Tencere Yuvarlanmış…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Pazar
Osmanlı devleti birinci dünya savaşında yenik düşmüş, pâyitaht İstanbul galip devletler tarafından işgal edimişti. Eminim o kara günlerde de birtakım alçaklar rüşvet almışlar, suistimal yapmışlar, saçı bitmedik yetimlerin, fakirlerin haklarını yemişlerdir.
Bir vücutta iki türlü kan, iki türlü damar vardır; birincisi temizkan ve ona mahsus damarlar, ikincisi kirli kan ve onun damarları. Vücut kirli kanı tasfiye edebiliyor, temizleyebiliyorsa sağlıklıdır. Edemiyorsa, kirlilik onu yok eder, yıkar yere serer ve sonunda öldürür.
Bir müddetten beri ülkemizde kirlilik, pislik dehşet verecek şekilde artmıştır. Sosyal bünye bu kirliliği, bu pisliği temizleyemiyor.
Her gün belli zamanlarda tuvalete gidip içindeki zararlı maddeleri ihraç edemeyen bir kimse zehirlenmeye ve ölmeye mahkumdur.
Sosyal bünyedeki pislikler, kirlilikler nasıl giderilir?
1. Siyasî yapıya ahlak ve faziletin hakim olması gerekir. Siyasî rejimin temeli erdem, temizlik, şeffaflık olmalıdır.
2. Ülkenin millî eğitimi ahlaklı, faziletli, yüksek karakter terbiyesi almış kuşaklar yetiştirmelidir.
3. Aileler çocuklarını ahlaklı, faziletli, dürüst yetiştirmelidir.
4. Ceza kanunları suç işlemeyi önleyici mahiyette olmalıdır. Yani halk kanunlardan korkmalıdır.
5. Buna rağmen suç işlenirse, suçlular herkese örnek teşkil edecek şekilde çok ağır, çok tesirli bir şekilde cezalandırılmalıdır.
Şu husus bir an bile olsun hatırdan çıkartılmamalıdır:
Kötülükler, pislikler, kirlenme, kokuşma sadece ceza kanunuyla önlenemez. Diğer şartların da yerine getirilmesi, öteki tedbirlerin de alınması gerekir.
Her ülkede iyiler ve kötüler vardır. İyilerin kötülerden daha çok, daha güçlü, daha cesur, daha gözükara, daha atılgan, daha etkili, daha ağırlıklı olmadığı bir ülke pislikten arınmaz.
Şu meseleyi de unutmayalım: En iyi toplumlarda ve düzenlerde bile suç işlenir, suçlu zuhur eder. Bunu yüzde yüz önlemek mümkün de değildir. İnsanın tabiatında, yapısında suç, ve günah işlemek vardır.
Önemli olan:
1. Suçları azaltmak, mâkul ve dayanılabilir bir seviyeye indirmektir. Bence bunun nisbeti yüzde bir, iki veya üçtür. Şayet bir toplumda suçluların ve SUÇLU ADAYLARININ sayısı çok fazla ise o toplum hastadır ve önlem alınmazsa batmaya, sürünmeye, ölmeye mahkumdur.
2. Sağlıklı bir toplumda mahkemeler işsiz, cezaevleri ıssız kalır. Bu göstergeye dikkat edilmelidir. Bir ülkede haddinden fazla mahkeme var, bunlar davalara bakmaya yetişemiyor, halkın yarısı birbiriyle nizalı, suçlar korkunç derecelere varmış… Burada mahkemelerin verdiği bütün kararlar ve hükümler âdil ve hakkaniyetli bile olsa orası yine hastadır.
3. Bir toplum kanunlardan, cezalardan korkmuyorsa orası batmış ve bitmiş demektir.
Çok nazik bir husus da şudur:
İdarecilerin yüzde doksan dokuzunun doğru, dürüst, ehliyetli, iyilikten yana, temiz olması gerekir.
Bozuk bir topluma bozuk olmayan, erdemli, yüksek ahlaklı ve karakterli idareciler gelmez.
İdare ve siyaset konusunda en büyük ilke şudur:
“Siz ne halde iseniz o şekilde idare edilirsiniz.” (Hadîs-i Şerif)
O halde kafamıza büyük harflerle kazıyalım:
* Kötü toplumlara iyi idareci gelmez.
* İyi toplumlara kötü idareci gelmez.
Şayet iyi olmak istiyorsak, iyi olmak için ne gerekiyorsa onları yapmamız, şartlarını yerine getirmemiz, sebeplerine tevessül etmemiz gerekir.
Boş şikayetlerin, feryatların, ağlayıp sızlamaların faydası yoktur.
Allah’ın bize yardım etmesini istiyorsak, önce biz elimizden geldiği kadar kendimize yardım edelim.
Dualarımıza aksiyon karıştıralım biraz.
Türkiye’de demokrasi vardır, hürriyet vardır, serbestlik vardır.
Bunlardan yararlanalım.
Soruyorum:
Seçimler serbest değil midir? Oy verilirken bize karışan var mıdır? Oylarımızı kapalı hücrelerde, başkalarının gözünden ve tesirinden uzak olarak kullanmıyor muyuz?
Memleketin, devletin, halkın acınacak haline ağlamaya hakkımız yok. İdarecilerimizi biz seçiyoruz. Kendi düşen ağlamaz.
Seçeceğimiz vekillerde aranılacak temel şartlar şunlardır:
(A) Öncelikle DOĞRU, DÜRÜST, İYİ AHLAKLI, YÜKSEK KARAKTERLİ olacaktır,
(B) Sonra mutlaka ehliyetli, liyakatli, kendisine verilen işi ve vazifenin, emanetin hakkını verecek derece güçlü, vasıflı olması gerekir.
Dindar vatandaşlar genellikle kişinin sözlerine bakıyor.
Önemli olan söz değildir iştir. Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz…
Bir Müslümanın iyi bir Müslüman olup olmadığının anlaşılması için onun namaz ve orucuna bakmak yeterli değildir.
Namaz ve orucun yanında onun mutlaka ve mutlaka PARA,MADDÎ MENFAAT, ZENGİNLİK, DÜNYA MALLARI konusunda son derece temiz ve dürüst olması gerekir.
Namazını kılıyor, orucunu tutuyor ama iki hörgüçlü İzmir devesini bütünüyle yutuyor. Ne anladım ben böylesinin dürüstlüğünden…
Adam hem dindar, hem dürüst, hem de iyi ahlaklı ve faziletli, fakat ehliyetli değil. Böylesini de vekil ve idareci olarak seçmemek gerekir.
Şu anda dünya üzerinde irili ufaklı yüz elliden fazla devlet veya devletçik var. Birleşmiş Milletler her yıl uluslararası bir temizlik anketi yaptırıyor. Birkaç sene önceki ankette 10 üzerine 9 küsur alarak Finlandiya temizlikte, iyi idarede, siyaset ahlakında birinci olmuştu. Türkiye ise liste diplerindeydi, notu 3 küsurdu.
Sadece idarecilerimizin ve vekillerimizin bir kısmı değil, halkın bir kısmı da vasıf itibarıyla son derece yetersizdir.
Memleketimizdeki kirlilik ve kokuşma konusunda iki tür ağlama vardır.
Birinciler: Ahlak, fazilet, iyilik namına ağlamaktadır.
İkinciler ise “Onlar yiyor, biz niçin yiyemiyoruz…” diye ağlıyor.
İslâm büyüklerinden Seyyid Ahmed er-Rufaî hazretleri şöyle buyuruyor:
“Bir yakınını, canını ciğerini kaybeden kimsenin samimî ağlaması ve gözyaşları ile parayla tutulmuş ağlayıcı karıların ağlamaları bir olur mu?”
Şu halimize bakalım:
* Daha bir iki ay önce kapkaççılar İstanbul’da zavallı bir kadını otomobille sürükleyerek öldürdüler. Bu kaçıncıdır…
* Uyuşturucu okullarda 11 yaşındaki çocuklara kadar indi…
* Haram yeme yaygınlaştı.
* Rüşvet bütün toplum yapısını kanser gibi sardı.
* Bir yanda korkunç bir lüks, israf, tüketim, saçıp savurma, kibir, gurur, gösteriş içinde yaşayanlar, bir yemeğe (birkişi) 250 bin lira verenler; öbür tarafta işsiz, aşsız, perişan milyonlarca sefil vatandaş.
* Ülkeye, halka ışık tutması, yol göstermesi gereken birtakım seçkinlerin aklı fikri başörtüsü yasağında, irtica tehlikesinde, din tehdidinde.
* Emanetlere hıyanet genelleşmiş.
* Namuskârlık, doğruluk, vazifesini canla başla yapmak bazılarının gözünde salaklık, aptallık olmuş.
Bütün bu kötülükler karşısında toplum vicdanının, daha doğrusu halkın tepkisi yok.
Kötülükleri, pislikleri, münker işleri protesto ve şikayet etmek için resmî makamlara (valilikler, savcılıklar, bakanlıklar, müdürlükler) dilekçe yazıp göndermekten bile âciz bir toplum…
Kendini islah edemeyen bir toplum…
Pisliklerini ve kirlerini temizleyemeyen bir toplum…
Dindar şaşkın, dinsiz şaşkın… Sağcı şaşkın, solcu şaşkın…
İdarecilerimize kızıyoruz. Hakkımız var mı? Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş… 12 Aralık 2005