Tasavvuf ve Tarikatlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Salı
Düşmanların mert, asil ve mürüvvetli olanları vardır. Bunlar yalana, iftiraya, sidik yarışına fazla bulaşmazlar. Düşmanlıklarının bir sınırı olur; elden geldiği kadar seviyeli hareket ederler.
Bir de şirret, çirkef, sürüngen, bayağı, muhannes, rezil, alçak, seviyesiz, pespâye, vicdansız düşmanlar ve karşıtlar bulunur. Bunların şerlerinden Allah’a sığınırız.
Tasavvuf ve tarikatlar çok kötüymüş, İslâm’da böyle şeyler yokmuş, mensupları müşrikmiş. Bu hezeyanları savuran adamlar dengesiz, azgın, itidalsiz, aşırı kişilerdir. Hakikî tasavvuf ve tarikatlar Şeriat’ı kabul ederler ve Şeriat sınırları içinde bulunurlar. Şeriatsız tasavvuf da olmaz, tarikat da olmaz. Nakşibendiye, Kadiriye, Şazeliye, Halvetiye, Cerrahiye, Mevleviye gibi tarikatlar hak tarikattır. Tarikat ve tasavvuf mensubu Müslümanlar Tevhid erleridir. Onlara şirk isnad etmek, müşriklikle suçlamak büyük bir bühtandır, kendinibilmezliktir, azgınlıkır. Bir mü’mini tekfir edenin kendisi kâfir olur. Akaid kitaplarımızda böyle yazılıdır.
İbn Teymiye, Muhammed ibn Abdülvehhab tarikatlara, tasavvufa, sûfilere karşıymış. Olabilir. Aşırı gitmişlerdir, haddi aşmışlardır. İslâm’ın başka yorumları da vardır. Sevad-ı A’zam yâni büyük topluluk Müslümanları, Ümmet-i Muhammed’in yüzde seksen çoğunluğu ehl-i sünnet mensubudur ve ehl-i sünnet imamları, uleması, önderleri tarikatları ve tasavvufu hak kabul etmişlerdir.
Gerçek tasavvuf ehli, hakikî tarikatlılar abdestsiz yere basmazlar, farz ibadetleri eda ederler, sünnet ve nafilelere de çokça devam ederler, yüksek bir ahlâka sahiptirler, elleriyle ve dilleriyle Müslümanları rencide etmezler.
Son yetmiş seksen senelik yakın tarihimizde bu memlekette din-i mübin-i İslâm’a en fazla hizmeti tarikat ve tasavvuf mensubu Müslümanlar yapmıştır. Onlardan nicesi İslâm, iman, Kur’ân, Sünnet, Şeriat uğrunda canlarını bile feda etmiştir. Bunlara dil uzatanlar nasipsiz ve azgın kişilerdir; Vehhabî ve Haricî zihniyetli dar görüşlülerdir.
Tasavvuf ve tarikat düşmanları aşksız, şevksiz, neş’esiz, muhabbetsiz, mürüvvetsiz kişilerdir. Kendi meşreblerinden olmayan mü’minlere kin ve gayz ile saldırır, insanların hatırlarını kırar, kalplerini incitirler.
İsmini vermeyeceğim bir İslâm ülkesinde böyle adamlar çoktu. Tasavvufu ve tarikatları şirkle suçluyor, yüz milyonlarca mü’mini, müşrik ilan ediyorlardı. Onların arasında kaldım. Suratlarında meymenet yoktu. Renkleri beyazdı ama vecihlerinde mânevî bir siyahlık görülüyordu. Kırıcı idiler. Zâhirde kalmışlardı.
Müslüman müjdeleyen, tebessüm eden, güleryüz gösteren bir insandır. Haricilik ve Vehhabilik zihniyetinde hayır yoktur.
Tarikata girmek, tasavvufa âşina olmak bir nasip meselesidir. Müslüman tarikatsız ve tasavvufsuz da cennete girebilir, kurtulabilir. Tasavvvufla tanışmamış, tarikata girmemiş olanların, İslâm’ın bu boyutunu inkâr etmeleri yanlıştır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Telvihat-ı Tis’a adlı risalesinde tasavvufu gayet güzel tahlil etmiş, ne mübarek ve muazzez bir yol olduğunu kabul ve tasdik buyurmuştur.
Fıkhın babası, Hanefî mezhebinin kurucusu, müctehidlerin önderi Ebû Hanife Hazretleri; ilim, irfan, takva sahasında çok yüksek bir mevkide bulunmasına rağmen Câfer-i Sadık Hazretleri’ne intisab etmiş, O’nu mürşid olarak tanımış, feyzinden yararlanmıştı. Buyuruyorlar ki: “Îmam Câfer-i Sâdık Hazretleri’ne intisablı bulunduğu o iki sene olmasaydı, Numan (kendisini kasdediyor) yanmış olurdu.”
Hüccetülislâm Zeynüddin İmamı Gazalî Hazretleri de, zamanın kutbu olan Faremidî Hazretleri’ne intisaplıydı.
Osmanlı Devleti’nin 600 sene pâyidar olmasında ve büyük fütuhat yapmasında, selâtin-i Âl-i Osman’ın tarikatlara, tasavvufa, meşâyihe, mürşidlere bağlı bulunmasının büyük rolü vardır.
Tarikat, tasavvuf, meşâyih düşmanı selefiler, Efganiciler, mezhepsizler, telfik-i mezhebçiler, neo-hariciler, necdîler, aktivistler ilhamlarını ehl-i sünnet dışı gulattan (aşırılardan, azgınlardan) almaktadır. Onların bastığı yerde ot bitmez. Cezayir’de İslâm dâvâsını bu kafadaki adamlar bu hale getirmiştir. Çeçenler, ilk savaşta Şeriat ve Tasavvuf kanatlarıyla uçmuşlardı. Sonradan Arap dünyasından bir takım tasavvuf düşmanları geldi, bin türlü provokasyon yaptı ve orada da İslâm dâvâsına büyük darbe vurdu.
Osmanlı ordusunda alay müftülüğü yapmış, aynı zamanda nakşî şeyhi olan (Gümüşhaneli Ziyaeddin Hazretleri’nin halifesidir.) Ömer Ziyaeddin Dağıstanî Hazretleri, “Fetevâ-yı Ömeriyye ‘an Turiki’l-aliyye” adlı fetva kitabında, tasavvufta ve tarikatlarda olan geleneklerin İslâm’a aykırı olmadığı hakkında fetva vermiştir.
İskender Paşa Camii imamı Muhammed Zahid Kotku, Adanalı Sami Efendi ve diğer şeyhlerin dinimize yaptıkları hizmetler ortadadır. Bu gibi zevat binlerce vatandaşın hidayetine vesile olmuştur. Onlar şer’î ahkamı titizlikle yerine getirmiştir. Tasavvuf ve tarikat düşmanları bu muhterem zevata doğrudan doğruya saldıramaz. Dolaylı yollardan fitne ve fesat tohumları saçar.
İslâm dünyasında iki rejim tasavvuf tarikatlarını kapatmıştır. Biri Türkiye, diğeri ise Vehhabî Arabistan rejimidir.
İbn Teymiye, Muhyiddin ibn Arabî Hazretleri için, “O Şeyh-i Ekber değil, Şeyh-i Ekferdir” (Yâni “O en büyük şeyh değil, en kâfir şeyhtir”) demiştir. Ne büyük hezeyan, ne ağır bühtan… Meşrebi, görüşü, zihniyeti, anlayışı farklı olabilir ama böyle saldırmaya hakkı var mıdır?
Ben gençliğimde tasavvufa ve tarikatlara karşı soğuk davranıyordum. Sonra gerçekleri gördüm ve sufilere, tarikatlara, tasavvufa taraftar oldum. Bu devirde elbette işin kışrında (yüzeyinde) kalmış kimseler vardır. Onlar hakikî sûfî değil, sûfî müsveddesi ve karikatürüdür. Onlara kızıp da gerçek tasavvufa ve tarikatlara cephe almak ne büyük bir nasipsizlik ve beyinsizliktir.
Kişi ilim okumakla, biraz mürekkep yalamakla âlim olamaz. Şeytan’ın da ilmi vardır ama Şeytan’dır.
Türkiye Müslümanlarının bugünkü zilletten, esaretten, rezalet ve sefaletten kurtulup izzete kavuşabilmeleri için gerçek tasavvufa ve tarikatlara sarılmaları gerekir. Çünkü tasavvuf insana ihlâs ve istikamet kazandırır. Tasavvuf ham ve nakıs insanları olgun ve pişmiş hale getirir. İnsanın nefs-i emmaresi onun en büyük putudur. Nefs-i emmare tasavvuf ve tarikat terbiyesi ile yenilebilir.
Tasavvuf ve tarikatta zorlama yoktur. Genel dâvet yoktur. İntisap, bir nasip meselesidir.
Türkiye’deki islâmî hareketi dışarıdan; Arap âleminden, Pakistan’dan, başka ülkelerden gelen ehl-i sünnet dışı aşırı doktrinler kirletmiş ve hedefinden saptırmıştır.
Neo-hariciler, necdiler, selefiler, tasavvuf düşmanları, mü’minleri şirkle itham eden azgınlar kin, gayz, ifrat erbabıdır. Onlarda islâmî neş’e, şevk, muhabbet, aşk yoktur. Onlar, bu halleriyle dinden uzaklaşmış zümreleri Kur’ân’a ve imana nasıl çağırabilirler? Onlar katı kalpleriyle, nasırlaşmış vicdanlarıyla insanlara iyi haberi, büyük müjdeyi, ilâhî teselliyi nasıl anlatabilirler?
Bu adamların tuzaklarına düşmeyiniz. Sevad-ı A’zam dairesi içinde olunuz. Ehl-i sünnet genişliğinden ayrılmayınız. Ana caddeyi bırakıp dar ve çıkmaz sokaklara girmeyiniz. Sakın ola ki, mü’minleri şirkle suçlayan dengesizlere kulak vermeyiniz. 29 Şubat 2000