Telefonumu Niçin Kapattırıyorum?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Pazar
Birkaç aydan beri, evimdeki telefon her gün birkaç saat kesiliyor, açtığımda hiçbir ses ve sinyal vermiyor. İki ihtimal var: Birincisi: Bir telefon korsanı hatta giriyor, konuşuyor veya internete bakıyor. İkincisi: (Bu ihtimal daha kuvvetli) Herhangi bir istihbarat veya dinleme teşkilâtı bu kesintiye sebebiyet veriyor. Tabiî ki, istihbarat derken ülkenin güvenliği ile ilgili teşkilatı kasd etmiyorum. Millî Teşkilatın işi kalmadı da, benim gibi sade, zararsız, önemsiz bir vatandaşı mı dinleyecek? Erbabının iyi bildiği gibi ülkemizde yerli ve yabancı istihbarat teşkilatları cirit atmaktadır. İslâm’a ve Müslümanlara karşı olan ve onlarla ilgili bilgi toplayan bir takım gizli ve esrarlı teşekküller vardır.
Bu sebep dolayısıyla 19 Nisan Çarşamba gününden itibaren telefonu mu kapattıracağım. Dost ve yakınlarıma ilan ederim.
Halkımızın şu hususu da iyi bilmesi gerekir ki, ülkemizde yaygın şekilde telefon dinleme suçu işlenmektedir. Bu, kanunlara göre suçtur ama dinleyen yoktur. Normal telefonlar, cep telefonları, internet asla güvenli değildir. Ayrıca, teknik çok ilerlediği için her tarafa gizli kameralar, mikrofonlar yerleştirmek çok kolaylaşmıştır. Bunları bulup söktürmek çok zordur.
Bazı Amerikalılar ve Avrupalılar İslâm’ı ve dindar Müslümanları bir tehlike ve tehdit olarak görüyor. İçimizde, bu fikri onlarla paylaşan Pembeler ve Benzetilmişler de bulunmaktadır. Bunlar harıl harıl istihbarat yapıyor, bilgi topluyor. Bu iş için her yıl akıl almaz derecede büyük paralar harcanıyor. Vatandaşlar fişleniyor, dosyalar hazırlanıyor.
Bu zihniyettekiler, bendenizi de tehlike ve tehdit olarak görüyor. Suçum, dindar olmam, dinsizlerin yaptığı kötülüklerle, haksızlıklarla, zulümlerle mücadele etmem. Yazılarımı okuyanlar iyi bilir ki, sadece dinsizlere muhalefet etmiyorum, aynı zamanda kötü İslâmcıları da alabildiğine tenkit ediyorum.
İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık eden Pembeler ve Benzetilmişler, “Ne münasebet, dindarlık suç değildir…” diyeceklerdir. Hiç kimseyi aldatamazlar. Çünkü onlar, “Dindar olabilirsin ama bizim istediğimiz kadar dindar olabilirsin. Bizim istediğimizden daha fazla dindar olursan, gazabımıza çarpılırsın…” zihniyetine sahiptirler.
Bu zihniyet evrensel insan haklarıyla, o hakların en önemli maddesi olan din, inanç, vicdan, dinine uygun bir hayat sürebilme hakkına ve hürriyetine taban tabana zıttır. Bendeniz ve Müslüman kardeşlerim, ne kadar dindar olacağımızı Pembelerden ve Benzetilmişlerden değil, icazetli din alimlerinden ve güvenilir din kitaplarından öğreniriz.
Efendiler! Demokrasi istiyorsanız, hukuk devleti istiyorsanız, bunları kuralına göre isteyiniz. Hem demokrasi olacak, hem hukuk olacak, hem de telefonlar dinlenecek, her tarafa kameralar ve mikrofonlar konulacak, büyük sayıda vatandaşın fişi çıkartılacak… Böyle demokrasi olmaz, böyle hukukun üstünlüğü prensibi olmaz!
Bu memlekette gerçek demokrasi olsaydı; sisteme, hukukun üstünlüğü ilkesi hâkim olsaydı birtakım yasaklar ve tabular olmazdı. Meselâ:
1. Okullarda ve üniversitelerde (evet okullarda ve üniversitelerde) başörtüsü yasağı olmazdı.
2. Onbinlerce dindar kız, yüksek tahsil yapmak hakkından mahrum bırakılmazdı.
3. Birtakım resmî dairelerden başörtülü Türk hanımları ve sakallı vatandaşlar kovulmazdı.
4. Bazı bürokratların namaz kılması (dolaylı şekilde) yasak edilmezdi.
5. Laiklik bahane edilerek halkın temel hakları çiğnenmezdi.
6. İnançları, görüşleri, fikirleri, tenkitleri yüzünden Müslüman yazarlar, fikir adamları mahkemeye verilip cezalandırılmazdı, hapse atılmazdı.
7. Dindar kesimin içine sürüyle casus, ajan, provokatör, manipülatör, yönlendirici sokulmazdı.
8. Aydın, vasıflı, güçlü, samimî din âlimi yetiştirilmesi kösteklenmezdi.
Din, inanç, vicdan, fikir hürriyeti kuru lâftan ibaret bir kavram değildir. Sırf lâfa kalsa, eski Sovyetler Birliği’nde de din hürriyeti vardı… Bir ülkede din hürriyeti olup olmadığını anlamak için şu ölçü ve kıstaslara bakmak gerekir:
Müslümanların kendi din okullarını açma hakkı olacak. Hem din adamı ve din âlimi yetiştirmek, hem de dindar vatandaş yetiştirmek için meslek okulları, genel okullar açamayan Müslümanlar hür Müslümanlar değildir. Dünyanın tek ciddî laik devleti olan, laiklik ilkesi anayasasında açıkça yazılı bulunan Fransa’da, Katolik Kilisesi’nin Hür özel okulları vardır ve devlet bunlara bütçesinden yardım yapmaktadır. Orada, Müslümanlar da özel “İslâm Lisesi” açmışlardır.
Müslümanların, din işlerini ve hizmetlerini yürütebilmek için dinî dernek kurma hakları olmalıdır. Laik Fransa’da “İslâm Partisi” bile kurulmuştur. Bizde ise, Dernekler Kanunu’na göre din derneği kurmak yasaktır. Masonluk da bir nevi din ve tarikattır. Atatürk, Mason localarını bu yüzden kapattırmıştır. Lakin 1947’de localar tekrar açılmıştır ve şu anda Türkiye Masonlar için bir cennettir. Ama Müslümanlar için böyle değildir.
Laik olduğunu iddia eden siyasî sistem veya düzenin din işlerine karışmaya hakkı yoktur. Din ve ibadet faaliyetleri, İslâmî eğitim hizmetleri Müslüman cemaate bırakılmalıdır.
Siyasî sistem, elbette, âdil bir hukuk ve insan hakları çerçevesi içinde Müslümanların dinî faaliyetlerini kontrol edebilir; lakin din işlerine burnunu sokmamalıdır.
Ülkemizdeki duruma bakınız: Bir dinsiz, bir Marksist, bir ateist, bir Farmason, bir Sabataycı, bir İslâm düşmanı fikir, görüş, tenkit ve inançlarından dolayı cezalandırılsa kızılca kıyamet kopuyor; aynı durum dindar bir Müslümanın başına gelince tıs çıkmıyor; hattâ, bazen oh olsun şeklinde olumlu tepkiler gözüküyor.
Her neyse, konuya telefondan girdik, epey lâf ettik. Sürç-i lisan ettikse affoluna.
Görüşmek, konuşmak, tanışmak konusunda hayli teklif alıyorum. Yaşım, zamanım, enerjim fazla sosyal faaliyete izin vermiyor. Bağışlanmamı rica ederim.
İyi bir konuşmacı ve konferansçı değilim. Konuşmaya dâvet edilmememi önemle istirham ediyorum.
Yardımcım, sekreterim olmadığı için mektuplara cevap veremiyorum. Halkla ve gençlikle sohbet hususunda izin ve icazetim yoktur. Bazen haftada birkaç televizyona çağrıldığım oluyor, sağlığım bunlara elvermez. Nihayet ayda bir kere gidebilirim.
Yorgun ve yaşlı bir insanım, mâzur görülmem gerekir. Herhangi bir mesaj ulaştırmak isteyenler şu numaraya faks gönderebilirler: 0 212/638 66 85 Tekrar bağışlanmamı rica eder, selam ve hürmetlerimi sunarım. 18 Nisan 2005