Tencere Yuvarlanmış…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Sadece bir kısım yöneticiler değil, halkın bir kısmı da çok bozulmuştur. Doğruluğun, namusun, vatanseverliğin evrensel kuralları vardır. İnsanların ne mal oldukları bunlara vurulunca anlaşılır.
Vaktiyle Fak-Fuk fonundan muhtaç vatandaşlara küçük aylıklar bağlanmıştı. İzmit taraflarında yüz dönümden fazla arazisi olan zenginin biri de uydurma belgeler ve ilmühaberlerle kendisine fakirlik maaşı bağlatmış! Devlet yoksullara ücretsiz bakılması için yeşil kart çıkartmıştı. Maalesef birtakım milyonerler bu kartlardan edinmişler.
Halktan bazı kimseler devletten, belediyelerden haketmedikleri menfaatleri almak için dolaplar çeviriyor. Duyuyoruz: Aydan aya gidip maaş alanlar varmış. Bunlar ne maaşı alıyor? Aldıkları onlara helal oluyor mu? Bu işi dinsizler, ateistler yapsa o kadar üzülmeyeceğim. Maalesef Müslüman geçinen, İslâmcı geçinenler de yapıyor.
Yüce Peygamber (Salat ve selam olsun O’na) buyurmuş: “Siz ne haldeyseniz öylece idare olunursunuz.”
Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
Yirmi beş sene önce birtakım hızlı, aşırı, astığı astık, kestiği kestik radikal İslâmcılar vardı. Benim gibi mutedil (ılımlı) Müslümanlara yapmadıkları hakareti bırakmazlardı. Bunlar şimdi ne yapıyor? Yemekten semirmişler, enseleri ve göbekleri kalınlaşmış, keseleri ve kasaları dolgun, malları ve mülkleri çok, içte ve dışta, bir çok bankada hesapları olan o eski radikallerin şimdi hiç sesleri çıkmıyor. Yemekle meşguller.
İnsanların laflarına, edebiyatlarına bakmayınız.
denilmiştir. İnsanların ne mal oldukları servetlerinin, mal varlıklarının helâl, meşru, tayyib; yahut, haram, gayr-i meşru, necis, kirli olmasından anlaşılır.
Müslümanmış, İslâmcıymış ama para, menfaat, mal konusunda bozuk bir adammış. Ne yapayım ben öyle bir çürük inciri. Türkiye’ye gerekli ve yeterli miktarda ehil ve namuslu hizmetkâr aranmaktadır. Hem ehil olacak, hem de namuslu olacak. Namuslu ne demektir? Öncelikle çalmayan, emanete hıyanet etmeyen, halkı aldatmayan, yalan söylemeyen, vazifesini ve memuriyetini canla başla, hakkıyla yapmak için çırpınan adamlar.
Bizde namus ve dürüstlük kavramları o derece erozyona uğradı ki, aslında bir fazilet olmayan birtakım normal ve tabii haller fazilet ve çok yüksek ahlâk sanılmaya başlandı. Hırsızlık yapmayan biri için
deniliyor. Halbuki böyle bir adam sadece normal, sıradan bir kimsedir. Faziletli olması için başka vasıflara, üstünlüklere, özelliklere, hasletlere sahip olması gerekir.
Eskiden liselerimizde ciddî şekilde, üzerinde durularak ahlâk dersleri okutuluyordu. Felsefenin bir bölümü olan ahlâk…
Okullarımızda iki türlü ahlâk dersi olmalıdır. Birincisi liselerde felsefi ahlâk. İkincisi de bütün okullarda dinî ahlâk. Bizde şu anda ikisi de çok zayıf, çok yetersiz bir şekilde okutuluyor; hatta okutulmuyor, yasak savılıyor.
Okullarda ve üniversitelerde çocuklarımıza ve gençlerimize kopya çekmenin bir hırsızlık, aldatma, faziletsizlik olduğu anlatılmalıdır. Küçüklüğünde kopya çekerek diploma alan biri büyüyünce ülkesini, halkını, devletini soyacak, dolandıracaktır. Keşke birileri ciddî ve ilmî bir anket ve araştırma yapsalar da eğitim ve üniversite sistemimizde kopyanın yaygın olup olmadığı iyice ortaya çıksa.
Bizde sadece birtakım politikacılar, aydınlar, medya mensupları, seçkin ve mümessil kimseler değil, halkın bir kısmı da rant peşinde koşmaktadır.
En büyük rant kaynağı devlettir. Devletin malı deniz, yemeyen domuz… Birtakım alçak, hain, Türkiye düşmanı politikacılar geçmiş yıllarda devlet kadrolarını doldura doldura memur sayısını gerekenin üç-dört misline çıkardılar. Sonunda memur kalabalığından doğru dürüst iş yapılamaz oldu. Bütçe, maaşları ödemekte zorlandı. Emekli Sandığı da emekli maaşlarını ödeyemedi, devlet bütçesinden büyük yardımlar almaya başladı. Sonunda bugünkü korkunç iflas tablosu meydana geldi.
Almanya, Norveç, Hollanda, İngiltere, Avusturya gibi medenî ülkelerde politikacıların, siyasî iktidarların, siyasî partilerin kendi keyiflerine, kendi isteklerine göre devlet kadrolarını şişirmeye hakları var mıdır? Oralarda böyle beyinsizlikler, partizanlıklar görülüyor mu?
Bizdeki işsizlik neden kaynaklanıyor? Çok sebepleri var. Birincisi beceriksizlik ve iş bilmemektir. Bir yere on memur alınacak, bin kişi müracaat ediyor, imtihan stadyumda yapılıyor. Yapılıyor da, kazanan mı seçiliyor. Hayır sınav bir formalitedir.
Koskoca vekiller utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan bakanlara gidiyor ve kendi taraftarları, kendi yakınları, kendi partizanları için iş istiyor.
Beş yüz elli kişilik Meclis’imizde merhum
gibi kaç milletvekili çıkar acaba?
Genç nesilleri, halk kitlelerini ahlâklı ve faziletli yapmak için ne gibi ciddî, planlı, programlı çalışmalar yapılıyor? Gençlik ve halk elbette bu konuda yüzde yüz nisbetinde kabiliyetli ve istidatlı değildir. Yüzde ellisinin böyle oluduğunu farz edelim, onlar için ne yapıyoruz?
Bu ülkeyi, bu halkı büyük televizyonlar bugünkü hale getirmiştir. Çalışmadan, üretmeden, ahlâklı ve faziletli olmadan yalancı bir cennet kurmak istediler. Aşırı tüketim, israf, gösteriş teşvik edildi.
Herkes saçıp savurmaya başladı. Türkiye’de, Almanya’dakinden daha fazla sayıda lüks Mercedes oldu. Üretmeden tüketmek, kazanmadan harcamak deliliği bizi bugünkü felakete itti. Köşeyi dönme felsefesi yediden yetmişe bütün toplumu sardı.
Biz dünyayı tanımıyoruz. Başarılı, kalkınmış, ileri, medenî, zengin, dengeli, sağlıklı ülke ve toplumların bu hale nasıl gelmiş olduklarını, bu üstünlüklerinin sebeplerini bilmiyoruz.
Finlandiya’yı anlattığı
adlı kitabın tarihi çok eskimiştir. Ona benzer düzinelerle kitap çıkartıp bunları milyonlarca basıp bütün halkımıza okutmamız gerekirdi.
Nüfusumuz da çoktur. Denizlerimiz, topraklarımız, madenlerimiz, ormanlarımız, tarlalarımız, mer’alarımız var ama şu güzelim ülkede sürünüyoruz. Bunun ana sebebi kendi beyinsizliklerimizdir.
Türkiye’nin, dünyanın en güçlü on ülkesi listesinde iftiharla yer almasına engel olamazlar.
İdareciler mi? Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş…
27 Temmuz 2006