Tembellik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Şubat 2019
CumaBütün halkı suçlamak, töhmet altında bırakmak, karalamak istemem ama insanlarımızın bir kısmının çok tembel ve asalak olduğunu söylemekte hiç tereddüt etmem. Çalışıp çabalayanlar, alınlarının teri, ellerinin emeği ile üretenler, ticaret yapanlar, helâl para kazananlar başımın tacı olsunlar. Onlara bir şey dediğim yok.
Dünyanın hangi ülkesinde bizdeki kadar fazla kahvehane vardır?Devlet, bilhassa kırsal kesimde kahvehaneleri teşvik ediyor. Gözümle gördüm: On üç haneli bir köy mahallesine iki katlı betonarme bir yapı dikti devlet.Alt katı kahve, üst katı düğün salonu!
Nice bölgelerimizde tarlaların bir kısmı ekilmiyor, bostan yapılmıyor, meyve bahçeleri ile meşgul olunmuyor. Bu halk bu kafa ile nereye gidiyor? Türkiye bir darülaceze midir?
Bütün topraklar ekilmeli biçilmeli, bir şeyler üretilmeli.
Ticaretin küçüğü de bereketlidir. Bir işporta tezgahı bile bir aileyi geçindirmeye vesile olur.
Üretmek için ille de büyük fabrikaların, atölyelerin mevcut olması gerekmez. Akıllı, azimli, sabırlı, işbilir bir kısım vatandaşlar evlerinde de bir şeyler üretip bunları satarak hayatlarını ve geleceklerini sağlama bağlayabilir. Ülkemizde ceviz bol yetişen bir meyve.Niçin bahar mevsiminde, meyveler henüz kabuk bağlamadan, içleri yumuşak iken ceviz reçeli yapılmıyor?
Ülkemizde bir ara, kaçak çalışan bir milyon kadar Romanyalı işçi vardı. Yatacak yer oldu mu, yemek verildi mi, ayda 100 dolara seve seve çalışıyorlardı. Yerli işçilerimiz bu fiyata çalışmaz, çalışamaz. Sendika ister, sosyal sigorta ister, toplu sözleşme ister, öğle yemeği ister, haftada iki gün tatil ister, yılda bir ay izin ister, her yıl bir maaş ikramiye ister.Bu şartlarla üretilen mallar çok pahalı olur, ucuz ithal mallarıyla rekabet edemez.
Kötü yönetim sistemi ticareti, sanayii, dükkan ve işyeri açmayı baltalıyor. Vergilere zam üstüne zam geliyor. İşyerleri kapanınca nasıl vergi toplayacaklar? Bir ülkede vergiler ne kadar az ise, o kadar çok vergi toplanır.
Halkımızın sağlıklı beslenmesi meselesini büyük ölçüde halledecek olan soya fasulyesi ziraati bizde niçin yapılmıyor? Amerika ve IMF istemiyormuş. Türkiye bir sömürge midir ki, Amerika istemiyor diye soya fasulyesi ekmiyoruz?
Beş on sene öncesine kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından olan ve üretim fazlasını ihraç eden Türkiye niçin şimdi kendisine yetecek kadar buğday üretemiyor? Bu düşüş, bu yetersizlik kasıtlı mıdır?
Bizim kendi etimizi kendimiz ürettiğimiz gibi, fazlasını da ihraç etmemiz gerekir. Lakin hayvancılığımız can çekişiyor. Dışarıdan son derece kalitesiz parça et getirtiyoruz. Niçin parça et? Daha önceleri kesilmiş bütün bir hayvan ithal edilebiliyordu.Sonra değişiklik yaptılar ve parça et ithaline izin verdiler.Çünkü parça etten birkaç firma ve aile daha çok para kazanacaktı. Bu parça etlerin içine ne miktarda domuz sokuşturulmaktadır?
Hükümet bir ara hayvan yetiştirilmesini teşvik için ucuz krediler verdi. Birtakım namussuz, şerefsiz, it, uğursuz, alçak, vatan haini, rezil, fahişe tıynetli, ciğeri beş para etmez adamlar uyduruk hayvan bakım yerleri yaptırdılar, araziler gösterdiler ve ucuz kredileri alıp yüksek faiz veren bankalara yatırdılar. Böyle kötü çocukları olan bir ülke batmasın da ne yapsın?
Popülist politikacının dini imanı paradır, menfaattir, şan ve ündür. Oy almak için yemeyeceği halt yoktur. Türkiye’yi bugünkü hale ev hanımları getirmedi. Politikacılar, yüksek bürokratlar, büyük medyacılar, büyük işadamları getirdi. Namuslu olanlar üzerlerine alınmasın. Ben kötülere, alçaklara, hıyanet edenlere söğüp sayıyorum.
Suriye bizim kadar büyük, varlıklı, imkanları bol bir ülke değil. Oraya geçen sene yaptığım seyahatte bütün halkın neşe içinde çalıştığını gördüm. Ekilebilecek her yer ekilmişti. Bağlara, bahçelere, bostanlara itina ile bakılıyordu. Otobüsle geçerken buğday tarlalarının fıskiyelerle sulandığını gördüm. Bolluk ve bereket vardı. Herkes çalışıyordu.
Amerika, Avrupa, Haçlı ve Siyonist güçler istemiyor diye güneyimizdeki Müslüman komşularımızla ticaret yapmıyoruz.Suriye ile Türkiye birbirlerine Kolombiya ile Moğolistan kadar uzak düşmüştür. O kardeş ülke ile uzun bir sınırımız var. Ticaret, işbirliği, turizm olsa iki taraftaki milyonlarca halk bundan yararlanacak, ekmek yiyecek. Tel-Aviv böyle bir şeyi asla istemezmiş. Dışişlerimize hakim olan Sabataycı kadro da istemezmiş.Peki devlet, millet, ülke olarak Türkiye’nin menfaatleri işbirliğinde mi, kopuklukta mı?
Türkiye’nin bugünkü acınacak halini anlamak için çok kitap okumak, bu arada İbnHaldun’un Mukaddime’sini de tedkik etmek gerek.
Ülkemizi babalarının Tekelistan’ı gibi idare etmek isteyen, memleketimizi şahsî mandıraları, halkı da süt veren inekleri olarak gören güçlü azınlıklar halkın ve aydınların uyanmasını hiç mi hiç istemezler. Bir sınıra kadar tenkit edebilirsiniz ama ölçüyü kaçırırsanız sizi fena ederler.
Halkımızı bugünkü hale onlar getirdi. Onlar çalışmayı, üretmeyi, helâlinden kazanmayı teşvik etmiyor. Memleketi, milleti, devleti altından kalkılmaz borçlara soktular.Bu borç tuzağına düşen bir daha çıkamaz, iflâh olmaz.
Yollarımızda vızır vızır yüz binlerce Güney Kore otomobili dolaşıyor. Peki, Kore’de bir tek Türk otomobili var mıdır? Yoktur, olamaz. Çünkü vatan haini, Türkiye düşmanı bir zihniyet bu memlekette, dünya piyasalarında satılacak kalitede otomobil ürettirmemiştir.
Milyonlarca insanımızın beyinlerini dumura uğrattılar, ufuklarını daralttılar. Almanya’yı kalkındıran, ihya eden Türk işçileri kendi vatanında hiçbir şey yapamıyor. insanımızı zombileştirdiler, uyurgezer haline getirdiler.
İşsiz ve aşsız kalan bir vatandaş bir köşede yarım metrekarelik bir sergi açacak olsa resmî otoriteler tepesine dikiliyor, ticaretini engelliyor. Zaten on milyonlarca vatandaşta, limon satacak kadar irade ve azim de yok.
Batırdıkları Türkiye’nin harabeleri üzerinde baykuşlar gibi ötüyorlar: Yakında düze çıkacağız, yakında büyük miktarda yeni borçlar alacağız… Bu kaçıncı yem borusu… 15 Aralık 2001