Pazar

 

Uyarmak istiyorum:

Türkiye üzerindeki tehdit ve tehlikeler büyüktür. Dehşetli bir yanardağ üzerindeyiz. Tehlike geçmiştir, her şey yolundadır düşüncesi büyük bir gaflet ve kuruntudan ibarettir.

Ülkemiz bir cadı kazanı gibi fokur fokur kaynıyor. Bir kısım gazeteler ve televizyonlar halk yığınlarının dikkatini dağıtmak için şeytanca çalışıyor. Çok vahim hadiseler olmuştur, oluyor, olacak.

Rahmetli Adnan Menderes gaflet etti, istihbarat yapmadı, büyük bir felakete uğradı. Sadece kendisi yanmadı, Türkiye’nin devleti, halkı, ülkesi yandı. Gözü kara olmayanlar oyunu kaybeder. Başlangıçta bu işin geri dönüşü vardı. Artık köprüler atılmış, dönüş gemileri yakılmıştır.

Evet her şey hukuk içinde halledilsin ama halk mutlaka uyanık olsun. Bugünkü ortamda halkın dikkatini dağıtmak büyük bir hıyanettir.

Halkın dikkatini vahim olaylardan çekmek için alabildiğine magazin, spor, seks, şehvet, ıvır zıvır yayını yapanlar Türkiye’ye büyük kötülük ediyor. Türkiye nefesini tutarak, pür dikkat kesilerek vahim olaylara dönük olmalıdır.

Seçimle gelen iktidarlar ancak seçimle gitmelidir. Ülkemizi, devletimizi, halkımızı elli yıl geriye götüren darbeler, ihtilaller, taklib-i hükümetler devri artık kesin olarak kapanmalıdır.

En kötü seçilmiş iktidar, en iyi darbe iktidarından bin kere yeğdir.


Kimse kendini Zemzemle yıkanmış gibi görüp, seçilmiş iktidarı yerden yere vurmasın. Toplumlar, layık oldukları şekilde idare edilir. İç ve dış düşmanlarımız halkımızı birbirinden kopuk, birbirine hasım, birbirine diş bileyen kesimlere ayırmışlardır.

Var gücümüzle sosyal ve millî barış ve mutabakat

(uzlaşma)

için çalışmalı ve gerginliği azaltmalıyız.


1936 ile 1939 yılları arasında patlak veren İspanya iç savaşında bir milyon İspanyol öldü. İspanyollar birbirini gazladı. Ülke yangın yerine döndü. Cumhuriyetçi geçinen kızıllar 8 bin papaz öldürdü. Allah ülkemizi buna benzer bir felaketten korusun.

İyilik, adalet, insan hakları, çoğulculuk, iç barış taraftarı vatandaşlar ve kurumlar;


seçilmiş iktidarları şiddet ve darbe yoluyla değiştirmek isteyenlerden daha cesur, daha gözü kara, daha kararlı, daha azimli olmazlarsa geleceğimiz çok karanlıktır.

Uyanık olalım… Gaflet etmeyelim… Dikkatimizi dağıtmayalım… Provokasyonlara gelmeyelim…

Magazinleri, şehvetleri, mankenleri, futbolcuları, şarkı söyleyen kedileri, timsahı yutan yılanları, 14 yaşında kırk erkekle yatmış bâkire kızları, kaşla göz arasında zina yapan fettan karıları, 20’ye kadar saymasını bilen aptal tavukları; şu malum tv’leri ve gazeteleri bırakalım ve konuyu dağıtmayalım. Tehlike devam ediyor. Gaflet edenin işi bitiktir.

(İkinci yazı) İsviçre’de minare yasağı ve Ayasofya

Avrupa şehirlerinde yapılan camilerin birinci gerekçesi, oralarda Müslümanların yaşaması ve bir ibadet yerine ihtiyaçlarının olmasıdır. Türkiye’de kilise yapılmadığı iddiası doğru değildir. Alanya’ya hayli Alman yerleşmiş, ev bahçe sahibi olmuş, onlara kilise yapma izni verilmişti. Artık hiçbir Hıristiyanın yaşamadığı bazı şehirlerimizde bile tarihî kiliseler restore edilmektedir. Hıristiyan nüfusun olmadığı yerde yeni kilise elbette yapılamaz.

Türkiye’nin misyonerlerle ilgili çok acı tecrübeleri olmuştur. Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş. Bizim, misyonerler konusunda, bırakın yoğurdu, dondurmayı bile üfleyerek yememiz gerekir.

Cami ve kilise konusunda Türkiye ile İsviçre arasında mütekabiliyet olamaz. Çünkü:

1. Bir Hıristiyan ülkesi olan İsviçre’de demokrasi vardır, insan hakları vardır, din ve inanç hürriyeti vardır. Türkiye Müslümanları bunlara yüzde yüz sahip değildir. Binaenaleyh aralarında denklik yoktur. Ülkemizde Hıristiyanlara yeni kiliseler inşa etmek hürriyeti verilirse, Müslümanlara da, İngiltere’de olduğu gibi geniş bir din hürriyeti verilmelidir. Diyanet bağımsız ve özerk olacak. Devletten ayrı bir din teşkilatı kurulacak. Müslümanlar kendi islâmî eğitim sistemini kuracaklar. Başlarına bir İmam-ı kebir veya Emîrü’l-müslimîn seçebilecekler, dinî dernek kurmak serbest olacak, İslâm medreseleri açılacak, tasavvuf dergâhları… Daha nice şeyler. Bunlar olmadan, Müslümanlar din ve inanç konusunda elleri kolları bağlı iken elbette öteki dinlere olanca hürriyet verilemez.

2. İsviçre’nin minare yasağı getirmesi kendi değerlerine aykırıdır. Vaktiyle Yahudilere güçlük çıkartıyorlardı. Şimdi Müslümanlara. Yalnız şu hususu da çok iyi bilmek gerekir: Cami yapma yasağı yoktur, minare yasağı vardır.

Müslümanlar, minaresiz çok güzel camiler yapabilir.

Dünyanın en büyük mimarlarına minaresiz cami projeleri hazırlatır, gülçükle de olsa izin çıkartır ve bunları hayata geçirebilir. Bence, İsviçre minare yasağı koydu diye fazla ağlamak bir aczin tezahürüdür. İstanbul Çemberlitaş’taki Köprülü Camii’nin küçücük minicik bir minaresi vardır. Horhor civarındaki Bıçakçı Abdurrahman Camii’nin minaresi de o kadar küçüktür ki, yok sayılabilir. Müslümanlar, yeterli sanat kültürleri ve vasıfları varsa, minaresiz çok güzel camiler yaparak İsviçre’ye kültürel meydan okuyabilir.

İsviçre ve İslâm meselesi hakkında da birkaç söz etmek isterim.

1960’lı yıllarda, İsviçre’de yaşayan

Mısırlı Dr. Zeki Ali,

yayınlamakta olduğum

Yeni İstiklâl

(haftalık)

gazetesine

bir makale göndermişti. Tarihî kaynaklara dayanarak, Müslümanların o ülkenin bazı bölgelerinde bir buçuk asır yaşadıklarını isbat ediyordu. İsviçre de, İspanya gibi, İslâmî mâzisi olan bir Avrupa ülkesidir. 21’inci asırda, yerlilerin nüfuslarının azalmasının sonucu olarak yeniden Müslüman bir ülke haline gelmesi mümkün ve muhtemeldir.

İsviçre’deki minare yasağı bence hiç önemli değildir.

Önce gözümüzdeki merteğe bakalım: Batılıların, Haçlıların hoşuna gitmek için Ayasofya’yı camilikten çıkartmışız, içinde namaz kılınmıyor, Kur’ân okunmuyor. Sonra da kalkmış, İsviçreliler minareyi yasakladı diye hop oturuyor hop kalkıyoruz.

İsviçre’nin minare yasağı koyması mı daha vahim, bizim Ayasofya’yı camilikten çıkartmamız mı?

(

Ek:


Müslümanlar BÜTÜN Peygamberlere iman ettikleri için camide Hz. İsa ve Hz. Meryem sevgisi ve saygısı vardır. Kilisede, Hz. Muhammed’e iman ve saygı yoktur. Bu yüzden biz onlardan üstünüz ve ülkelerinde, ihtiyacımıza binaen cami yapmak hakkına mânen sahibiz…)

(Üçüncü yazı) Böyle liseli kız olur mu?

On altı on yedi yaşlarında bir kızın birinci sıfatı ne olmalıdır? Mâsumiyet ve sâfiyet değil mi?

Peki şu kıza bakınız: Tırnakları takma (okulda ojeye izin verilmediği için…) …Suratı makyajlı… Askısız, göğüsten tutturma dekolte elbiseler giyiyor… Geceleri yalnız başına yabancı bir erkeğin evine gidiyor… Açık saçık… Çok serbest bir hayat sürüyor… Hafif mi hafif… Şen şakrak şuh…

Yahu böyle liseli kız olur mu?

Daha pek genç, tecrübesi yok, birikimi yok… Başına gelecek tehlikeleri bilmiyor, tahmin edemiyor…

Başbakan böyle bir kız için “Ailesi sahip çıksaydı…” demeye kalktı, ağır tenkitlere uğradı. Yalan mı söyledi? Ailesi kıza sahip çıksaydı, onu biraz sıksaydı daha iyi olmaz mıydı?

İstanbul’un Emniyet Müdürü aynı meâlde bir lâf etti, ona da saldırdılar. Bendeniz bir yazı yazdım, yapmadıkları hakareti bırakmadılar. Soruyorum: Bu kıza göz kulak olunsaydı, bu kıza bu kadar serbestlik verilmeseydi, kendi başına bırakılmasaydı iyi olmaz mıydı?

Atalarımız boşuna konuşmamış. Kızını dövmeyen dizini döver demişler. Buradaki dövmekten maksat korumak, göz kulak olmaktır. Düşünürlerimiz, seçkinlerimiz niçin bu gibi konuların üzerine eğilmiyor?

Atatürk zamanında, 1930’lu yıllarda Bursa Amerikan Kız Koleji’nde iki mi, üç mü Müslüman kız, misyonerler tarafından Hıristiyan yapıldı diye Kemalist rejim o okulu kapatmıştı.

Bugün Atatürkçüler Atatürk’ü çok gerilerde bıraktılar. Okuyan genç kızlarımız büyük tehlike ve tehditlerle karşı karşıyadır. Onlara, hayat felsefesi olarak hedonizmin en bayağısı ve âdisi aşılanıyor.

Hepsini ve herkesi suçlamıyorum ama iyilik ve fazilet gericilik olarak gösteriliyor; ahlaksızlık, faziletsizlik, iffetsizlik çağdaşlık olarak tanıtılıyor. Kız çocuklarını, genç kızlarını iyi yetiştiremeyen bir millet bahtına ağlasın. 07 Aralık 2009