• Bugünkü durumda İslâm ile Müslümanlar arasında kesin bir ayırım yapmak gereklidir. Müslümanlar İslâm’ı temsil edememektedir. Müslümanlara bakarak İslâm’ı öğrenmek mümkün değildir. İslâm yücedir, noksansızdır; Müslümanlar ise çok hatalıdır, eksiktir.
  • Her rMüslüman İslâm’ın temsilcisi değildir. Temsilcilik ilim, aksiyon, estetik, ehliyet, liyâkat, icâzet, izin isteyen bir vazifedir.
  1. 3. İslam’da kişiliğin üç ana boyutu vardır: Bilgi, aksiyon (amel, ahlâk) ve estetik (güzellik, sanat) boyutları. Bu üç boyutta yetersiz olan metbûlar (kendilerine tâbi olunanlar) ile hedefe ulaşmanın, zafere varmanın imkânı yoktur.
  • Ümmet kavramı ve müessesesi çok önemlidir. Ümmet, İslâm’ın hayata uygulanmış şekli demektir. Şu anda İslâm’la Ümmet arasında uçurumlar vardır.
  • Noksan, bozuk, yetersiz Müslümanlarla noksan, bozuk, işlerin düzeltilmesi mümkün değildir.
  • Bazı aritmetik hesaplar beşerî mevzularda geçerli olmaz. Bin adet yarım kilo şekeri birleştirerek 500 kilo şeker elde edebilirsiniz ama bin adet yarım adamı birleştirip 500 adam edemezsiniz. Bunlar, 500 adamdan vazgeçtik, bir tek tam adam bile etmezler.
  • İslâm Dünyası’nın ana meselesi, ölüm-kalım meselesi, olmak veya olmamak problemi adam meselesidir. Biz her açıdan yeterlilik sahibi olan yeterli sayıda adam yetiştirip bunlarla müessir kadrolar kuramadığımız için sürünmekteyiz.
  • Kemmiyet ve keyfiyet hususunda, daima keyfiyete öncelik tanımalıyız. Bizim meselemiz kemmiyetle ilgili değil keyfiyetledir.
  • Bütün İslâmî bilgiler ve din kültürü rehberlik yoluyla, icâzetli ve ehliyetli hocalar vasıtasıyla, initiation (kılavuzluk yapılarak, âgâh kılınarak) öğretilmelidir. Küçük ilmihaller, kısa Namaz Hocaları bile mutlaka icâzetli din âlimleri tarafından yazılmış olmalıdır. Initiation kavramının ve uygulanmasının kalktığı İslâmî vasatta bozulma ve kokuşma başlar, din (pratikte) tahrife uğrar.
  • Uygulamada din hayatının iki ana boyutu vardır: Zâhir boyutu, bâtın boyutu yahut Şeriat ve Tarikat. Bu iki kanatla uçulabilir. Kanadın biri olmazsa, ancak sürünme olur. 19’uncu asırda Kafkasya’da İmam Şâmil. Cezayir’de Emir Abdülkadir hem Şeriat âlimi, hem icâzetli tarikat şeyhi, hem de mü’minlerin emîri oldukları için, en zor şartlar altında uzun yıllar cihad edebilmişler, İslâm’ın şerefini yüceltmişler, mağlubiyetleri zafere çevirebilmişler, tarihimize altın destan sahifeleri eklemişlerdir (Nev’i şahsına mahsus üveysî hareketler de tarikat yerini tutar.)

11- İtikadda ve amelde mezhebsizlik İslâm Şeriatini tehdid eden en dehşetli bidattir. Hak mezhepler kalkarsa uygulamada tahrif ve yamukluk başlar, birlik ve bereket elden gider. Mezhebsizlik dinsizliğe köprüdür.

  • İslâm düşmanları, münafıklar ve onların satın aldıkları veya kiraladıkları sefiller şimdi Şeriatsiz laik bir İslâm çıkartmağa, uydurmağa çalışıyorlar. Sovyet boyunduruğundan kurtulan Türk-İslâm ülkelerinde, Haçlıların ve siyonistlerin entrikalarıyla latincilik ve laiklik propagandaları yapılmaktadır.
  • İslâm’da terör yoktur. Mutlak adaleti emr eden dinimiz, suçsuz insanlara ceza verilmesini asla kabul etmez. İslâm’da suçsuz ve masun, insanları (gayr-i müslim de olsalar) rehine almak yoktur. Asrımızdaki aktivist İslâmcıların metodu, bize çıkmaz sokaklarda vakit kaybettirmektedir. İslâm şiddet dini değildir. Kutsal cihad vardır ama ona ancak bütün barışçı çözüm yolları kapandıktan, başka bir çare kalmadıktan sonra yeryüzünde Allah’ın barışını kurmak, i’lâ-yı kelimetullah etmek için başvurulabilir. Bütün çareler tükenmeden cihad yapılamaz.
  • Cihad ikiye ayrılır: Küçük cihad, büyük cihad. Küçük cihad İslâm fıkhının bildirdiği şartlar dahilinde küffarla yapılan savaştır ki, farz-ı kifâyedir. Büyük cihad nefisle, Şeytanla yapılan cihaddır ki, farz-ı ayndır, devamlıdır.
  • İslâm’ı öğrenmek için Kur’an-ı Kerim tercümelerini ve yine Arapça’dan başka dilde yazılmış tefsirleri, bunların yanında Türkçe’ye çevrilmiş büyük hadîs külliyatlarını okumak, metod bakımından verimsiz bir yoldur. İslâm’ı en iyi, en sahih, en güzel şekilde öğrenmenin yolu icâzetli ve ehliyetli din âlimlerinin, kâmil mürşidlerin, İmam Gezalî’lerin, İmam Rabbanî’lerin ve benzeri büyüklerin yazdıkları kitapları okumakla olur. İslâm, Kur’ân tercümesiyle değil, ilmihal kitabı okumakla öğrenilir.
  • Ortalığın dinî konuları işleyen (veya daha doğrusu mıncıklayan) kitaplarla dolması, binlerce, onbinlerce İslâmî konulu kitap çıkartılması sağlıklı ve zengin bir din hayatının göstergesi değildir. Mühim olan, bu kitapların bir ihtiyaca cevap verip vermedikleri, içlerindeki bilgilerin sahih olup olmadığı, zararlı olup olmadıkları meselesidir. Şu anda piyasadaki kitapların yüzde doksanı lüzumsuzdur, mahzurludur. İslâmî bir rejim olsa bunlara izin vermezdi.
  • Bir kurumun başına İslâmî sıfatını koymakla o kurum hemencecik İslâmî olmaz. Bugünkü dünyada, İslâmî uygulamaların birçoğu, hakiki İslâm’dan çok, İslâm’ın âdeta bir karikatürünü sergilemektedir. Bir rejime “İslâm Cumhuriyeti” diyebilmek için orada İslâm adaletinin, güvenin, barışın, şer’î hürriyetin olması gerekir. Öyle ki, dünyanın her yerinde zulme uğrayan İslâm temsilcileri oraya göç etsinler. Hattâ, böyle bir ülke, başka yerlerde haksızlığa uğrayan gayr-i müslimlere bile himâye kanatlarını gerecektir. Vaktiyle Osmanlının İspanya-Portekiz yahudilerini ülkesine kabul etmesi gibi.
  • Çağımızın büyük din âlimi Ebu’l-Hasen Ali Nedvî “İslâm’ın Siyasî Yorumu” (Akabe Yayınevi) adlı eserinde, merhum Ebu’l-’Ala Mevdudî’nin “Kur’an’da Dört Terim’ unvanlı eserindeki yanlış tezi çürütmektedir. Mevdudî adıgeçen eserinde üçüncü asırdan itibaren İslâm ümmetinin dört temel terimde (İlâh, Rab, Din, İbâdet) gerçeği kaybettiğini iddia etmekteydi. Mevdudî’nin arkadaşı olan Nedvî, bu ağır ithamı reddetmekte ve İslâm’ın esas itibariyle ilâhî bir din ve nizam olduğunu, Mevdudî ve benzerlerinin anlayıp anlatmak istedikleri gibi bir ideoloji, siyasi öncelikli bir sistem olmadığını isbat etmektedir. Tafsilâta girmiyorum, sadece şunu söylemek istiyorum: Merhum Mevdudî benzerlerinin teori, metod ve çalışmalarıyla bir yere varamayız. Nitekim Mevdudî Pakistan’da, onun gibi düşünenler de diğer İslâm ülkelerinde başarıya ulaşamadılar.
  • Günümüzdeki Arap dünyasında hâkim olan selefilik cereyanı, Arap Müslumanlarını başarıya ve zafere ulaştıramamıştır. Çünkü İbn Teymiyye’nin kurduğu bu hareket çok dar, çok şekilci, çok müsamahasızdır. İslâm âlemindeki meşru ve yapıcı çeşitlilikleri kabul etmeyen, Tevhid’i uluhiyet ve Rububiyet tevhidi diye ikiye ayırıp kendi ölçülerine uymayan Müslümanları şirkle ve küfürle suçlayan, akide itibariyle tecsimci, antropomorfist olan Teymiyyecilik esas alındığı takdirde, dünyada fazla Müslüman kalmaz. Teoriyi bir tarafa bırakalım ve bugünkü manzaraya bakalım. Teymiyyecilik ve selefîlik bayrağını kaldıranlar, ellerine geçirdikleri İslâm ülkelerinde nasıl bir İslâm sergilemektedirler? Dinsiz rejimlere karşı en büyük alternatifi teşkil ettikleri ülkelerde ne yapabilmişlerdir?
  • Asr-ı Saadet her devirdeki Müslümanlar için ideal bir örnek, bir model, ilham alınacak müşahhas bir uygulamadır. Ama bugün, Asr-ı Saadetin aynısını tekrar getirmenin imkânı yoktur. Bu bir ütopya olur. Bizim yapacağımız, ahir zamanla ilgili nasların ve haberlerin ışığında, çağın icaplarını da gözden kaybetmeyerek İslâm’ı hayata tatbik etmektir. Artık ne Asr-ı Saadet ne Dört Büyük Halife devri aynen geri gelebilir. Ama İslâm daima bakidir, İslâm geri gelebilir. Bu İslâm, bizim uygulayacağımız İslâm olacaktır. Önemli olan, dinî zaruriyatın, ehlisünnetin sahih itikadının, Şeriatin müttefakun aleyh olan ahkâmının, Kur’ân ve Sünnetin ruhunun muhafaza edilmesidir. Mühim olan, İslâm adına İslâm’ın karikatürünün gelmemesidir.

21 Müslümanlar, bugünkü güçlükleri yenebilmek, süper kadrolar yetiştirebilmek için Batı dünyasının en parlak mektep ve üniversitelerinde adam yetiştirerek seçkin ve süper kadrolar kurmalıdırlar. Hazret-i Musanın Firavunun sarayında büyüyüp yetişmesi kıssası ile Bedir Gazvesinde esir alınan müşriklerin Medineli Müslüman çocuklarına okuma-yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmaları hâdisesi bu iddiamızın meşruiyetini isbata yeter. (Fire verilmesi kaçınılmazdır.)

  • Bütün, asla parçanın içine sığdırılamaz. İslâm dünyası çeşitlilik içinde bir vahdet (birlik) teşkil etmektedir. Ümmet şuurunu kaybedip de meşreb, tarik, hizip (yâni parça) taassubuna kapılanlar, İslâmiyet’i ve Müslümanları mensup oldukları parçanın içine sığdırmaya çalışmaktadırlar. Bu yaptıkları yanlıştır, mantıksızlıktır, zararlıdır. Hanefîlik, Nakşîlik haktır, doğrudur, güzeldir ama bütün Müslümanları Hanefî veya Nakşî yapmak hem mümkün değildir hem de doğru değildir.
  • Müslümanların felâketlerinin sebebi düşmanlarının kuvveti değil, kendi zaaflarındır. Bugün, İslâm’ın önündeki en son ve en büyük engel yaramaz (işe yaramaz, işbilmez, işbitirmez) Müslümanlardır.
  • Hizmet ve istihdam kelime ve kavramlarına çok dikkat etmeli, bu ikisini kesin olarak birbirinden ayırt etmeliyiz. İslâm’a hizmet etmek başka. İslâm’ı istihdam etmek (kendi şahsî menfaatine veya siyasî nüfuzuna hizmet ettirmek, âlet etmek, sömürmek) başkadır. Nice zâhirî hizmetler vardır ki, aslında birer iğrenç ve menfur istihdamdan başka bir şey değildir.
  • İslâmî hayatta hiyerşi = silsile-i merâtib kavramı çok önemlidir. Herkesin ümmet içinde yerini, rütbesini bilmesi gerekir. İslâm’da bu günkü anlamda demokrasi yoktur. Her Müslüman, İslâm içinde rey sahibi değildir. “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”. Ümmet hiyerarşisi şöyledir: Mü’minlerin Emîri (Peygamber aleyhissalatü vesselâmın temsilcisi), onun çevresi (müşâvirleri, vezirleri, vülâtı), icâzetli ulema-i âmilîn (ulema-i su’ değil!) icâzetli meşâyih ve bunların ardından ilimce, amelce derece derece sâir ümmet efradı. İslâmî hiyerarşi ortada kalınca söz ayağa düşer, ayaklar baş olur, din ticaret metaı haline gelir, ümmet içinde anarşi başlar, Müslümanların işleri ters gider.

29.11.1991