ÇarşambaTarikatli Müslüman nasıl bir insandır? Edebli insandır. Çünkü bütün tarikatlar edeb mektepleridir. Bu edebin kaynakları nelerdir? Önce Kur’an edebidir. Kur’an baştanbaşa edebtir. Sonra Resûl-i Kibriya (Salat ve selam olsun ona) efendimizin edebidir. O yüce Peygamber mekârim-i ahlâkı tamamlamak, en yüksek noktasına çıkartmak için gönderilmiştir.

Ashab-ı Güzin, Ehl-i Beyt, Selef-i Sâlihîn efendilerimiz edebin, ahlâkın, faziletin birer mücessem timsali idiler. Onların yolundan giden evliyaullah ve ehlullah hazeratı da yüksek edebe sahipti.

Edebi, terbiyesi, ahlâkı, fazileti olmayanın tarikatı da olmaz.

Birtakım adamlar çıkıyor, kasıla kasıla “Biz şu tarikata mensubuz, biz filan efendinin müridleriyiz, biz sufîleriz…” diye edebiyat yapıp duruyor. Hallerine bakıyorsunuz, ne edebleri var, ne erkân biliyorlar; kaba saba adamlar. On sene önce tarikata –sözde– girmiş, aradan bu kadar zaman geçmiş; girdiği sıradaki gibi, kütük ve kereste olarak kalmış. Böyle tarikat, böyle müridlik, böyle seyr-i süluk olur mu?

Bunlar tarikatli değil, tarikatçidir. Şu ikişer harflik “li” ve “çi” eklerinde ne derin mânalar gizlidir.

İslâm dini, insanları iyi insanlar, doğru düşünen ve doğru inanan insanlar, güzel insanlar haline getirmek için gönderilmiştir. Tarikatlar İslâm mektepleri olduğuna göre iyi insan, iyi Müslüman, iyi vatandaş yetiştirmekle mükelleftir. Tarih boyunca böyle olmuştur. Bu devirde de bu şekilde çalışan hakikî tarikatlar vardır. Lakin son zamandaki tarihî ârızalar yüzünden ortaya sahte tarikatlar, müteşeyyihler (şeyh taslakları) çıkmıştır; tarikat ve tasavvuf tarlasında zehirli ve zararlı otlar bitmiştir. Müslümanlar âgâh olunuz, Mevlânızı ararken belânızı bulmayınız.

Bir tarikat hak mı değil mi, birinci kıstas (ölçü) onun Şeriatın zâhirine uygun olup olmamasıdır. Şeriata uygunsa, Şeriat’ın tüm hükümlerini kabul ediyor ve hayata uyguluyorsa hak tarikat olmanın birinci maddesi tamamdır. Değilse o tarikat Tarikat-ı Muhammediye değil, tarikat-ı şeytaniyedir.

Tarikatlı Müslüman farz, vacip, sünnet olan ibadetleri dikkatle, titizlikle yerine getirir. Bunlar da yetişmez, nafile, mendub ibadetlerle de meşgul olur.

Tarikatli Müslüman kötülüğü iyilikle savar. Kendisine kötülük yapana beddua etmez, iyiliği ve ıslahı için dua eder.

Tarikatlı Müslümanın elinden ve dilinden insanlar ve Müslümanlar güvende olurlar.

Bildiğimiz tarikatlar gibi bir tarikat olmamakla beraber Risale-i Nur mektebi ve meşrebi de edeb, ahlâk, fazilet, mürüvvet üzerine kuruludur. Üstad Bediüzzaman hazretleri büyük bir ahlâk üzerineydi. Risale-i Nur’da, kendisine çok zulm eden, çok eziyet çektiren zalimler için “Dayanamayıp beddua edeceğimden korkuyorum” buyurmuştur.

Hakikî Nurcuları tenzih ederim, onlar has kardeşlerimiz, başımızın taçlarıdır ama sürünün içine birtakım kara koyunlar da karışmıştır. Kin, nefret, intikam duygularıyla yanan Nurcu olur mu? Yalan söyleyen, iftira eden Nurcu olur mu? Bırakın bütün Müslümanları, kendi cemaat ve meşreb kardeşleriyle didişen, çekişip tepişen, fitne ve fesat çıkartan Nurcu olur mu? Hakikî Nurcuların en fazla dikkat ettikleri şey ihlas, uhuvvet (kardeşlik), ittifak ve vifaktır. Merhum Üstad bütün hayatı boyunca talebelerine ve Müslümanlara ihlası, ittihadı, birliği tavsiye etmiş; ihtilaftan, tefrikadan, münazaadan, çekişmeden onları men etmiştir. Risale-i Nur mektep ve meşrebinde bölük pörçük olmak, birbiriyle uğraşmak, kuvveti parçalamak yoktur.

Futbol kulübü tutar gibi tarikat ve cemaat tutanlar da Müslümandır ama asla olgun, şuurlu, örnek, akıllı Müslüman değillerdir.

Fıkıh mezhepleri, tarikatlar, cemaatler, meşrebler İslâm dünyasındaki çeşitliliklerdir. Onlar din ile özdeşleştirilemez. Onlar din değil, dini mozayiğin ve çeşitliliğin parçalarıdır.

Tarikatını ve cemaatini din ile özdeşleştiren, hattâ –Allah saklasın– dinden yüksek görenler sapıktır.

Hiçbir şeyh, veli, yüksek zat Peygamberden üstün değildir. Kendi şeyhini, kendi üstadını Peygamberden üstün gören sapıktır, dalâlettedir.

Peygambere küfr edildiği, hatırasına çamur atıldığı zaman sesini çıkartmayıp alçakça susan; kendi şeyhine ve üstadına dil uzatılınca kızılca kıyamet kopartan adam nasıl bir Müslümandır? Şaşırmış ve sapıtmış, pusulasız, dengesiz bir Müslümandır o.

Şeriat’a saldırıldığı, cadde ve meydanlarda “Kahrolsun Şeriat” diye bağırıldığı zaman ortada yok, sesi soluğu çıkmıyor. Kendi cemaatine, şuculuk veya buculuğa saldırılınca arslanlar gibi kükrüyor… Hayır arslanlar gibi değil, sırtlanlar gibi…

Yüce dinimiz Müslümanların büyüklerine hürmet beslemeleri, küçüklerine şefkat göstermelerini emrediyor. Resûlullah efendimiz “Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize şefkatli olmayan bizden değildir” buyurmuşlardır.

Mü’minler birbirinin kardeşidir. Bu kardeşliği Yüce Yaratan kurmuştur, hiç kimse onu kendi keyfiyle ve ihtiraslarına uyarak bozamaz. Filan Müslüman benim gibi düşünmüyormuş, hatâlı tarafları varmış. Olabilir. Ancak yine de kardeşimdir.

Müslümana düşmanlık edilmez.

Müslüman günah işlerse, onun şahsiyetine buğz edilmez, sadece günahı çirkin görülür.

Asr-ı Saâdette adamın biri zina etmiş, sonra pişman olmuş ve Peygamber efendimize gelip suçunu itiraf etmişti. Peygamber iki defa duymamış gibi yapmış, başka tarafa dönmüş, adam üçüncü defa itiraf edince “Alın götürün, cezasını verin” buyurmuştu. Bu hadiseye şahit olan Müslümanlardan biri, “Bu adamı köpek gibi taşlamalı” deyince Efendimiz kaşlarını çatmış. “Hayır böyle söyleme, recm edildikten sonra cenazesini yıkayınız, kefenleyiniz ve namazını kılıp, Allah’tan bağışlanmasını isteyiniz” demişlerdi. İşte iman ve İslâm kardeşliği budur.

Müslüman yalan söylemez, Müslüman iftira etmez, Müslüman hem savcılık, hem hakimlik, hem cellatlık yapmaz. Müslüman âdildir, insaflıdır, mürüvvetlidir, ahlâklıdır, faziletlidir, kerimdir, muhlis ve muhsindir.

Müslümanlar böyle olurlarsa dindar olmayanlar, gayr-i müslimler bile fevc fevc İslâm’a ve imana koşacaklardır. Aksi takdirde… 08 Mart 2001