Cumartesi

 

Medeni, görgülü, ahlâklı, faziletli ve terbiyeli insanlar, tenkit ederken, suçlarken, uyarırken birtakım kurallara bağlı kalırlar.

(1) Hem savcılık, hem hakimlik, hem de cellatlık yapmaktan kaçınırlar.

(2) Tenkit ile hakareti asla birbirine karıştırmazlar.

(3) Daima ölçülü ve sakin olmaya çalışırlar.

(4) Savunma hakkının mukaddes olduğunu bilirler; karşısındakine kendini savunma hakkı tanırlar.

(5) Zanlara, tahminlere dayanarak kesin konuşmazlar ve mahkûm etmezler.

(6) İnsafı, vicdanı elden bırakmazlar.

(7) Yaygara, şamata, demagoji, soytarılık, şarlatanlık yapmazlar.

(8)Tenkitlerinde hatâ ettikleri bilahare ortaya çıkarsa, bunu açıkça itiraf ederler, özür beyan ederler.

(9) Haysiyetlere, namuslara, şereflere saldırmazlar.

(10) Son derece gerekli olmadıkça isim vermezler, anonim tenkit ve uyarılar yaparlar.

Bizim medyamızda zaman zaman sidik yarışmaları yapılır. Böyle müsabakalar asalete, necabete, haysiyete aykırıdır. Bir vatandaş, mağdur ve mazlum da olsa bu gibi yarışmalara katılmamalıdır.

Fahişe denilince sadece, vücudunu para mukabilinde satan, bu işi meslek ve ticaret haline getiren birtakım karılar anlaşılmamalıdır. Gazetecinin, televizyoncunun, politikacının, iş adamının, bürokratın da fahişesi vardır.

Halka yalan söyleyen, verdiği sözü tutmayan, emanete hıyanet eden, arivistlik yapan, menfaat karşılığı iş takip eden bir politikacı -affedersiniz- politika orospusu değil de nedir?

Ayda on binlerce dolar maaş alarak, medya babası patronunun şahsî çıkarları için planlı ve güdümlü yayınlar yaparak ülkeyi birbirine katan, bin türlü fesada sebebiyet veren gazeteci, o mesleğin orospusu değil de nedir?

Bizde her şeyin çivisi çıkmıştır, genel ve yaygın bir bozukluk ve kokuşma hüküm sürmektedir ve her saha ve kesimde fahişeler vardır. Allah kimseyi onların ellerine ve dillerine düşürmesin.

Fahişe o pis işi niçin yapar? Para için, menfaat için yapar. Her kesimin fahişeleri de öncelikle para için çalışırlar. Para onların ana ve temel değeridir. Para onların dini imanıdır. Para için onların yapmayacakları hiçbir hıyanet, alçaklık, rezalet, kötülük yoktur.

Genç bir yazar, fikir ve görüşlerini beğenmediği yaşlı bir kimse için “bunak” derse, o kendi beyinsizliğini ortaya koymuş olur. Çünkü bunaklık bir hastalıktır, her yaşlı bunak değildir. Muhatabına, yaşından dolayı hakaret etmek zeka ve akıl eseri değil, beyinsizlik eseridir. Genç şirretin, yaşlı olduğu için karşısındaki zata daha saygılı, daha dikkatli hitap etmesi gerekmez mi?

Bazıları da insanların özel hayatlarını karıştırır. Senin mesanende idrar var, o halde sen sidikli bir kimsesin. Senin kalın bağırsaklarında kazurat var, o halde sen b….sun… Peki a kalem fahişesi, bunlar sende yok mu?

Bizdeki bazı medyacıların çok kötü bir adeti vardır. Çirkin bir iş yapan bir tarikatçi ile ilgili bir haber bulununca bunu genelleştirir ve bütün İslâm tarikatlerine, bütün şeyhlere, bütün tasavvufa çamur atmaya başlarlar. Bu yapılan da bir fahişeliktir. Tasavvuf, tarikat, şeyhlik dinî bir müessesedir; saygı gösterilmesi gerekir. Biri bozukluk yaptıysa sadece o kişi, o vak’a -çarpıtılmamak şartıyla- yazılmalıdır.

Bizde uzun zamandan beri bir takım medya fahişeleri dine, dindarlara, mukaddes değerlere saldırmayı uygarlık, çağdaşlık olarak görmektedir.

İnanç, din, inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti temel bir değerdir; insan haklarıyla ilgili bütün metinlerde, anayasalarda korunmuştur. Böyle bir değere, hak ve hürriyete saldırmak hiç bir gazeteciye ve okumuşa şeref kazandırmaz.

Ben Müslümanım, İslâm’ı kutsal tanıyorum, Müslümanların hürleşmesini güçlenmesini, üstün olmasını istiyorum. Ancak İslâmî kesimin içindeki din sömürücülerinden, şarlatanlardan, arivistlerden de son derece rahatsızım. Binaenaleyh bir yandan dinimi ve ümmetimi müdafaa ederken, öte yandan din sömürücülerine ve mukaddesat bezirgânlarına en ağır tenkitleri yapıyorum. Gönül arzu eder ki, her kesimde birtakım yazarlar bu şekilde hareket etsinler. Meselâ:

– Birtakım adamlar Atatürkçülük maskesi altında malı götürmekte, Atatürk’ü âlet ederek bin türlü fitne ve fesada sebebiyet vermektedir. Samimî Atatürkçülerden bir grup çıkıp da niçin bu sahte ve yalancı Atatürkçüleri teşhir etmiyor, yerin dibine batırmıyor?

– Yıllardan beri bir ülkücü mafyadan bahsedilmektedir. Ülkücülük bir dâva, bir idealdir. Ülkücülüğün, milliyetçiliğin, Türkçülüğün mafyası olur mu? Niçin idealist, ahlâklı, faziletli ülkücü, milliyetçi, Türkçü grup bu değerleri kirleten yiyici kişilere veryansın etmiyor?

Velhasıl bizde sağcılığın solculuğun, laikliğin dinciliğin, çağdaşlığın tutuculuğun gölgesinde bir sürü çirkin iş işlenmektedir ve bunlar gereği gibi tenkit edilmemektedir.

Gerçek ve kaliteli aydın kötülüklere karşı muhalefet yapan kimsedir. Muhalif olmayan kişi aydın olamaz. Ülkeyi pislik götürecek, kokuşma tufan halini alacak, rezaletin bin türlüsü ayyuka çıkacak ve bizim aydınımız, okumuşumuz “Bana ne?..” diyecek. Böyle aydın, böyle okumuş olmaz olsun.

Yazımın başlangıcında beyan ettiğim hususlarla ilgili iki örnek vermek istiyorum.

Birinci örnek: Bundan altı-yedi sene önceydi. Telefon çaldı, gayet kibar bir ses: “Efendim, benim ismim ………’dir, şu işi yaparım, siz yaşça benim büyüğümsünüz, hürmet eder, ellerinizden öperim. Ancak, yüksek müsaadenize sığınarak, mensubu bulunduğum cemaatin hocasına karşı tenkitlerinizde haksız olduğunuzu söylemek istiyorum…” demiş ve fikirlerini beyan etmişti. Böyle bir Müslüman, böyle bir vatandaş tebrike ve teşekküre layıktır. Meşrebimizin, fikir ve görüşlerimizin, metodumuzun farklı olması bizim kardeşliğimize, aynı kimliği taşımamıza mâni değildir. İsim veriyor, terbiyeli ve kibar hareket ediyor ve öyle tenkit ediyor… Ne güzel hareket, ne kadar olgun davranış…

İkinci örnek: Telefon çalıyor, kaldırıyorsunuz, karşıdan cırtlak, şirret, yaygaracı, edepsiz bir ses ciyak ciyak bağırıyor: “Ulan sen kim oluyorsun… Ulan sen kendini ne zannediyorsun… Ulan seni mahv ederiz biz… cart curt… zart zurt!..” 14 Mayıs 2006