatıyor, cübbesini giyiyor, başına takkesini geçiriyor ve sonra kışkırtıyor, yönlendiriyor, bozmaya, ifsat etmeye çalışıyor.

Masonlar “İslâm tarikatları açılamaz, çünkü onu Atatürk kapatmıştır” diyorlar. Böyle konuşan biraderlere deriz ki:

– A çok bilmişler! Atatürk mason localarını da kapatmıştı… Onlar nasıl açıldıysa pekâlâ tarikatlar da açılabilir.

İşe evrensel insan hakları açısından bakarsak dinî tarikatların yasak olması bir “insan hakları ihlalidir”. Dünyanın bütün medenî, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, demokrat, temel insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerinde İslâm tarikatları serbesttir, Müslümanlar dinî dernekler kurabilirler, okullar açabilirler.

Birtakım Beyaz Türkler, “tarikatların açılması laikliğe aykırı olur” diyeceklerdir. Bu da temelsiz, mesnetsiz, hiçbir geçerli gerekçesi olmayan boş bir iddiadan ibarettir. Laikliğin vatanı Fransa’dır ve orada gerçek bir laiklik vardır. Yani din işleriyle devlet işleri ayrılmıştır.

(Bu ayrılma yüzde yüz değildir. Alsace vilayetinde Katolik papazlarının, Protestan pastörlerinin, Yahudi hahamlarının ve Müslüman imamların maaşları devlet tarafından ödenir.)

Laik Fransa’da serbest olan İslâm tarikatları ve İslâm cemaatları laik Türkiye’de niçin yasak olacakmış? Akıl, iz’an, hikmet, vicdan, hukuk dışı gerekçeler ileri sürüyorlar, bunların hiçbiri geçerli değildir.

Tarikatların kapalı olması yüzünden bu sahaya birtakım ehliyetsiz, liyakatsiz, icazetsiz adamlar da girmiştir ve bir yığın suiistimal yapmışlardır. Bunları önlemek için tarikatların serbest bırakılması ve Osmanlı devrinde olduğu gibi bir

“Meclis-i Meşayih”

kurularak denetlenmesi gerekir.

Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, Yüce İslâm ahlâkına aykırı olarak bazı tarikatlarda müritlerden, muhiblerden, Müslüman halktan para toplandığı görülmektedir. Bunun mutlaka önüne geçilmelidir. Bu da tarikatların İslâmî bir otorite tarafından denetlenmesi ile mümkün olabilir.

Tarikatlara izin verilirse, önüne gelen şeyh olamayacak, şeyhliğini ilan edemeyecektir. Çünkü tarikatte icazet geleneği vardır. Gerçek bir şeyh, kâmil bir mürşid yetişmiş bir müridini halife yapacak, ona icazet verecek ve bu icazet Meclis-i Meşayih tarafından tasdik edilecektir.

Eski şeriyye sicillerinde okumuştum, bundan çok zaman önce Ankara’da bir tekke şeyhi hakkında adli soruşturma yapılıyor, konu şu: Vakıflar, tekkenin aydınlanması için zeytinyağı vermiş, birileri bu zeytinyağının yerinde kullanılmadığını iddia ve ihbar etmiş, kadılık tahkikat yapmış… Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, Tasavvufa, ahlâka, vicdana uygun şekilde gerçek hizmet yapan bütün tarikatları, bütün şeyh efendileri tenzih ediyorum. Lakin sürünün içine “kara koyunlar” da karışmıştır. Bunların mutlaka ayıklanması gerekir. Aksi taktirde yüce dinimize, tarikat ve tasavvuf müesseselerine gölge düşmüş olacaktır. Adam şeyh geçiniyor, geçerli bir icazeti yok…

Adam şeyhliğe fakir başlamış, kısa zamanda dehşetli bir servet sahibi olmuş. Ortada şeffaf bir hesap yok. Nereden bulmuş? Adam şeyh geçiniyor, Şeriata, fıkha, ahkâm-ı İslâmiyeye aykırı laflar ve işler ediyor. Şeriatsız tarikat olur mu?

Sadece tarikat bünyesi içinde ve tekkelerde değil, camilerde de para toplanmamalıdır. Bir ara İstanbul Beyoğlu Müftülüğü, bölgesindeki bütün camilere levhalar koymuş “burada para toplanması yasaktır” demişti. Ne kadar güzel bir hareket.

Birtakım dinî hizmetler ve faaliyetler için elbette para, maddi güç lazımdır, ancak Kur’ân-ı Kerim’in, Resulullah Efendimizin sünnetinin, Yüce İslâm dininin, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyenin, Peygamber yolu olan mübarek tarikatların, tek kelimeyle mukaddesat-ı İslâmiyye’nin sergi usulüyle, yahut makbuzsuz, hesapsız kitapsız, kontrolsüz bir şekilde para toplanmasına alet edilmemesi gerekir.

Yere çarşaf seriyorlar, “Ver kardeşim ver!..” Para veren para atıyor, kimisi mücevherini veriyor ve sonra çarşaf götürülüyor. Bunlar ilkel ve şâibeli para toplamalarıdır.

Resul-i Kibriya Efendimiz, bizim için en güzel örnek ve modeldir. Parayı sevmemiş, para biriktirmemiş, vefatında geriye para bırakmamıştır. Para işlerini medenî ve vasıflı Müslümanlar olarak yüce dinimizin hükümlerine ve kurallarına göre halledelim.

Bütün gerçek tarikatlara, icazetli gerçek şeyhlere, gerçek dervişlere, gerçek muhiblere hürmet ve selamlarımı sunar, yaşlı veya genç hepsinin ellerinden öperim. 20 Eylül 2006