Tasavvuf Nedir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Çarşamba
Tasavvufî tarikatların hepsi esasta birdir. Şeriat’a bağlı olmaları şartıyla hepsi de Tarikat-ı Muhammediye’dir, yani İslâm’ı hakkıyla yaşamak konusunda Muhammed aleyhisselamın yoludur. Şeriat’a aykırı olmaları halinde iş değişir, dinen meşru ve muteber olmaktan çıkarlar.
Yeryüzündeki bütün Müslümanları içinde toplayan kavram ve kelime Ümmet’tir. Müslümanların hepsi ÜMMET-İ MUHAMMED’dir. Gerçek olgun, şuurlu Müslüman olmak için bu ümmet kavramını bilmek ve ona bağlı bulunmak şartı gerekir.
Bir tarikata girivermekle insan hemen olgun, yüksek, vasıflı Müslüman olmaz. Orada yetiştirilmesi ve yetişmesi gerekir.
Zamanımızda tarikatlar yasak olduğu için onların yerine birtakım cemaatler kurulmuştur. Bunların da ümmet kavramına dikkat etmeleri ve bağlılarına Ümmet şuurunu (bilincini) aşılamaları gerekir.
Ümmet bütündür, tarikat veya cemaat onun bir parçasıdır. İmdi şu hususlar çok iyi bilinmelidir:
(1) Parça bütünden büyük olamaz.
(2) Bütün parça içine sığdırılamaz, sıkıştırılamaz.
(3) Parça bütün ile özdeşleştirilemez.
(4) Bütünü kabul etmeyen parça, meşruiyetini kayb eder.
(5) Bir tarikat veya cemaat mensubunda “parça” asabiyeti var, Ümmet şuuru yok, o kişi İslâmî disiplin sınırının dışına çıkmıştır.
Birtakım inceliklere dikkatinizi çekmek istiyorum:
Müslümanlar arasındaki derece, rütbe, üstünlük, fazl ölçüleri şunlardır: Takva, ilim, irfan, hayır-hasenat, zühd, kerem, fütüvvet, melamet ve başka hasletler…
Binaenaleyh herhangi bir tarikata veya cemaate mensup oluvermekle insanın derecesi yükselmez, vasıflı bir Müslüman olmaz. Nakşî’nin, Kadirî’nin, Rufaî’nin, Şâzelî veya Mevlevî’nin üstünlüğü ancak yukarıda saydığım konularda ileri olmasıyla meydana gelir. Şayet bir tarikat veya cemaatte, “Sen bize katıldın ve Mevlânı buldun, öteki Müslümanlardan üstün oluverdin…” deniliyorsa, o tarikat veya cemaatte bozukluk var demektir. Takva, ilim, irfan, hayır, hasenat bakımından daha ileri ve üstünse meselâ Kadirî Müslüman, Nakşî Müslümandan daha vasıflı ve üstün Müslüman olur.
19’uncu asırda İstanbul’da Çarşamba semtinde Molla Murad Nakşi bendî tekkesi varmış. Bu Nakşî tekkesinde her hafta Mesnevî dersleri okutulurmuş. Bu inceliğe dikkatinizi çekerim. Nakşî tekkesi ama orada Mesnevî-i şerif okutuluyor. İşte gerçek tarikat, gerçek tasavvuf, gerçek tekke budur; geniştir, kucaklayıcıdır.
Ahmed CevdetPaşa merhum, Tezâkir’inde anlatıyor: Murad Molla tekkesinin şeyhini ağır şekilde tenkit eden bir zâhir âlimi varmış, bu zat çok fakirmiş, kitap alacak parası bile yokmuş. Tenkide hedef olan şeyh efendi bu fakir dânişmende (hocaya) hüviyetini belli etmeden, el altından para yardımı yaparmış. Şeyh dediğin böyle olur.
“Benim tarikatım çok yüksek, seninkisi değil… Benim şeyhim çok büyük, senin şeyhin büyük değil…” Bunlar aptalca, eblehçe, geri zekâlıca sözlerdir.
Sadece bir muhibb iken, kendisini derviş zannedenlere hem acıyorum, hem kızıyorum. Adam daha dervişlik nedir bilmiyor ve ben dervişim diyor. Yunus Emre gibi, böyleleri için:
“Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir…” demek gerekir.
Tarikatlar, tekkeler, zaviyeler, dergâhlar, şeyhler, müridler, muhibler için yüce bir makam çıksa da bir “TÂLİMATNÂME” hazırlasa ne iyi olur.
Bazı yakışıksız halleri sıralayayım:
(1) Kişi tarikat takkesi, tarikat hırkası giymekle tarikatlı olmaz. Tarikat dışta değil öncelikle içtedir.
(2)Tarikatlı olmak ile tarikatçı olmak arasında dağlar kadar fark vardır.
(3) Terbiyeli bir tarikatlı kendi şeyhine hürmet ettiği gibi başka şeyhlere de (gerçek ve icazetli olmaları şartıyla) hürmet eder.
(4) Tarikat tacı, tarikat hırkası, sakal ve diğer zahirî alametlerle öğünen, kibirlenen, bunlarla başka Müslümanlardan üstün olduğunu sanan kişi gerçek tarikat ahlâkına ve hallerine sahip değildir.
(5) Gerçek tarikatlının her yeni günü, bir öncekinden üstün olur. İlimde, irfanda, ibadette, hayır ve hasenatta.
(6) Gerçek tarikatlı Resûl-i Kibriya Efendimizin (Salat ve selam olsun O’na) “Mü’min, bir delikten çıkan tarafından iki defa sokulmaz” hadîsinde anlatılan Müslüman gibi olur. İkinci defa aldatılmaz. Çünkü firaset sahibidir. Zamanımızda bazı tarikatçılar yıllardan beri kaz gibi soyulup inek gibi sağıldıkları halde gık demiyorlar ve vermeye devam ediyorlar.
(7) Adam tarikata girmiş, aradan on sene geçmiş ve kemal yolunda bir arpa boyu yol almamış. Tarikat yol demektir, yolda yol almayana ne demek gerek!.. Girdiğinde kaba saba bir kereste imiş, on sene sonra yine kütük olarak duruyor. Fesubhanallah!.. Böyle tarikat olur mu, böyle dervişlik ve müridlik olur mu?
(8) Tarikat mensubu Müslüman, diğer din kardeşlerine karşı kurt değil, melek olur. Eliyle ve diliyle onları incitmez, onların aleyhinde gıybet etmez.
(9) Gerçek tarikatlı kendi günah, ayıp ve kusurlarına bakmaktan ve onlara üzülmekten dolayı başkalarının ayıp ve günahlarını göremez. Görse bile, onlar için karanlık gece gibi olur. O, başkalarının günahlarını görmeyen, görürse örten bir Müslümandır.
10) Gerçek tarikatlı ile ülfet ve ünsiyet etmek kolaydır.
(11) Gerçek tarikatlı, konuşmadan sadece hal ile İslâm’ın çok güzel propagandasını yapar, ona bakan onda dinimizin doğruluğunu, iyiliğini, güzelliğini görür.
Gerçek tarikatlı çok yemez, çok konuşmaz, çok uyumaz, Mevlana Celalüddin Rûmî efendimiz hazretleri (Allah onun yüce sırrını takdis buyursun) bir akşam evine gelmiş ve sormuş: Evde yiyecek ne var?.. Ev halkı boyunlarını bükmüşler ve “Bugün evde yiyecek hiçbir şey yok…” demişler. Mâneviyat âleminin güneşi olan o büyük zat sürur ile:
– Oh ne güzel, bugün evimiz Peygamber evine benzedi!.. demiş.
İşte tasavvuf budur. Benlikten vaz geçmek… Dünyadan vaz geçmek… Paradan vaz geçmek… Riyasetten, ünden vaz geçmek…
Bir adamda benlik mi var, o adam, benliği nisbetinde tasavvuftan uzaktır. Bir adam parayı çok mu seviyor, o sûfî değil, sûfî taslağıdır.
Bir adam kendini öteki Müslümanlardan üstün mü görüyor? Bilin ki o öteki Müslümanlardan alçaktır.
İçinde beş bin kişi olan bir camiye giriyorsunuz. Kapıdan içeri girerken şöyle diyeceksiniz: Bu beş bin Müslümanın, rütbe ve derece itibarıyla en sonuncusu benim… Yahu benden daha derecesiz bir kişi vardır, ben 4999’uncusu olayım dedin mi belanı bulursun. Tasavvuf, tarikat, tekke, müridlik “hiçliğe” götüren yoldur. Ölmeden önce ölmek yoludur. Tasavvuf diye diye laf u güzaflarla oyalananlara acımak mı, kızmak mı gerekir? 28 Eylül 2006